Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Siyaset
Kürt meselesinde AKP: Dün ve bugün
Vahap Coşkun
12 AĞUSTOS 2005, Türkiye’nin siyasi hayatında önemli bir tarihe tekabül ediyor. O gün Başbakan Erdoğan Diyarbakır’da, Kürt meselesi hakkında üç önemli mesaj verdi: a) Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır, b) Bu sorunun oluşumunda devletin yanlışları olmuştur ve güçlü devlet, hatalarıyla yüzleşebilen devlettir, c) Sorun ancak daha fazla demokrasi, daha fazla hak ve özgürlükle çözülebilir.
Başbakan’ın -Kürt meselesini yok sayan veya bu meselenin etno-politik karakterini görmezden gelen- klasik asayişçi dilden farklı bir siyasi dil kullanması iki açıdan önemliydi: Bir kere, devletin masum olmadığının dillendirilmesi, söz konusu meselede devletin hiçbir kusuru olmadığını vazeden ve bunu mutlaklaştırdığı oranda da çözümün önüne set çeken zihinsel surlarda bir gedik açmıştı. İkincisi, bu dil, devletin geçmişteki hatalarından kaynaklanan maddi/manevi zararların tazminini, bu hataların tekrarının önlenmesini ve temel hakları/özgürlükleri sekteye uğratan tüm engellerin bertaraf edilmesini zorunlu kılıyordu. Bu beklenti, geniş halk kitlelerinde sorunun şiddet olmaksızın çözülmesi konusunda büyük bir umut doğurmuştu.
Müesses nizam, kendi kabullerine ters düşen bu sesten pek hazzetmedi ve Erdoğan’a sert tepki gösterdi. Başbakan “teröre prim vermek”le, “bölücülerin istediği noktaya gelmek”le itham edildi, kendisine yönelik “vatan haini” imaları dahi yapıldı. Genelde sistemin sinir uçlarına dokunan konularda önce bir adım atan ve eğer bu adıma sistem şiddetli bir reaksiyon gösterirse hemen mevzisine çekilen Erdoğan, bu kez biraz farklı davrandı. Yoğun eleştirilere maruz kalmasına rağmen -bir ara sendelese de- yaptığı açılımın ana konseptine sadık kaldı ve demokratikleşme vurgusunu sürdürdü. Bu politik duruş AKP ile statükoyu çeşitli konularda karşı karşıya getirdi. Mesela 2007 seçimlerinden önce statüko, siyasi ve askerî-sivil bürokratik güçlerle AKP’yi Irak’ın kuzeyine bir askerî operasyon yapmaya zorladı. Ancak tüm zorlamalara karşın AKP, böyle bir harekata girişmedi ve sorunun asıl çözümünün dışta değil içte olduğunu belirtti.
2007 seçimlerine gelindiğinde AKP, Kürtlerin genelinin karşı olduğu askerî harekâta prim vermeyen ve yine onların büyük önem verdiği AB projesini sahiplenen parti konumundaydı. AKP, yaşadıkları mağduriyetlerin sonucu olarak en çok Kürtlerin istifade ettiği sosyal politikaları Türkiye genelinde başarılı bir şekilde uygulamış, KÖYDES ve BELDES projeleri ile bölgeye önemli altyapı yatırımları götürmüştü. Tüm bunlara, siyaset dışı aktörlerin siyasal sürece müdahalesinin Kürtlerden gördüğü tepki de eklenince AKP, Doğu ve Güneydoğu’da Türkiye ortalamasının üzerine çıktı. Kürtler, rakiplerine oranla çok daha sivil bir görünüm sergilediği ve bu nedenle de Kürt meselesinin çözümüne en büyük katkıyı yapabileceklerini düşündükleri için AKP’ye teveccüh etmiş, onun yarattığı umuda oy vermişlerdi.
Oysa şu anda farklı bir tablo var. Bir yıl önce, sorunlarının çözümü konusunda ümitvar olan bölgeye bugün büyük bir gerginlik ve karamsarlık hâkim. Bir yıl önce büyük kalabalıklara seslenen Başbakan, bugün kapatılmış kepenklerle ve protestolarla karşılanıyor. Tablonun böylesine dramatik bir değişim göstermesinin altında ise, AKP’nin demokratik siyasetten uzaklaşması yatıyor.
Başbakan -en az kendisi kadar meşru olan- DTP milletvekilleriyle görüşmeyerek bir gerginlik siyaseti izliyor. Böylece DTP’yi hem hedef haline getiriyor hem de onu meşru siyaset zeminin dışına itmeye çalışıyor. Beri yanda ve daha genel olarak AKP, Kürt meselesinde demokratik söylemi terk ediyor ve her geçen gün daha fazla “devlet dili” ile konuşmaya başlıyor. Bu, Kürt sorununun varlığını inkâr eden ve “çokluk içinde birlik”i değil, ceberut bir “teklik”i dayatan militarist bir dil. Başbakan bu dili öylesine benimsemiş ki, bir gün Kürtlere “ya sev ya terk et” diyor, bir başka gün ise Kürt göstericilere karşı pompalı tüfek kullanılmasını “anlayan” bir pozisyon ediniyor.
AKP’deki bu dönüşümün üç sebebi olduğu düşünülebilir: Birincisi, kapatma davasıyla AKP’nin kıvama getirilmesi. Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin bıçak sırtı kararıyla AKP’ye asıl muktedirin kim olduğunu hatırlattı; statüko, AKP’ye ölümü gösterip onu sıtmaya razı etti. Bu noktadan sonra Etyen Mahçupyan’a göre, AKP’nin birincil önceliği sistem içindeki başat konumunu muhafaza etmek ve ayakta kalmak, yapılması gerekenler ise ikincil nitelikte. Bu nedenle AKP “belirli reformlar uğruna kendi bekasını riske atacak hiçbir adımı atma niyetinde değil.” (Taraf, 23.11.2008)
AKP’nin bu dile meyletmesinde ikinci sebep, seçime dönük hesaplar. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı coğrafyada iki siyasi aktör var: AKP ve DTP. CHP ve MHP gibi partilerin bu bölgelerde bir iddiası yok, hatta MHP gerekirse bu bölgelerde AKP’ye destek vereceğini duyurarak bu durumu kendi ağzıyla tescil etti. Bu manzara karşısında AKP, kemikleşmiş DTP tabanının kendisine oy verme ihtimalinin bulunmadığını ve bunları kazanmaya yönelik bir politika üretmenin bu aşamada gerekli olmadığını düşünüyor. Öte taraftan AKP, DTP’ye oy vermeyecek geniş bir Kürt nüfusun varlığını ve bunların kendi oylarına talip olmayan CHP veya MHP’ye oy vermelerinin mümkün olmadığını da iyi biliyor. Bu nedenle AKP, DTP’liler dışındaki Kürtler için kendilerinin dışında gerçek bir alternatif olmadığını varsayıyor ve her halükarda Kürtler nezdindeki gücünü koruyacağını düşünüyor. Kürtlerin oylarını “çantada keklik” gördüğünden olsa gerek, milliyetçi bir politikaya yaslanmaktan imtina etmiyor. Böylece hem CHP ve MHP’nin elindeki milliyetçilik kozunu alarak onları söylemsiz bırakmayı hem de milliyetçi oyların bir kısmını kendi hanesine yazdırmayı hedefliyor.
AKP’nin Kürt meselesinde devletin ipine sarılmasında üçüncü ve yapısal bir neden daha var. Bu yapısal nedenin bir boyutunu AKP’nin Kürt meselesinde somut ve uygulanabilir bir projesinin bulunmaması oluşturuyor. AKP’nin hiçbir zaman bütünlüklü bir Kürt politikası olmadı. Parti’nin Kürt açılımları, incelikle dokunmuş ve çözüme temel teşkil edebilecek bir politikadan ziyade bir niyet beyanına dayandığından savrulmalara açık oldu her zaman.
Yapısal nedenin diğer boyutunu ise, AKP içinde önemli bir konuma sahip olan Cemil Çiçek ve Abdülkadir Aksu gibi daima devletçilikleriyle temayüz edenlerin şahsında temsil edilen milliyetçi-muhafazakâr kanadın, Kürt meselesinin demokratik metotlarla çözülmeye çalışılmasından rahatsız olmaları oluşturuyor.
Bugün de bu sertlik politikaları AKP’de pek revaçta. Yalnız AKP’lilerin hatırdan çıkarmaması gereken iki husus var: Sertlikle ve “teklik”i kutsayan milliyetçi hamasetle Kürt meselesini çözmenin imkanı yoktur. Bu belki kısa vadede size birtakım şeyler kazandırabilir ama Kürt meselesinde sertleşmenin, astığım astık kestiğim kestik bir dile müracaat etmenin uzun vadede kimseye bir şey kazandırdığı görülmemiştir.
 

Paylaş Tavsiye Et