Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Filistin-İsrail sorunu ve Türkiye
TARİHİ, coğrafi ve kültürel nedenlerle Türkiye’nin Filistin-İsrail Sorunu’na yabancı kalması mümkün değildir. Orta Doğu bölgesi en son Osmanlı Devleti zamanında siyasi bir bütünlük göstermiştir ve Türkiye bölgenin dokusuna yabancı bir unsur değildir. Coğrafi anlamda Orta Doğu’nun bir parçası olan Türkiye, kültürel anlamda aynı dini inancı paylaşma ve uzun yıllar bir arada yaşamanın getirdiği ortak payda ile bölge ülkelerine yakındır. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra bölge ülkelerinin yaşadıkları farklı tecrübeler söz konusu olsa da, Türkiye 20’nci yüzyılın en önemli sorunu olma özelliğini 21’inci yüzyıla devreden Filistin-İsrail Sorunu’na ilgisiz kalmamıştır. Türkiye bu sorunun ortaya çıkmasından itibaren, farklı dönemlerde farklı tutumlar içerisine girmiştir.
Filistin Sorunu’nun uluslararası bir sorun olarak gündeme geldiği tarihlerde Türkiye daha çok güvenlik tehdidi altında dış politika belirliyordu. Burada Sovyetler Birliği’nin Türk Boğazları ve Doğu Anadolu’dan toprak talepleri nedeniyle Türkiye’nin Batı ülkeleri ile, özellikle de ABD ile yakın ilişki geliştirmeye çalıştığı zamanları görüyoruz. Buna rağmen Türkiye 1947 yılında BM’de Filistin Mandası’nın taksimi aleyhinde oy kullanarak Arap ülkeleriyle beraber hareket etti. Türkiye 1948 Arap-İsrail Savaşı’nda tarafsız kaldı; ama 1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke oldu. 1964’e kadar olan dönemde Türkiye’nin Orta Doğu ve Filistin politikası Sovyet korkusu, Amerikancılık, bölge ülkelerini küçük görme gibi unsurların etkisinde kaldı. Bu çerçevede Türkiye 1950’li yıllar boyunca Orta Doğu’da Batı kulübünün bir temsilcisi gibi hareket etti; Filistin Sorunu’na Arap ülkelerinden oldukça farklı bir yaklaşım sergiledi. Türkiye öncelikli olarak Sovyet tehdidine karşı ittifak arayışları çerçevesinde NATO’ya girdi; ABD ve İsrail’le ilişkilerini artırdı. Ayrıca Sovyetler’in Amerikan etkisini dengelemek için Orta Doğu’da Arap ülkeleriyle yakınlaşmasından da rahatsız oldu. 
1960’lı yıllardan itibaren Türkiye’nin Batı eksenli politikası ülke içinde de sorgulanmaya başlandı. 1962 Küba krizi sonrasında Türkiye’den Jüpiter füzelerinin sökülmesi, 1964 Kıbrıs Sorunu ve Johnson Mektubu, Kıbrıs konusunda BM’de Türkiye’yi Müslüman ülkelerin desteklemesi, ağırlaşan ekonomik sorunlar dış politika değişikliklerinde etkili oldu. Bu gelişmeler sonrasında Türkiye Orta Doğu ülkeleri ile ilişkilerine daha fazla özen gösterdi ve İslam Konferansı ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdi. Bu çerçevede Filistin-İsrail Sorunu’nda daha dengeli bir yaklaşım sergiledi. Bu değişimin en önemli göstergesi Türkiye’nin 1967 Savaşı sırasında İncirlik Üssü’nün İsrail’i desteklemek için kullanılmasına izin vermemesi ve Arap ülkelerine yapılan insani yardım faaliyetlerinde aktif olarak yer almasıydı. Aynı şekilde BM’de de Arap ülkeleriyle beraber hareket ederek İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi için oy kullandı. Yine 1969’da Mescid-i Aksa’nın yakılması üzerine gerçekleştirilen İKÖ toplantısına Dışişleri Bakanı seviyesinde katılan Türkiye, Arap ülkeleriyle yakınlaşmasını devam ettirdi.
1973 Savaşı sırasında da Türkiye benzer politikalarını sürdürdü. Ülkedeki üslerin ABD tarafından İsrail’e yardım etmek içim kullanılmayacağını duyuran Türkiye, Mısır ve Suriye uçaklarına yakıt ikmali yapmaya giden Sovyet uçaklarının hava sahasını kullanmasını engellemedi. Bu yıllarda petrol ambargosu sonrasında fiyatlarda meydana gelen yükselme, kötüleşen ekonomik durum, Kıbrıs müdahalesi nedeniyle ABD ile ilişkilerin bozulması, CHP-MSP koalisyonu gibi faktörler Türkiye’nin Filistin Sorunu’nda dengeli bir politika izlemesine neden oldu. Bu yıllarda Arap ülkeleriyle iyi ilişkiler kuran Türkiye, bir yandan Filistin hareketini desteklerken, diğer yandan gelen eleştirilere rağmen, İsrail’le ilişkisini, seviyesini düşürse de tamamen koparmadı.
1979’da imzalanan Camp David Anlaşması, Mısır gibi önemli bir Arap ülkesinin İsrail’le temasa geçmesini beraberinde getirdi ve Türkiye bu alanda yalnızlıktan kurtuldu. 1980 sonrasında Türkiye’nin Filistin Sorunu’na yaklaşımını darbe sonrası yalnızlık ve ekonomik sorunlar gibi unsurlar etkiledi. 1990’a kadar olan süreçte İsrail’in Kudüs’ü ilhak etmesi, Türkiye’nin yaşadığı ekonomik zorluklar ve yeni ekonomik politikalar çerçevesinde Arap ülke pazarlarına olan ihtiyacı ilk yıllarda bu konudaki politikasını şekillendirirken, 1985 sonrasında İsrail’le ilişkilerin yeniden iyileşmeye başladığını görüyoruz. Türkiye bu dönemde ekonomik faktörler etkisinde bir dış politika izledi. Bu çerçevede temel amaç petrol elde etmek, bu petrolün bedelini yavaş yavaş ödemek, ülke içinde yatırım için yabancı sermaye çekmek ve Arap ülkelerine olan ihracatı artırmaktı. Bu faktörler Türkiye’yi Arap ülkelerine ve Filistin’e yakınlaştırırken, Türkiye kökenli sol grupların FKÖ’nün Lübnan kamplarında eğitim alması güvenlik endişeleri açısından Türkiye’nin İsrail’le yakınlaşmasının zeminini hazırladı. Aynı şekilde ABD’deki Yahudi Lobisi de Türkiye’ye baskı yaparak İsrail’le ilişkilerini iyileştirmesini istiyordu. 1985 sonrasında ABD’den gelen baskılar ve Filistin-İsrail Sorunu’nun çözümü için her iki tarafla da iyi ilişkiler geliştirme gerekliliği nedeniyle Türkiye İsrail’le olan ilişkilerini geliştirmeye başladı.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Körfez Savaşı gibi önemli gelişmeler Filistin Sorunu’nu ciddi şekilde etkiledi. Bu dönemde Türkiye yakın çevresine ilişkin olarak daha aktif bir dış politika izlemeye başladı. 30 Ekim 1991’de başlayan Filistin-İsrail Barış Süreci Türkiye’nin Filistin Sorunu’na yaklaşımını etkileyen diğer önemli bir faktördü. Bu çerçevede İsrail’in bölgedeki meşruiyeti daha az sorgulanır oldu, Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini geliştirmesine gelecek tepkiler de azaldı. Ayrıca PKK nedeniyle artan güvenlik endişeleri ve büyük silah modernizasyonu programları gibi faktörler Türkiye-İsrail ilişkilerini etkiledi.
1996 yılına kadar geçen dönem içerisinde Türkiye hem Filistin tarafıyla hem de İsrail tarafıyla ilişkilerini artırmak için çaba gösterdi ve bu konuda bir denge gözetti. 1996 yılında iki ülke arasında imzalanan Askeri Eğitim ve İşbirliği, Serbest Ticaret Anlaşması ve Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşmaları bundan sonra Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkinin hangi alanlarda yoğunlaşacağını gösteriyordu. Bu anlaşmalarla beraber Türkiye uygulamakta olduğu denge politikasından uzaklaşarak, İsrail’le oldukça yakın bir işbirliğine girdi. Bu yakınlaşmaya çeşitli Arap ülkelerinden ağır eleştiriler gelse de, Filistin Yönetimi’nin eleştirileri o kadar sert olmadı. Bunun sebebi ise, bu ilişkiler vasıtasıyla Türkiye’nin Filistinliler için İsrail nezdindeki itibarını kullanması ve Filistin-İsrail barışı için daha çok çaba göstermesi isteğiydi.
Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve yakalanması sonrasında güvenlik endişelerinde meydana gelen azalmayla birlikte, İsrail’le olan ilişkilerin bölge ülkelerinden gördüğü tepkiyi göz önüne alan Türkiye, Filistin sorunu konusunda yeniden daha dengeli bir politika izlemeye başladı. Aynı dönemde İsrail’de Ehud Barak’ın Başbakan olması sonrasında barış umutlarının yeniden artması da Türkiye’nin oynayabileceği yardımcı rol için zemin hazırladı. Bu yönde Türkiye’nin çeşitli girişimleri ve taraflar arasında yakınlaşmaya yardım edecek çabaları oldu. Burada Filistin tarafı Türkiye’nin bir arabulucu gibi hareket edip daha aktif bir rol oynamasını isterken, ABD’nin arabuluculuğundan memnun olan İsrail, Türkiye’nin oynayacağı rolün yardımcı nitelikte olması gerektiğine inanıyordu.
İkinci İntifada sürecinde meydana gelen şiddet olayları nedeniyle Türkiye kamuoyunda İsrail’e yönelik çeşitli eleştiriler oldu ve Türkiye’yi ziyaret eden İsrail’li yetkililer protestolarla karşılaştı. Bununla birlikte Türkiye’nin İsrail’le ilişkisi çok üst seviyede ve çok gündemde olmasa da belli bir seviyenin altına düşmeden devam etti.
Türkiye Barış Süreci’nin sekteye uğramasından rahatsız olmakta ve bunu her seferde dile getirmektedir. Türkiye’nin bölgede aktif rol oynaması, Filistin ve İsrail arasında barış ikliminin varolması ile yakından ilgilidir. Türkiye son yıllarda sorunun çözümü için oldukça aktif bir rol oynamaktadır. Sahip olduğu imkanlar göz önüne alınırsa sorunun çözümü için gösterdiği çaba olumlu sonuçlar verebilir. Türkiye bu sorunla ilgili olarak her iki taraf nezdinde de belirli bir ağırlığa sahip olan bir ülke konumundadır. Türkiye’nin, taraflar arasında iletişim kopmadığı sürece oynayabileceği ekonomik, kültürel ve askerî birçok rol vardır. Bu faktörlerin bilincinde hareket ettiği ölçüde hem kendisi, hem de bölge barışı açısından yararlı sonuçlara ulaşmak mümkün olacaktır.

Paylaş Tavsiye Et