Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Ekonomi
Yunanistan ekonomisinde deprem
Nihat Gümüş
KÜRESEL kriz terkibinin dillere pelesenk olduğu günlerden geçiyoruz. Dünya yeni bir dönüşüm fırsatıyla karşı karşıya. Ancak karar alıcılar, küreselleşmenin faydalarının daha adil ve hakkaniyetli paylaşılması esasına ve ulus-devletlerin sanal sınırlarını ortadan kaldırıp dünya vatandaşlığı kavramına dayalı insan odaklı bir dünya yönünde adım atmak yerine, 1815’te Viyana’da, 1945 sonrasında ise Bretton Woods’ta kurgulanmış sistemin daha da kemikleşmesi yönünde davranmaya devam ediyor. Ulus-devletler güçleniyor. Daha az güçlü ulus-devletler ise krizin etkilerini gidermek için açtıkları kesenin ağzını ne ölçüde kapatabilecekleri kaygısıyla yüzleşiyor.
Avrupa Birliği (AB)’nin küçük ama gururlu üyesi Yunanistan da son üç aydır bu meydan okumayla yüzleşiyor. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının, küresel piyasalarda Yunan bono ve tahvillerinin notlarını geri ödenmeme riskinin artması gerekçesiyle düşürmesi üzerine ülke ekonomisinde yaşanmakta olan kriz ayyuka çıktı. Ülkenin kriz sürecinde kamu harcamaları yoluyla iç talebi canlandırma yönünde atmış olduğu adımlar sonucunda artan bütçe açıkları ve kamu finansman yönetişimine ilişkin kaygılar, AB ortalamasının üstünde seyreden enflasyon, %10’a yaklaşmış işsizlik ve hepsinden öte yükselen sosyal patlama riski, Yunanistan ekonomisinin oldukça ciddi büyüklükte bir meydan okumayla yüzleştiğini gösteriyor.
Halihazırda temel makro ekonomik büyüklükler bağlamında incelediğimizde Yunanistan ekonomisinin şöyle bir görünümü var: Yunanistan kişi başına düşen yaklaşık 32 bin dolarlık gelir ile (ki bu rakam 340 milyar dolarlık toplam yıllık gelire karşılık geliyor) AB ortalamasının üzerinde bir ekonomik paya sahip. Yurtiçi hasıla, Avrupa Para Birliği’ne geçilen 2000 yılından 2007’ye kadar AB ortalamasının üzerinde bir büyüme trendi izledi. Ancak krizle birlikte ekonomik çıktı 2008’de %3, 2009’da ise % 2,5 daraldı. Enflasyon 2000 yılında %4 civarında iken, azalan talep sebebiyle 2009 yılında %1 düzeyine çekildi. Ülkenin en önemli problemi ise %10 düzeylerine fırlamış olan işsizlik. Ekonominin bileşenlerine baktığımızda ise hizmet sektörü ekonominin %75’ini oluşturuyor (özellikle turizmin GSYH içerisindeki payı %15). Sanayinin payı ise %20 civarlarında.
Buraya kadar her şey, en azından dünyanın geri kalanından çok da farklı görünmüyor. Peki, Aralık ayında başlayan sürecin altında yatan temel sebepler nelerdir? Bu krizin hem Yunanistan’ın iç yapısına hem de AB’ye bakan iki yönü bulunuyor. İlk olarak Yunanistan ekonomisi her ne kadar liberal bir görünüm arz etse de kamu sektörünün toplam gayri safi hasıla içindeki payı %40’ları buluyor. Özellikle krizle birlikte kamu harcamaları 2009 yılında %10 artış gösterdi. Bunun sonucunda Maastricht Kriterleri’ne göre %3 olması beklenen bütçe açığının GSYH’ye oranı 2009’da %12’ye, yine aynı kriterlere göre %60 olması gereken toplam kamu borç stokunun GSYH’ye oranı ise %108 düzeyine ulaştı. Ayağını yorganına göre uzatmamanın, hoyratlığın bariz örnekleri olan bu rakamların yanı sıra uluslararası piyasaların Yunanistan’ın borç enstrümanlarına olan güveninin sarsılmasına sebep olan daha önemli bir husus ise Yunan hükümetinin bu borçları ödemekte kullanacağı kaynağı nasıl elde edeceğine ilişkin neredeyse hiçbir planının olmaması. Aslında ekonomi politikalarının yönetişimine, ekonomik bilginin şeffaf ve zamanında paylaşılmasına yönelik uygulamalar bağlamında Yunanistan’ın hali gerçekten içler acısı. Devlet kurumlarının bilgi paylaşımları oldukça sınırlı. Var olan bilgiler ise çok eski. Ülke büyürken sorun olmayan bu tür meseleler, işler kötüye giderken güvenin yeniden tesis edilmesi gerektiğinde kralın aslında öteden beri oldukça çıplak olduğunu ortaya koyuyor. Yunanistan’ın, bütçe açığının GSYH’ye oranını önümüzdeki yıl %9 civarına çekmek amacıyla geçtiğimiz aylar içerisinde hazırladığı iki kemer sıkma programı uluslararası camiada, özellikle AB nezdinde yeterince destek görmedi. Bunun sebebi programların harcamaları kısmak ve sosyal güvenlik sisteminde düzenlemeler yapmak yerine esas itibarıyla vergi kaçaklarının önlenmesi üzerine odaklanmasıydı. Bu planların fazla kabul görmemesi Yunan hükümetinin Mart ayı başında esas itibarıyla sosyal güvenlik sisteminin ele alınmasına dönük yeni bir planı gündeme almasına sebep oldu.
Sorunun AB’ye bakan veçhesi ise Yunanistan’ın krizden çıkabilmek için artırdığı kamu harcamalarını karşılamakta kullanacağı borçları alırken AB içerisindeki bütünleşmeye ve bir sorun çıktığında AB’nin ortak hareket edebileceğine gereğinden fazla inanmış olması. Oysa kriz dünya genelinde ülkelerin ekonomik sorunlarını ulusal düzeyde ele alma sürecini tetikledi. Ulus-üstü gözüken tüm yapılanma ve ortak politika geliştirme çabaları sekteye uğruyor. Hiç şüphesiz bundan en çok zarar gören kurumlardan biri de Avrupa ekonomik bütünleşme projesi. Yunanistan’ın sorunlarının açığa çıktığı günden itibaren AB’den gelen çelişkili açıklamalar da bu durumu yansıtıyor. Bir yandan Avrupa Para Fonu (EMF) adında bir fonun kurularak bu kurumun zor durumdaki birlik ülkelerine likidite desteği sağlayacak bir son kredi mercii gibi örgütlenmesi ve bu yolla Yunanistan’a da destek olunması yönünde birlik fikrini besleyen düşünceler dile getiriliyor. Öte yandan kamu ekonomi yönetişimini iyileştirmemesi durumunda Yunanistan’ın AB’den çıkarılabileceğini öne sürecek kadar ileri gidebilen fikirler de basına yansıyor.
Sonuç olarak Yunanistan’ın içinden geçtiği durum hem ülkenin kendine özgü ekonomik yapısının hem de AB içerisindeki bütünleşme sorununun bir parçası olarak ele alınabilir. Yunanistan, kamu mali yönetimini ciddi bir revizyondan geçirmek durumunda. Gerek kamu harcama disiplininin sağlanarak finansal baskınlığın ortadan kaldırılması gerekse şeffaf ve güncel ekonomik bilgi yönetişiminin geliştirilmesi noktalarında Yunanistan’ın kat etmesi gereken çok mesafe var. AB üyeliğine dayanarak, uluslararası piyasalardan destek bulabilme evresi geçmiş görünüyor.
Öte yandan kamu borçları krizinin sadece Yunanistan’la sınırlı kalmayabileceği, sorunun İspanya, İrlanda, Portekiz gibi diğer AB ülkelerine de yayılabileceği yönündeki yorumlar, Yunanistan özelinde yaşananların salt bir ülkenin hoyratlığı ile açıklanamayacağını da gösteriyor. Sorun AB’yi oluşturan merkez ülkeler (İngiltere, Fransa ve Almanya) ile çevre ülkeler arasındaki bütünleşme problemini ortaya koyması bağlamında kritik bir öneme sahip. Avrupa Merkez Bankası’nın para politikaları üzerinde etkisi büyük olan ülkeler, çevre ülkelere nispetle krizin etkilerini azaltma doğrultusunda daha otonom hareket etme hakkını kendilerinde görebiliyor. Küreselleşmenin siyasal alandaki en önemli örneği olan Avrupa bütünleşmesi projesi devam edecekse, başta merkez ülkeler olmak üzere tüm üyelerin Yunanistan’daki problemlere ilgisiz kalmaması, ortak bir politik ve ekonomik çözüm bulabilme vizyonundan vazgeçmeyip ekonomi politikalarını ulus-devletlerin sınırlarına hapsetmemesi gerekiyor.
 
* 25-26 Mart’ta Brüksel’de gerçekleştirilen AB Zirvesi’nde liderler, Yunanistan’a yardım konusunda anlaştı.

Paylaş Tavsiye Et