Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (April 2010) > Dosya > Türkiye’de girişimcilik kültürünün dönüşümü
Dosya
Türkiye’de girişimcilik kültürünün dönüşümü
Sadık Ünay
OSMANLI’NIN duraklama döneminden bu yana bu topraklarda ortaya konan “büyük” küresel iddialar ile yerel dinamiklerin ürettiği “mütevazı” gerçeklikler arasındaki makasın gittikçe açılmasına sebep olan en önemli faktörlerden birinin hem yerel değerler, sosyal doku ve kurumlar ile barışık hem de küresel rekabet gücüne sahip bir girişimci grubunun eksikliği olduğunu belirtmek yanlış olmaz. Avrupa tecrübesinde ulus-devlet yapılanmasında ön alan, ekonomik açıdan devlet ve kiliseye karşı temel özgürlük alanlarını genişleten, Sanayi Devrimi ve sömürgecilik süreçleriyle küresel nitelik kazanan ve bilgi ekonomisine geçişle birlikte yenilikçiliğin önderi olan “agresif girişimci” tiplemesi bize oldukça yabancı. Bunun yerine, Levantenler örneğinde yabancı siyasi ve ekonomik merkezlerle, Cumhuriyet dönemi burjuvazisinde ise daha çok yerel güç odaklarıyla kurdukları yakın ilişkilerden etkinlik devşiren oldukça politize ve yarı-kamusal nitelikli aktörlerden söz edebiliriz. 
Jöntürklerin Listiyan “milli iktisat” politikaları ile türetmeye çalıştıkları “milli ekonomik bilinç” ve “milli burjuvazi” nosyonları geride kalan bir yüzyıllık süreç boyunca küresel sistemde ve Türkiye’deki onca değişime rağmen idealize edilmiş birer proje olarak kalmaya devam etti. Farklı tarihsel periyodlarda farklı siyasi aktörlerin destekleriyle palazlanan yerli girişimciler ekonomik rasyonaliteden, yerel değer ve sosyal önceliklerden, küresel ekonomik realitelerden izole biçimde korunaklı limanlarda yeşerip zenginleştiler. Bu anlamda “girişimci”den ziyade “burjuva” hatta “komprador” tanımını daha çok hak ettiler aslında. Siyasi rejimin Batılılaşma ve modernleşme gibi sosyal mühendislik projelerine angaje olup siyasi-ideolojik aktörler olarak işlev görmek, bunun karşılığında da küresel rekabet şartlarından korunan iç piyasada büyümek her zaman daha erişilir bir hedef oldu onlar için. Yabancı sermaye ile kurdukları ilişkilerde de yine Levantenleri anımsatır biçimde acentalık/montajcılık düzeyini aşamadılar uzun süre; küresel aktörlere meydan okuyup dünya piyasalarına açılmak yerine onlara eyvallah ederek küçük denizlerde hayatta kalmak vizyonlarına daha uygun düştü. Erken Cumhuriyet döneminin “iliştirilmiş” sermaye grupları ya gerçek anlamda milli değildiler ve genel anlamda bir ulusal çıkar algılamasını temsil etmiyorlardı ya da küresel rekabet şartları ve ekonomik rasyonaliteden o kadar kopuktular ki yarı-kamusal aktörler olmadan hayatta kalabilmeleri mümkün değildi.
Tek parti döneminin yarı-zamanlı girişimcilerinin yerlerini çok partili hayata geçişle birlikte daha heterojen ama yine siyasi güç merkezleriyle dirsek teması içindeki bir girişimci sınıfı aldı. 1960 sonrasının ithal ikamesi ve kalkınma planlamasına dayalı ulusal sanayileşme anlayışı da, toprak ağalarından yerli sanayicilere görece bir kaymayı ifade etmekle birlikte, dünyadan izole bir girişimciler güruhunun yaşaması için gerekli destek mekanizmalarını sağlıyordu. Türkiye’nin devletçilik ve ithal ikamesi dönemlerinde elde ettiği hatırı sayılır sanayileşme tecrübesi ve altyapısına rağmen kendi gelişmişlik seviyesinde pekçok ülkeye benzer kalkınma sıçramaları yapamamasında yine “bebe sanayi”lerini bir türlü büyütemeyen bu korumacı girişimcilik kültürü yatmaktaydı.
İşte önce bürokrat sonra da siyaset adamı olarak Turgut Özal’ın yönetiminde gerçekleşen ve kimi çevrelerin serbest piyasa ekonomisine geçiş, kimilerinin ise neoliberal açılım olarak değerlendirdikleri dönüşümün aslında en büyük yansıması bahsettiğimiz bürokrasi-burjuva ittifakının kırılmaya başlamasıdır. Jöntürkler’den 20.yüzyılın son çeyreğine kadar ekonomik milliyetçilik söylemleri altında siyasi elitlerle sarsılmaz bir ittifak kurmuş olan statik yerli burjuvazi, en önemli dayanağı olan korumacı izolasyon duvarlarını 1980 sonrası dönemde bir bir yitirmeye başladı. Etkin bir denetim mimarisinin oluşturulması noktasında önemli problemler yaşanmış olsa da, küresel entegrasyon dinamiklerinin tetiklediği paradigmatik dönüşüm küresel rekabetten izole sermaye birikimi geleneğini ağır ağır tarihin tozlu raflarına yolladı. “Washington Mutabakatı” çerçevesinde ülkenin ticaret, yatırım ve sermaye alanlarının oldukça hızlı ve hazırlıksız biçimde küresel rekabete açılması, sonu finansal krizlere giden bir dizi olumsuz gelişmeyi tetikledi ve “Post-Washington Mutabakatı”nı yansıtan denetim reformları ancak 2000-2001 krizlerinin ardından gerçekleştirilebildi. Ancak bütün bu toz duman arasında gerçek anlamda bir girişimci kesiminin oluşmasına yönelik gelişmelerin de önü açılmış oldu.
1980 sonrası dönemde öne çıkan ekonomik liberalizasyon, devletin küçültülmesi, ihracat odaklı büyüme gibi hedefler Türkiye’nin genel girişimci profilinde ve başlıca iş çevrelerinin devlet-özel sektör ilişkisine patrimonyal yaklaşımlarında ciddi bazı değişikliklerin habercisiydi. Artık ithal ikameci sanayileşme dönemi bitmiş, küresel standartlar eşliğinde rekabet ortamının açılacağı ilan edilmişti. Kimi suistimallere rağmen Türk sanayicileri ve girişimcilerinin yavaş yavaş dış pazarlara açılmaları, ihracat odaklı bir düşünce yapısına doğru kaymaları, küresel gelişmeleri daha yakından izlemeleri ve küresel aktörler ile daha yakın ortaklıklara girişmeleri hep bu dönemde biraz da deneme-yanılma metoduyla gerçekleşti.
Konya, Kayseri, Denizli, Gaziantep gibi Anadolu şehirlerinde ortaya çıkan KOBİ dinamizminin ve TÜSİAD tekelini kırarak küresel piyasalarda kendine yer arayan daha yerli, daha sahici, belki daha tecrübesiz ama kesinlikle daha yaratıcı bir girişimci sınıfının ortaya çıkması işte bu gelişmelerin sonucu olarak gerçekleşti. Doğal olarak siyasi alanda da bu değişim dalgalarının yansımaları görüldü ve son dönemde özellikle AK Parti Anadolu’daki bu yeni girişimci kesimleri temsil eden geniş tabanlı bir siyasal hareket olarak algılandı. Yine MÜSİAD ve TUSKON gibi meslek örgütlerinin artan temsil tabanı ve ekonomik önemleri de Cumhuriyet döneminde yekpare bir görüntü arzeden girişimci grupların çeşitlenmesini belgeler bir nitelik arz etmeye başladı. Son dönemde Latin Amerika, Afrika ve Doğu Asya gibi bölgelere yapılan dış politika açılımları da bu dinamik yeni nesil girişimcilerin küresel entegrasyon azimleriyle bir sinerji oluşturarak Türkiye’nin yeni siyasi ve ekonomik ağırlık merkezi hakkında ipuçları verdi.
Geride kalan otuz yıllık dönüşüm performansına bakıldığında Türk girişimcilik kültürünün İstanbul ve TÜSİAD merkezli, elitist, Atlantik bağlantılı ve devlet destekli eski kalıplarından sıyrılıp İstanbul ve Anadolu sathına dağılmış çok merkezli, halka daha yakın, bürokratik oligarşiden beslenmeyen yeni bir hatta doğru kaymakta olduğu açıktır. TÜSİAD içerisindeki eleştirilerin ve “önemimiz azalıyor” yönlü kaygıların kaynağını da bu sistemik kaymada aramak gerekir. Nitekim değişim rüzgarlarının gücü orada da bir sivil toplum örgütü olarak kalabilme güdüsünü ortaya çıkarmış ve hem bir liderlik hem de radikal tavır değişikliğine giden yolu açmıştır. Ancak burada girişimcilik dinamizmini, temsil örgütlerinin belli bir siyasi hareket ya da iktidarla paralel görüşler taşımasına ya da yeni siyasi koruma alanları oluşturmasına indirgemek doğru olmaz. Aksine, Türkiye eğer büyük bir devlet ve “merkez ülke” olacaksa bunu siyasi-bürokratik ve girişimci sınıfları arasında ulusal çıkarların tanımlanması ve onlara ulaşmada kullanılacak temel araçların belirlenmesi noktasında asgari bir uzlaşma sağlamadan başaramaz. Devlet, kamusal aklı ve strateji belirleyici milli iradeyi önemseyerek; girişimciler ise toplumsal dinamizmi ve belirlenen stratejilerin başarıyla uygulanması için gerekli mikro adımların atılmasını sağlayarak birbirlerini desteklemelidirler.
Bilgi ekonomisine dayalı yeni dönemde başarılı olabilmek için yeni fikirlerin yeşereceği özgürlük ortamının teminat altına alınması, üretken aktörler ile istismarcı ve spekülatörleri ayrıştırıcak etkin denetim mekanizmalarının oluşturulması ve sivil toplumdan kaynaklanan girişimcilik enerjisinin stratejik bir vizyon içinde doğru mecralara kanalize edilmesi şarttır.

Paylaş Tavsiye Et