Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (December 2009) > Türkiye Siyaset > Asker-sivil ilişkilerinde dengeler değişiyor
Türkiye Siyaset
Asker-sivil ilişkilerinde dengeler değişiyor
Sezgin Tunç
DEMOKRATİK Açılım süreci, Ergenekon Davası ve birbiri ardına ortaya çıkan darbe ve kaos planları, Türkiye gündemindeki yerini korumaya devam ediyor. Her ne kadar ayrı konular gibi görünse de, başlıkların aslında birbirleriyle oldukça bağlantılı olduğu gerçeği, tarafların karşılıklı hamlelerinden de açıkça anlaşılıyor.
Geçtiğimiz aylarda, Ergenekon Davası’nın hâkim ve savcılarına yönelik Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) müdahalesi ile patlak veren kriz, kamuoyunu uzun süre meşgul etmişti. Haziran ayında ortaya çıkan darbe ve kaos planlarının altındaki Albay Dursun Çiçek’e ait imzanın gerçek olduğu Adli Tıp Kurumu tarafından geçtiğimiz günlerde tespit edildi. Devamında, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na yapılan tartışmalı baskından sonra hâkim ve savcıların dinlendiği iddiaları patlak verdi. Ancak, dinlemelerin aslında hâkim kararıyla yapılmış olduğu anlaşıldı. Bunun hemen ardından, HSYK tarafından atanan hâkimlerin nöbetçi üye olarak heyette yer aldığı İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi, Albay Dursun Çiçek hakkında serbest bırakma kararı verdi. Dinleme krizi ve serbest bırakma kararını bu kez, Ergenekon soruşturması kapsamında ele geçirilen Poyrazköy cephaneliğinden sonra tutuklanan bir sanığın ofisinde bulunan ve 2009 Mart’ında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde hazırlanmış olduğu iddia edilen dehşet verici yeni bir planın ortaya çıkışı izledi. “Kafes” isimli bu plana göre tehdit, baskı ve hatta suikastlarla gayrimüslim azınlıklar hedef alınacak, suçlu olarak AK Parti gösterilecek ve böylece hükümet dış destekten yoksun bırakılacaktı.
Tarafların karşılıklı hamleleri, adeta göğüs göğüse ve yumruk yumruğa bir kavgayı andırıyor. Ancak bu kavgada kurallar değişmediği müddetçe kavganın galibinin de değişmeyeceği ortada. Zira kurallar, bir tarafın diğerine belden aşağı vurmasına izin veriyor. Fiilî durumun veya konjonktürün belden aşağı vurmayı ayıplamaya müsait oluşu, bu vuruşların meşruiyeti ve yapılma imkânını ortadan kaldırmaya yetmiyor. Mütemadiyen mağlup bırakılan tarafın, yani sivil siyasetin, elinin belki de en güçlü olduğu bu dönemde, adil olmayan bu kuralları yeniden tanzim etmesi artık bir zorunluluk.
Türk siyasi hayatında, sivil siyasete ve demokratik sürece karşı belden aşağı hamlelerin kaynaklarının bu bağlamda irdelenmesi gerekiyor. Bir bütün olarak oldukça eşsiz nitelikte olan 1961 tarihli Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi, TSK’nın görevini “Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır” şeklinde açıklıyor. Tabii buradaki “kollamak ve korumak” ifadesi, her türlü yoruma açık. Yine İç Hizmet Kanunu’nun 43. maddesinde ise TSK’nın “her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışında ve üstünde” olduğu belirtiliyor. Ancak burada tarif edilen siyaset üstü konumun, askerî zihniyette siyaset dışı olmak anlamına gelmediği, aksine hiyerarşik bakımdan siyasetin amiri olduğu şeklinde anlaşıldığını belirtmek gerekiyor. Nitekim TSK’nın bugün yüklendiği işlev ve pratik de bu anlayışı doğruluyor. Dolayısıyla, İç Hizmet Kanunu’nun, TSK’nın siyasete müdahalesinin dört başı mamur yasal gerekçelerini barındırdığı anlaşılıyor.
İç Hizmet Kanunu’nun nasıl uygulanacağını gösteren İç Hizmet Yönetmeliği’nin “Mesleğe Karşı Vazifeler ve Vasıfları” başlığı altında yer alan 85. maddesinde ise “TSK’nın vazifesinin, Türk yurdu ve Cumhuriyetini içe ve dışa karşı lüzumunda silahla korumak” olduğu belirtiliyor. Her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışında ve üstünde olmayı siyasete müdahale etmek şeklinde anlayan bir ordunun, “içe karşı” ve “silahla” ifadelerinden ne anladığı ise daha fazla yoruma gerek bırakmıyor. Bu durumda, kanuni anlamda gerektiğinde içe karşı silahla koruma ve kollama görevi ile hiyerarşik olarak siyaset üstü konumda bulunan bir ordunun, toplumsal mühendislik ötesi plan ve projeler üretmesi, bu projeleri uygulaması ve böylece sivil siyaseti imkansız hale getirmesi de anlaşılır görünüyor.
Tüm bu olup bitenlere karşı, bir kısım medyanın güncel darbe girişimlerini kamuoyuna taşıma biçimi, polisiye boyutun ötesine geçmiyor ve adeta olayın vahameti ayrıntılara kurban ediliyor. Örneğin, darbe planı ve içeriği, darbe planının ıslak imzalı aslının ve ihbar mektubunun kim tarafından gönderildiği ve Albay Dursun Çiçek’in dramı ile perdeleniyor. Diğer bir kısım medyanın da, katı ve tarafgir yayınları, Ergenekon Davası örneğinde davanın marjinalleşmesine, darbe ve kaos planları örneğinde ise esasında gerçekliğinden şüphe edilmemesi gereken haberlerin inandırıcılığının zayıflaması ve kamuoyu desteğinin azalmasına neden oluyor. Bu arada, bilgi bombardımanına maruz bırakılan Türkiye kamuoyunun kendisine yönelik darbe tehditlerine karşı duyarlılığı artmıyor, aksine azalıyor. Toplumun temsil makamı olan sivil siyasetin de, duyum eşiğinin yükselmesine bağlı olarak kendine yönelmiş yapısal tehditlerin ne kadar farkında olduğu net bir soru işareti.
Öte yandan, yargının bir kısmının bu süreçte ortaya koyduğu performans da dikkat çekici. Adaleti ayakta tutması gereken yargının, bazı karar ve uygulamaları ciddi bir biçimde tartışılıyor. Bu anlamda yargının kapsamlı bir değerlendirmeyi gerektiren bir kısım pratiğinin, uzun vadede bile telafisi güç zararlara neden olması muhtemel.
Türkiye’de siyasetin boşluk kabul etmediği bir gerçek. Sivil siyasetin boş bıraktığı alanın askerî ve sivil bürokrasi tarafından doldurulacağından şüphe yok. Bundan dolayı sivil siyaset, kendi aleyhine tanzim edilmiş bir düzeni değiştirebilmesi için yakalanan bu tarihî fırsatı iyi değerlendirmeli. Türkiye’nin darbeci kişi, kurum ve zihniyetlerin hesap verebileceği bir hukuk düzenine ihtiyacı var. Bunun için halk tarafından iktidara getirilen hükümetlerin de, darbeci kişi ve kurumların son süreçteki cüretkâr hamlelerine karşı, en az onlar kadar cesur ve kendine güvenen bir tavır sergilemesi gerekiyor. Çünkü darbeci zihniyetin en çok sevdiği siyasetçi tipi cesaretten ve özgüvenden yoksun siyasetçidir.
Devletin tüm vatandaşlarıyla ilişkileri normalleşme yolunda. Bu süreçte, sivil siyasetin sağlam bir hukuki zemini oluşturması da hayati önem arz ediyor. Zira Türkiye’de bütün siyasi sorunların temelinde darbelerle şekillenmiş asker-siyaset ilişkilerindeki dengesizlik yatıyor. Türkiye, bu problemi çözdüğü, sembolik olarak da Genelkurmay Başkanlığı’nı Milli Savunma Bakanlığı’na bağladığı gün, gündemdeki sorunlarının üstesinden gelmiş olacaktır. Her şeye rağmen, Ergenekon Davası, Demokratik Açılım, ifşa olan darbe girişimleri ve darbeci zihniyetlerin tasfiyesi konusunda Türkiye’nin artık dönüşü olmayan bir yola girdiğinden kuşku yok. Çünkü cin şişeden çıktı bir kere. Ve bu kez şişeden çıkan iyi huylu bir cin…

Paylaş Tavsiye Et