Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2009) > Topluyorum > Farklı açılardan açılım
Topluyorum
Farklı açılardan açılım

 

Evet arkadaşlar, geçen ay TopluYORUM’u “Bakalım önümüzdeki ay yaz tatilinin rehavetine girebilecek miyiz?” diyerek bitirmiştik. Bazılarımız tatillerini yapsa da, ülke gündemi pek tatil yapmadı. Tam tersine çok daha hararetli bir ay yaşadık. O nedenle bu akşam bizi oldukça yoğun bir tartışma bekliyor. Geçtiğimiz ayki yoğun gündem daha çok Kürt açılımı veya demokratik açılım olarak nitelendirilen konu etrafında şekillendi. Bunun yanında Ergenekon’da Üçüncü İddianame açıklandı, Birinci İddianame’nin duruşmaları yeniden başladı. Ayrıca ekonomide yavaş da olsa toparlanma işaretleri görülmeye başlandı. Hem iç gündemi hem de dış gündemi ilgilendiren bir olay olarak Rusya ile önemli anlaşmalar imzalandı. Yurtdışında da oldukça hareketli bir yaz yaşandı. Kafkaslar ve Irak’ta şiddet olayları ve bombalamalar yazın hararetini artırdı. Afganistan’daki seçimler ise tüm dünyanın gündemini işgal eden diğer bir dış gelişme idi. Ama ben, bekleyeceğiniz gibi, Demokratik Açılım ile tartışmamızı başlatalım diyorum.
Hükümet oldukça önemli bir adım atarak Kürt sorununa kalıcı bir çözüm bulmak için harekete geçti. Meclis’in tatilde olması siyasi gündemin de tatile girmesini gerektirmedi. Gerçi Meclis, başkanını seçmek üzere kısa süreli bir araya geldi ama sonra tatiline devam etti. Hükümet ise cesaret göstererek ve risk alarak demokratik adımlar yoluyla terörü tamamen ortadan kaldırmayı hedefleyen bir girişim başlattı. Başlatılan bu girişim ile toplumda önemli bir sinerji oluşturuldu. Farklı kesimlerden pek çok kişi ilk defa sorunun çözümüne bu kadar yakın olduğumuzu düşünmeye başladı.
O kadar emin olma. Bazı kişiler ve gruplar, hükümete ateş püskürüyor. Bu tartışmalar sonrasında aynı zamanda ciddi bir bölünme de ortaya çıktı. Bu siyasi partiler için geçerli olduğu kadar toplumsal anlamda da geçerli. MHP ve CHP oldukça sert bir tutum izleyerek hükümet ile görüşmediler. MHP süreci tamamen reddederken, CHP biraz da içerik hakkında yeterli bilgi sahibi olmaması ile ilişkilendirdi muhalefetini. AK Parti bu adımı ile mayınlı bir tarlaya girdi aslında. Bu açılımın altında da kalabilir yani.
AK Parti yapması gerekeni yaptı. Bana sorarsanız çok fazla da alternatifi yoktu. AK Parti Güneydoğu’da daha önceki hükümetlerin çok üzerinde yatırım yapmış olsa da, son yerel seçimler bölgede siyasi ve kültürel taleplerin de en az ekonomik talepler kadar önemli olduğunu gösterdi. Ayrıca AK Parti’nin, aldığı desteğin durağanlaşmasının ve muhtemel bir çözülmenin önüne geçebilmek için yeni bir girişim başlatması gerekiyordu. Bunu sadece siyaseten yapıyor demiyorum ama Türkiye siyasetinde kalıcı bir aktör olabilmesi için AK Parti’nin yeni bir heyecan yaratması ve önemli sorunları ele alma cesareti göstermesi gerekiyor. Öte yandan, bu sorunun 25 yıldan fazla bir süredir ülkenin tüm enerjisini alması, büyük insani ve ekonomik kayıplara neden olması, dış politikada sürekli olarak bir engel teşkil etmesi de işin diğer önemli boyutu. Başlangıç olarak toplumda ciddi bir destek gördüğü de söylenebilir bu girişimin. Sorunun çözümü konusunda yaygın bir konsensüs sağlanmış gibi gözüküyor.
MHP ve CHP’nin olumsuz tutumunu ve şehit ailelerinin tepkilerini unutuyorsun galiba.
Haklısın, ama bu kadar can yakıcı bir konuda en azından ciddi bir çözüm iradesinin toplumun farklı kesimlerinde ortaya çıkması da az bir şey değil. İçişleri Bakanlığı öncülüğünde gerçekleşen görüşmelerde siyasi aktörler, aydınlar, sivil toplum kuruluşları ve diğer önemli aktörler çeşitli şekilde iyi niyet beyan ettiler. Çözüm ihtiyacını ortaya koydular. Sezen Aksu bile Başbakan’ı arayarak desteğini dile getirdi.
Hülya Avşar da kendi ortak Kürt-Türk kimliği üzerinden desteğini açıkladı!
Bence o kadar geniş bir konsensüs oluşmadı. Pek çok kişi ve kurumla görüşmeler yapılsa da, bazı önde gelen aktörler bir “bekle gör” politikası içine girdiler. Örneğin TÜSİAD ve TOBB’un tutumu benim dikkatimi çekti. Yıllardır Kürt raporları hazırlatan TÜSİAD, görüşme sonrasında yaptığı açıklamada oldukça düşük bir profil çizdi. Halbuki 1990’larda sorunun en ateşli olduğu zamanlarda dahi sorunun çözümü için raporlar hazırlayıp, kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlardı. Bugün ise biraz geri duruyorlar gibi. Benzer şekilde TOBB da, önce farklı odalar ile temas kurup onların nabzını tutacaklarını söyledi. Bu bir yandan daha demokratik gibi gözükmekle beraber, bana biraz kaçak güreşmek gibi geldi.
Bu noktada çok da haksızlık yapmayalım. Pek çok kişi ve aktör, hükümetin niyetinin ne olduğunu, paketin içinde neler olduğunu bilmiyor. O nedenle “bekle gör” politikaları çok da yanlış sayılmaz kendileri açısından. Deniz Baykal bile sürekli olarak “Hangi limana demirleyeceği belli olmayan gemiye binmeyiz” deyip durmuyor mu? Paketin içeriğinde ne olduğu tam belli değil bile.
Bence hükümet bu konuda elini baştan açık etmeyerek doğru bir iş yapıyor. Eğer çeşitli teklifler en baştan ortaya konulursa, bunlar tartışılırken büyük resim gözden kaçırılır. Detaylar süreci boğar. Bu bakımdan farklı kesimlerin nabzını tutarak, muhtemel tekliflerin alabileceği tepkileri tartarak gitmek daha doğru geliyor bana. Aksi takdirde muhalefet bazı adımları ağzına sakız yaparak ulaşılmak istenen hedeften konuyu saptırabilir.
Ben de paketin içinin boş olduğu düşüncesine katılmıyorum. Açılımın içi biz tam olarak detaylarını bilmesek de az çok dolu. Bunun arkasında MGK da var, TSK da. MGK’nın bu açılıma desteği, devlet içindeki bazı kişilerin bu işi sabote etme girişimlerini önleyecektir. MGK’nın bildirisine CHP ve MHP muhalefet etse de, devletin bu projenin arkasında durması önemli. Çünkü muhalefetin vurgusu bunun iktidar partisinin bir girişimi olduğu ve devletin diğer aktörlerinin tam olarak bunu desteklemediği yönündeydi. MGK bildirisi ile bu argüman boşa çıkınca bu sefer eleştirilerin dozu daha da yükseldi ve tarafların kullandığı üslubun seviyesi düşmeye başladı.
Genelkurmay Başkanı’nın Zafer Bayramı vesilesiyle yaptığı açıklamayı da herkes kendi istediği gibi yorumladı. O nedenle MGK ve TSK’nın bu işin arkasında ne kadar durduğu tartışılıyor.
Tüm bunlara rağmen ben gelinen aşamada hükümetin bu süreçteki tutumunu birkaç açıdan olumlu buluyorum. Birincisi, önceden bir paket ile gelmek yerine bu işi bir süreç haline getirdi ve farklı kesimleri dinledi. Bu tepeden inmeci bir tutuma alternatif teşkil ediyor. İkincisi, uzun zaman sonra da olsa Başbakan, DTP Başkanı Ahmet Türk ile görüştü. Bu da muhatap tartışmalarının aşılması bakımından önemli diye düşünüyorum. Son olarak da MGK kararları ile sürecin desteklenmesi bu sürecin devam edebilmesi açısından faydalıdır.
MHP’nin kategorik olarak açılımı reddetmesi pek çok kişiyi şaşırttı. Bunu MHP lideri Bahçeli’nin üslubuna pek yakıştıramadıklarını söylediler. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu tutumun Bahçeli’nin genel çizgisinden farklılaştığı doğru. MHP’nin yaklaşımını bazı kişiler 2011 seçimleri ile ilişkilendirerek sürecin başarısızlığına oynadığını ileri sürüyorlar. Baktığınız zaman hakikaten de MHP kapıları en baştan kapattı ve MGK bildirisi ile ilgili olarak Cumhurbaşkanı’nın görüşme teklifini bile kabul etmedi. Tartışmayı sertleştirerek süreci engellemeye çalışan bir tutum içerisine giriyor Milliyetçi Hareket. Bu tutumun sadece seçim stratejisi ile ilgili olduğuna ise katılmıyorum. Seçimler bir faktör; ama MHP bu gelişmeyi gerçekten bir ölüm kalım meselesi olarak okuyor gibi geliyor bana. Atılacak bazı adımların ve gerçekleştirilecek bazı değişikliklerin mevcut anayasal yapıda ciddi dönüşümlere yol açabileceğini ve bunun hem Türkiye hem de parti olarak kendi gelecekleri açısından tehlikeli olacağını düşünüyorlar.
Hadi MHP’yi anladık, onlar sürecin kendisine karşılar ve başarısızlığına oynuyorlar. Peki CHP’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Zamanında Kürt raporu hazırlamış bir partinin bu tavrını nasıl açıklamak lazım?
Bu, Deniz Baykal’ın genel olarak AK Parti’nin getirdiği herhangi bir teklife muhalefet etmesiyle yakından alakalı. Dikkat ederseniz uzunca bir süre hiç ses çıkmadı Baykal’dan. Sonraları ise hükümetin DTP ile görüşmesini dahi eleştirerek, DTP-Kandil ve İmralı aynı çizgidedir bizim için diyerek tutumunu ortaya koydu. Aynı zamanda paketin içeriğini açıklaması için iktidara çağrı yaptı. Burada yapmaya çalıştığı şey, hükümetin atmayı planladığı ve toplumun bazı kesimleri tarafından kabul edilmesi kolay olmayabilecek bazı konuların gündeme gelmesini sağlamak ve bu konular üzerinden bir yıpratma taktiği gütmek. Hükümet ise tüm bu “açılımın içi boş” eleştirilerine rağmen aceleci davranmadı ve elini açık etmedi. CHP’nin tabanı az çok belli. Bu insanların birinci ve belki de tek endişeleri laiklik ile ilgili. O nedenle CHP yöneticileri de çözüm ile ilgili herhangi bir fikir beyan etmek yerine AK Parti’nin politikalarına muhalefet ederek bu tabanın duygularına uygun hareket ediyorlar. Baykal’ın eleştirilerini “Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinde değişiklik yapılmak isteniyor” argümanına dayandırması da yine tabanının hislerine hitap etmek amacı taşıyor. Bir de bu işin dışarıda pişirildiği mesajını vererek halkın tepki vermesini sağlamaya çalışıyor. Haziran ayında ABD’de Atlantik Konseyi adlı bir think-tank kuruluşunda yapılan bir toplantıya atıfla, hükümetin attığı adımların bu rapor çerçevesinde ve ABD’nin isteğiyle gerçekleştiğini iddia ediyor. Halbuki böylesi toplantılar ve raporlar düşünce kuruluşları tarafından sürekli olarak hazırlanır. Bunlardan faydalanmak suç da değildir. Hükümetin açılımı ile bu rapor arasında bağlantı olmasa dahi CHP bu şekilde dış destekli bir bölücülük projesi yürütüldüğü iddiasıyla hükümeti eleştiriyor.
Her taşın altından Amerika çıkıyor zaten. Bush yönetiminden beklerdim ama Obama bunu bize yapmamalıydı!
Evet arkadaşlar, Ağustos ayının ikinci yarısında bu açılım konusunu sürekli tartışıp durduk. Açılım diyoruz ama tek bir konuya takılıp kalmayalım. Biraz da dış gelişmeleri ele alalım. Biliyorsunuz geçtiğimiz ay Türkiye ile Rusya arasında bir dizi anlaşma imzalandı. Anlaşmaların imzalanması için sadece Rusya Başbakanı Vladimir Putin gelmedi, aynı zamanda İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi de Ankara’yı ziyaret etti. Ziyaret sırasında doğalgaz alımı, Güney Akım hattının gerçekleştirilmesi için Türk karasularının kullanılması konusunun araştırılması, gümrük sorunlarının giderilmesi, nükleer enerji konusunda işbirliği, Samsun-Ceyhan petrol boru hattına petrol sağlanması gibi pek çok konuda anlaşmalar imzalandı.
Bu noktada tüm dünyanın dikkati gaz anlaşmaları nedeniyle Türkiye’ye yöneldi. Hatırlarsanız bir önceki ay da Türkiye Nabucco boru hattı projesinin gerçekleştirilmesi için bir imza törenine ev sahipliği yapmıştı. Tüm bunlar, Türkiye’nin doğalgaz ve diğer enerji kaynaklarının transferi bakımından önemli bir merkez haline geleceğinin bir göstergesi olarak okunabilir.
Bu Nabucco projesi ile Güney Akım birbirine rakip değil mi? Türkiye nasıl oluyor da her ikisine birden destek veriyor? Burada bir ikili oyun mu söz konusu yoksa?
Bu ayki anlaşmalar imzalanırken dünya basınında vurgu yapılan nokta, bu konunun bir reel politik konusu olduğu ve burada dostların değil çıkarların önde olduğu idi. Bu bakış açısı tamamen doğru olmasa da, her bir aktörün küresel siyaseti kendi çıkarları çerçevesinde değerlendirerek politika geliştirdiği bilinen bir gerçek. Şunu da unutmamak lazım, zaten Rusya Nabucco’ya gaz vermeyecekti. Nabucco için gelecek gaz Azerbaycan, Türkmenistan ve Irak menşeli olacak. Zaten bu iki projenin birbirine rakip olmadığını, sadece Türk ve Rus yetkililer değil, Nabucco’yu gerçekleştirecek konsorsiyumun yetkilileri de söylüyor. Bu noktada Türkiye her iki projeye birden katılarak önemli bir enerji nakil üssü haline gelecek, stratejik önemi artacak, kendi enerji güvenliğini garantiye alacak. Nabucco projesi ile ilgili görüşmeler sırasında Türkiye’nin Avrupalı muhataplarıyla bu konuda bazı sorunlar yaşadığını unutmayalım.
Herhalde sadece Türkiye kârlı çıkmadı bu anlaşmalardan. Belki de en kârlı çıkan taraf Rusya oldu.
Haklısın. Nabucco projesinin amacı Avrupa ülkelerinin Rusya doğalgazına olan bağımlılığını azaltmak. Aslına bakarsan Türkiye olarak biz Avrupalılardan çok daha fazla bağımlıyız Rus gazına ama neyse. Güney Akım ise bu bağımlılığın azalmasını sağlamayacak, tam tersine pekişmesine neden olacak. Bu projenin en önemli amacı Rusya’nın Ukrayna’ya olan bağımlılığını sona erdirmek. Hatırlarsanız, son birkaç senedir Rusya ile Ukrayna arasında doğalgaz fiyatı ve alınan gazın ücretinin ödenmesi noktasında tartışmalar oluyor. Bunun sonucunda Rusya Ukrayna’ya verdiği gazı kesiyor, Ukrayna da kendi topraklarından geçerek Avrupa’ya giden Rus boru hatlarından gaz çekiyordu. Bu nedenle de Avrupa ülkeleri kışın ortasında gazsız kalarak üşüyorlardı. Güney Akım Ukrayna’yı by-pass edecek ve Rus gazının Balkanlar üzerinden Avrupa’ya ulaşmasına imkan verecek. Ama yine burada da Karadeniz’de Ukrayna veya Türkiye’nin karasularından boru hattı geçmesi ve bunun içinde bu ülkelerin izni gerekiyor. Türkiye henüz izin vermedi ama bu konunun incelenmesine karar verildi.
Ukrayna Türkiye’nin bu tutumundan pek memnun olmamıştır herhalde. Zaten son yıllarda ciddi ekonomik ve siyasi krizler yaşıyorlar. Bu durumda ellerindeki en önemli kozlardan birini daha kaybetmiş olacaklar Rusya’ya karşı.
Peki bu anlaşmalar ile ne kazanıyor Türkiye? Rusya ile tarihten gelen pek hoş hatıralarımız yok ama son yıllarda ilişkilerimiz çok hızlı gelişiyor.
Türkiye yapmayı planladığı Samsun-Ceyhan petrol boru hattına Rusya’nın petrol vermesini sağladı. Böylece Ceyhan gitgide önemli bir enerji merkezi halini alacak. Burada rafineri yapma planları da var. Aynı zamanda biliyorsunuz nükleer santral ihalesinde tek teklif Ruslardan geldi. Gerçi doğalgazın yanında nükleer konusunda da Ruslarla çalışmak ciddi bir bağımlılık oluşturabilir ama bu anlaşmalar ile nükleer konusunda da işbirliği yapılması kararlaştırıldı. Yine bu anlaşmalarda Türk ürünlerinin bir müddettir Rus gümrüklerinde yaşadığı sorunlar da aşıldı. Biliyorsunuz Türk malları sıkı denetime tabi tutuluyordu ve bu da gecikmelere neden oluyor, sonuç olarak da Türk tüccarları zarar ediyor ve Rusya’ya olan ihracatımız azalıyordu. Anlaşma sonrasında sorunların büyük ölçüde giderildiğine dair haberler basına yansıdı.
Her şey iyi güzel de Berlusconi’nin bu anlaşmalar ile ilgisi neydi, niçin geldi Türkiye’ye?
Onun az çok ne için geldiğini anlıyoruz da aynı gün, geçtiğimiz aylarda Berlusconi’nin karıştığı skandallar nedeniyle meşhur olmuş kadınlardan biri de geldi Türkiye’ye ve televizyonlara çıktı.
Sen yine işin magazin boyutundasın. Geçen ay da sana malzeme olmuştu Berlucsoni. İtalyan Başbakanı’nın gelişi Güney Akım projesinin yapımında görev alacak İtalyan enerji devi ENI ile ilgiliydi. Ayrıca gazın gitmesi planlanan ülkeler arasında İtalya da yer alıyor. Bir de liderler arasında kişisel ilişkiler var biliyorsun. Bu gibi faktörler dikkate alınmalı.
Rusya’dan bahsetmişken, geçen ay Rusya’yla ilgili olarak başka meseleler de gündemdeydi. Kafkaslarda yeniden bombalar patlamaya başladı. Hem Çeçenistan’da hem de İnguşetya’da bir dizi bombalama olayı yaşandı. Putin’in iktidarını sağlamlaştırmasında önemli bir rol oynayan bölge siyaseti yeniden karışıyor mu dersiniz?
Putin Kuzey Kafkasya’da bir demir yumruk politikası izleyerek imaj oluşturdu ve kendi sözünden çıkmayacak Ramzan Kadirov gibi kişileri göreve getirdi. Ama aynı Rusya’da artan otoriterlik gibi bölgede de ciddi bir otoriterlik ve bazen çeteleşme eğilimi var. Yönetime muhalif kişiler güpegündüz kaçırılıp öldürülüyor. Zaten bu bölgedeki yöneticilerin çeşitli silahlı gruplar ile ilişkileri pek sır değil. Rusya içerisinde düşen petrol ve doğalgaz fiyatları ve ekonomik kriz dolayısıyla da bir memnuniyetsizlik var. Önceki döneme benzer şekilde yeniden dikkatleri başka yöne çekme ve terör tehdidi ile otoriter yönetimleri meşru gösterme çabaları seziyorum.
Geçen yaz tam bu zamanlar da Güney Kafkasya gündemdeydi. Hatırlarsanız Rusya ile Gürcistan küçük ölçekli bir savaşa giriştiler. Bu gelişmeler de gösteriyor ki, bölgenin karmaşık etnik ve kültürel yapısı yanında zengin doğal kaynakları sürekli bir mücadeleye zemin hazırlıyor.
Aslında kaynak bakımından zengin başka bir bölgede de geçtiğimiz ay bombalar patladı ne yazık ki. Irak’ı kastediyorum. Amerikan askerlerinin çekilmesini takvime bağlayan anlaşmanın aşama aşama uygulanması ve askerlerin şehirlerin güvenliğini Iraklı güvenlik güçlerine devretmelerinin ardından ülkede asayiş durumunda bir gerileme ortaya çıktı. Bağdat’ta, Musul’da ve kuzeyde Türkmenlerin de yaşadığı çeşitli yerleşim bölgelerinde ardı ardına büyük çaplı patlamalar oldu ve ölü sayısı ne yazık ki bazı patlamalarda işgalin ilk zamanlarında olduğu gibi 100’ü geçti.
2011 yılında tamamlanacak ABD askerlerinin çekilmesi öncesinde ülkedeki etnik gruplar arasındaki tansiyon artıyor, özellikle de Araplar ile Kürtler arasında. Kürtler, işgalin en başında ABD ile yakın işbirliği yaparak elde ettikleri bazı kazanımları kaybetmekten korkuyorken, özellikle Şii Araplar ülkenin denetimini tam anlamıyla ele almak istiyorlar. Anlaşmazlıklar özellikle Musul ve Kerkük civarında ortaya çıkıyor. ABD güçlerinin şehirlerden çekilmesinin ardından kuzeydeki bazı bölgelerde denetimin kimde olacağı konusunda peşmergeler ile merkezî ordu arasında gerginlikler oldu ve bazen iki güç burun buruna geldi. Kerkük’ün statüsünün belirlenmesi, nüfus sayımının yapılması, merkezî Irak ordusunun kuzeydeki kontrolünü artırması konuları taraflar arasında ciddi sorunlara neden oluyor. Bu sorunlar nedeniyle ABD’li yetkililer bölgeye başkan yardımcısı ve savunma bakanı düzeyinde ziyaretler yaparak tarafları uzlaşmaları konusunda uyardılar. Artık işgalin hemen sonrasındaki şartlar yok. Yavaş yavaş yeni dengeler oluşuyor Irak’ta. 2010 Ocak ayında yapılacak genel seçimler öncesinde hava ısınıyor. Bu seçimler ülkenin yakın geleceğini şekillendireceği için siyasi rekabet üst düzeye doğru tırmanıyor.
Bağdat’ta Yeşil Bölge’de gerçekleştirilen saldırı sonrasında Suriye ile Irak’ın ilişkileri de gerildi. Irak, Suriye’de bulunan bazı Baas mensuplarının işin arkasında olduğunu iddia etti ve bu ülkedeki büyükelçisini görüşmeler için Bağdat’a geri çağırdı. Öyle anlaşılıyor ki, yaklaşan seçimler ve ABD askerlerinin çekilmesi sonrasında ortaya çıkacak boşluğu kimin dolduracağı konusu bir müddet Irak’ın gündemini meşgul edecek. İnşallah bu gelişmeler yeni terör olaylarına neden olmaz.
Evet arkadaşlar, bu ay da ülkemizin ve dünyamızın gündemindeki bazı konuları yine beraberce ele aldık. Ne yazık ki ekonomik gelişmelere giremedik. Aslında yavaş yavaş da olsa ekonomik krizin sonuna geldik gibi gözüküyor. Yaz rehavetine bu ay da giremeden yaz bitecek. Ülke ve dünya gündeminin hararetinden olsa gerek uhrevi boyutu ihmal ettik. Mübarek Ramazan’a eriştik. Allah hepimize Ramazan’ı hakkıyla yaşayıp, günahlarımızdan arınmayı nasip etsin.

Paylaş Tavsiye Et