Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2009) > Söyleşiyorum > “Anayasa Mahkemesi’ne ‘artık yeter’ denmeli” Kazım Berzeg ile söyleşi
Söyleşiyorum
“Anayasa Mahkemesi’ne ‘artık yeter’ denmeli” Kazım Berzeg ile söyleşi
Hazırlayanlar: Ali Aslan - Ebru Afat
Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin AK Parti kapatma davası ve başörtüsü düzenlemesiyle ilgili gerekçeli kararlarını açıklamasının ve tırmanışa geçen terör olaylarının gölgesinde kritik bir ayı geride bıraktık. Siyaset alanının daralmaya devam ettiği bu kritik dönemde AYM’nin Türk siyasi tarihindeki yeri ve Kürt sorunu gibi konular etrafında Türk demokrasisinin serencamını, Türkiye’de Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’ndan mülkiyet ve kamulaştırma konularında kabul edilebilirlik kararları alan ilk avukat olan Kazım Berzeg ile ele aldık. 1938 yılında Samsun’da doğan Berzeg, ilk ve ortaöğrenimini Samsun’da, yükseköğrenimini 1961’de İstanbul Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. Daha sonra Ankara’da D.S.İ. Genel Müdürlüğü ile Türkiye Şeker Fabrikaları ve Sanayi Bakanlığı’nda müşavir avukat olarak çalıştı. 1964-1994 yılları arasında Zafer, Son Havadis, Milliyet, Cumhuriyet, Pazar Postası, Yeni Kafkasya gibi gazetelerde, Forum, Polemik, Yeni Forum, Ankara Barosu, Türkiye Barolar Birliği, Kafkasya Gerçeği, Tarih ve Toplum, Yedi Yıldız vb. dergilerde hukuk, tarım, politika ve tarih konularında çok sayıda yazısı yayınlandı. Yayınladığı kitapları arasında Türk Tarımı ve Toprak Reformu (1972), Hukuk Başlangıcı ve Ayni Haklar Ders Notları (1978), 1820 Edirne Muahedesinden Sonra Osmanlı Devletinin Çerkes Politikası (1990), Liberalizm Demokrasi Kapıkulu Geleneği (1993) ve Liberalizm Hukuk Ahlak (1994) bulunmaktadır. ­
 
Si­ya­set dı­şı ak­tör­le­rin mü­da­ha­le­le­riy­le Tür­ki­ye’de si­ya­set ku­ru­mu­nun ala­nı­nın da­ral­dı­ğı kri­tik bir dö­nem­den ge­çi­yo­ruz. Bu dö­ne­mi siz na­sıl gö­rü­yor­su­nuz?
En te­mel so­run, dev­le­tin ül­ke­de nor­mal­leş­me­nin ger­çek­leş­me­si­ni is­te­me­me­si. 1980 ön­ce­sin­de sol-sağ frak­si­yon­la­ra ay­rı­lıp, bir­bir­le­ri­ni öl­dü­ren üni­ver­si­te ço­cuk­la­rı da bu ne­den­le kan­dı­rıl­dı­lar. Her iki ta­ra­fı da ay­nı şa­hıs­la­rın tah­rik et­ti­ği­ni hiç tah­min et­mi­yor­lar­dı. Bir­bir­le­ri­ne düş­man­dı­lar. Bu­nun gi­bi bir sü­rü ola­yın -me­se­la Tak­sim olay­la­rı, 6-7 Ey­lül olay­la­rı­na se­be­bi­yet ve­ren Se­la­nik’te Ata­türk’ün evi­nin bom­ba­lan­ma­sı id­dia­sı vs.- ar­dın­da­ki ger­çek­ler or­ta­ya çı­ka­rıl­ma­dı. Ni­ye çı­ka­rıl­ma­dı? Her­hal­de bi­ri­le­ri or­ta­ya çık­sın is­te­mi­yor. 1980’den son­ra sı­kı­yö­ne­tim mah­ke­me­le­rin­de eşin dos­tun idam­la yar­gı­la­nan ço­cuk­la­rı­nın avu­kat­lı­ğı­nı yap­tı­ğım sı­ra­lar­da gör­dü­ğüm bir şey var­dı. Ay­nı şa­hıs, bir yer­de sol­cu­la­rı ayak­lan­dı­rı­yor, baş­ka bir yer­de sağ­cı­la­rı. Bun­la­rın tah­ki­ki mah­ke­me­ler­de ya­pıl­ma­dı, ya­pı­la­ma­dı. Hâ­kim­le­ri sus­tur­du­lar. Avu­kat­lar da sol­cu ve sağ­cı ol­duk­la­rı için ger­çe­ğin or­ta­ya çık­ma­sın­dan zi­ya­de kar­şı ta­ra­fı it­ham et­me­yi ter­cih edi­yor­lar­dı. Ya­ni avu­kat­lar öy­le­si­ne ta­raf­gir idi­ler ki, o da­va­lar­da sol­cu­lar da sağ­cı­lar da her şey­den ha­ber­dar ol­duk­la­rı hal­de ger­çek­le­ri or­ta­ya çı­kar­mak için hiç­bir şey yap­mı­yor­lar­dı.
 
Kürt so­ru­nu­nu da bu dev­let-top­lum iliş­ki­le­ri çer­çe­ve­sin­de de­ğer­len­di­re­bi­lir mi­yiz?
El­bet­te. Kürt me­se­le­si­ni de dev­let ya­rat­tı. PKK’dan ve Ab­dul­lah Öca­lan’dan ön­ce de var­dı böy­le bir me­se­le. Hat­ta Öca­lan’ın ilk ha­nı­mı­nın ba­ba­sı MİT gö­rev­li­si idi. Bu ta­bii ak­la “Öca­lan de­rin dev­le­tin ta­şe­ro­nu mu?” so­ru­su­nu ge­ti­ri­yor. PKK, Tür­ki­ye’de as­ke­rî dar­be or­ta­mı­nı sü­rek­li ha­zır hal­de tut­mak için kul­la­nı­lan bir araç mı di­ye dü­şün­me­den ede­mi­yo­rum. PKK bu­nun far­kın­da ol­ma­ya­bi­lir. PKK’ya hiz­met eden­ler ne yap­tık­la­rı­nı ve ki­me hiz­met et­tik­le­ri­ni bil­me­ye­bi­lir­ler. Ha­ki­ka­ten Kürt­çü­lük ya­pı­yor ola­bi­lir­ler.
 
Pe­ki dev­let ne­den böy­le bir şey yap­sın?
Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti ta­ri­hin son bü­yük im­pa­ra­tor­luk­la­rın­dan bi­ri­nin ka­lın­tı­sı ola­rak ku­rul­du. Os­man­lı ol­ma­say­dı, Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti ol­ma­ya­cak­tı. Os­man­lı bü­tün geç­miş im­pa­ra­tor­luk­lar gi­bi çok ulus­lu, çok dil­li ve çok din­li bir ya­pıy­dı. Ne­ti­ce iti­ba­rıy­la de­ği­şik ırk­lar­dan olan Müs­lü­man­lar, Bal­kan­lar’dan ve Kaf­kas­ya’dan ge­le­rek Tür­ki­ye’de top­lan­dı­lar. Tür­ki­ye’de Türk ır­kın­dan olan­lar da var­dı. Ama ehem­mi­yet­li mik­tar­da, Ana­do­lu Türk­le­rin hâ­ki­mi­ye­ti­ne geç­tik­ten son­ra Müs­lü­man olup Türk­leş­miş olan­lar da var­dı. Ya­ni bun­la­rın için­de Grek­ler ve Er­me­ni­ler ola­bi­lir. Müs­lü­man ol­duk­tan son­ra da “ar­tık Er­me­ni’yim” de­mi­yor, Türk olu­yor­du in­san­lar. Tür­ki­ye böy­le bir ya­pı­ya sa­hip. Bir de ta­bii yer­le­şik un­sur­lar ara­sın­da Kürt­ler var­dı. Türk­çey­le hiç­bir il­gi­si ol­ma­yan bir dil ko­nu­şu­yor bu in­san­lar. Sev ya da sev­me, bu ül­ke­de Kürt­ler de ya­şı­yor. Tür­ki­ye, yal­nız Türk­le­rin is­kan edil­di­ği bir yer­de ku­rul­muş bir dev­let de­ğil, im­pa­ra­tor­luk ba­ki­ye­si. As­lın­da Cum­hu­ri­yet ku­rul­du­ğun­da 1924 Ana­ya­sa­sı’nın 88. mad­de­sin­de Tür­ki­ye’nin bu ger­çe­ği­ni ifa­de eden ga­yet gü­zel bir va­tan­daş­lık ta­ri­fi var­dı: “Tür­ki­ye ahâ­li­si­ne din ve ırk far­kı ol­mak­sı­zın va­tan­daş­lık iti­bâ­riy­le (Türk) ıt­lak olu­nur.” Ya­ni “Tür­ki­ye aha­li­si din ve ırk far­kı ol­mak­sı­zın” der­ken Tür­ki­ye’de di­ni ve ır­kı fark­lı in­san­la­rın var­lı­ğı­nı ka­bul edi­yor. “Va­tan­daş­lık iti­ba­rıy­la Türk ıt­lak olu­nur” da, “Türk adı ve­ri­lir” de­mek. Bun­lar “Türk olur­lar” de­mi­yor ya­ni. An­cak pra­tik­te ma­ale­sef Türk kim­li­ği hal­ka dik­te edil­di, Kürt­ler baş­ta ol­mak üze­re di­ğer et­nik grup­lar kim­lik­le­ri ko­ru­na­rak sis­te­me en­teg­re edi­le­me­di­ler. Böy­le olun­ca da PKK ve Kürt­ler, as­ke­rî yol­lar­la bir şe­kil­de kon­trol al­tı­na alın­ma­ya ça­lı­şıl­dı. 
 
Tür­ki­ye’de la­ik­çi ka­na­dın ta­rih te­zi­ne gö­re Cum­hu­ri­yet ön­ce­si dö­nem in­san hak ve hür­ri­yet­le­ri açı­sın­dan “ka­ran­lık” bir dö­ne­me işa­ret edi­yor. Bu ne ka­dar doğ­ru?
Tür­ki­ye’de­ki pro­pa­gan­da­nın da et­ki­siy­le, Ba­tı’da uzun müd­det Os­man­lı çok ge­ri kal­mış bir dev­let ola­rak yan­sı­tıl­dı. Ta­bii bu iş­le­ri­ne de ge­li­yor­du. Os­man­lı’yı par­ça­la­dık­la­rı ve pay­laş­tık­la­rı için Ba­tı’nın meş­ru­laş­tır­ma nok­ta­sı bu idi. Tür­ki­ye’de de ye­ni re­ji­mi ku­ran­lar, ken­di ha­re­ket­le­ri­ni meş­ru­laş­tır­mak için ya­pı­yor­lar­dı bu pro­pa­gan­da­yı. Bir it­ti­fak var­dı bu iki grup ara­sın­da. An­cak son 15-20 se­ne­de bu it­ti­fak so­na er­di. Ba­tı­lı­lar Os­man­lı ta­ri­hi­ni ar­tık da­ha fark­lı ya­zı­yor­lar. Os­man­lı’nın son 100-150 yı­lı­nı ola­ğa­nüs­tü bir mo­dern­leş­me sü­re­ci ola­rak ya­zan­lar var. Hol­lan­da’nın Hü­kü­met Po­li­ti­ka­sı İçin Bi­lim Ku­ru­lu di­ye bir res­mî ku­ru­lu­şu var. Ön­de ge­len aka­de­mis­yen­ler, Tür­ki­ye Av­ru­pa’ya la­yık mı de­ğil mi, Tür­ki­ye’yle mü­za­ke­re sü­re­ci açıl­sın mı açıl­ma­sın mı di­ye 70 say­fa­lık bir ra­por ha­zır­la­dı. Bu ra­por­da Os­man­lı ta­ri­hi­ne yak­la­şım­da­ki de­ği­şi­mi gör­mek müm­kün. “Tür­ki­ye Av­ru­pa’ya uy­gun­dur” di­yen bu ra­por bü­tün Av­ru­pa dev­let­le­ri­ne da­ğı­tıl­dı ve bu­nun üze­ri­ne mü­za­ke­re sü­re­ci Ara­lık 2004’te açıl­dı. Bu­na te­mas eden bir-iki ga­ze­te ya­za­rı ol­du sa­de­ce, on­lar da yal­nız baş­lan­gı­cın­da ufak te­fek özet ver­di­ler.
Tür­ki­ye uzun­ca bir sü­re­dir mo­dern­leş­me­ye ça­lı­şan bir ül­ke. Fran­sız Ti­ca­ret Ka­nu­nu’nu 1850’de al­dı. 1858’de al­dı­ğı Fran­sız Ce­za Ka­nu­nu ye­ri­ne 1926’da İtal­yan Ce­za Ka­nu­nu’nu koy­du. Me­cel­le, İs­la­mi hu­kuk de­ğil. 1860’lar­da Fran­sız Me­de­ni Ka­nu­nu’nu ter­cü­me ede­lim di­ye tar­tış­ma­lar baş­lı­yor. Ah­met Cev­det Pa­şa, Fran­sa’da Kod Na­pol­yon’dan iti­ba­ren baş­la­yan ko­di­fi­kas­yon ha­re­ke­ti­ne uy­gun şe­kil­de, ay­nı yön­tem­le biz­zat Os­man­lı ko­di­fi­kas­yo­nu­nu ya­pa­lım di­ye Me­cel­le’ye baş­lı­yor. Me­cel­le de Av­ru­pai bir şey. El­bet­te için­de İs­la­mi esas­lar da var. Bü­tün bun­la­rı he­sa­ba kat­mak su­re­tiy­le adam­lar, Tür­ki­ye’nin mo­dern­leş­me­si Av­ru­pa’dan ge­ri de­ğil, Av­ru­pa’ya pa­ra­lel di­ye ya­zı­yor­lar.
 
Pe­ki en son 29 Ekim Cum­hu­ri­yet Bay­ra­mı kut­la­ma­la­rı kap­sa­mın­da te­le­viz­yon­lar­da­ki tar­tış­ma prog­ram­la­rın­da dil­len­di­ri­len “Cum­hu­ri­yet’in ku­rul­ma­sın­dan iti­ba­ren hal­kın hak ve öz­gür­lük­le­ri­nin cid­di an­lam­da ge­niş­le­di­ği” ar­gü­man­la­rı­nı na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz? 
Ke­sin­lik­le ka­tıl­mı­yo­rum. Bu ar­gü­ma­na kar­şı, 1924 ve 1961 ana­ya­sa­la­rı­nı kar­şı­laş­tı­ra­rak ce­vap ver­me­ye ça­lı­şa­yım. 1961 Ana­ya­sa­sı’nın öz­gür­lük­çü bir ana­ya­sa ol­du­ğu ve öz­gür­lük­le­ri ge­niş­let­ti­ği an­la­yı­şı var Tür­ki­ye’de. Bu bir şe­hir ef­sa­ne­si. Ak­si­ne 1961 Ana­ya­sa­sı’yla bir­lik­te ana­ya­sal dü­zey­de öz­gür­lük­ler kı­sıt­lan­ma­ya baş­lan­dı. 1924 Ana­ya­sa­sı’nda şöy­le de­ni­yor: “Her Türk hür do­ğar, hür ya­şar. Hür­ri­yet, baş­ka­sı­na mu­zır ol­ma­ya­cak her tür­lü ta­sar­ru­fat­ta bu­lun­mak­tır. Hu­kuk-ı ta­bi­iy­ye­den olan hür­ri­ye­tin her­kes için hu­du­du baş­ka­la­rı­nın hu­dud-ı hür­ri­ye­ti­dir.” Bu­ra­da öz­gür­lük­le­rin son de­re­ce esas­lı ve fel­se­fî te­me­li ifa­de edi­li­yor. Öz­gür­lük­le­rin, do­ğal hu­kuk­tan, ya­ni dev­let­ten ön­ce var olan do­ğal hu­kuk­tan kay­nak­lan­dı­ğı­nı ifa­de edi­yor. On­dan son­ra “Türk­ler ka­nun na­za­rın­da mü­sai­le bi­la-is­tis­na ka­nu­na ria­yet­le mü­kel­lef­tir” di­yor. “Her tür­lü züm­re, sı­nıf, ai­le ve fert im­ti­yaz­la­rı mur­dar ve mem­nu­dur” di­ye­rek de eşit­li­ğe atıf­ta bu­lu­nu­yor. Özet­le­ye­cek olur­sak, hak­la­rı ve öz­gür­lük­le­ri dev­let ver­di de­mi­yor. 1961 Ana­ya­sa­sı’yla ev­ve­la do­ğal hu­ku­ka at­fı kal­dır­dı­lar. Böy­le­ce öz­gür­lük­le­rin ve hak­la­rın te­me­li ola­rak dev­le­ti koy­du­lar, ya­ni hak­la­rı ve öz­gür­lük­le­ri dev­let ver­miş ol­du. On­dan son­ra “dev­le­tin ve mil­le­tin bö­lün­mez bü­tün­lü­ğü” vs. şa­ma­ta­sıy­la “hak­lar ve öz­gür­lük­ler sı­nır­lan­dı­rı­lır” de­di­ler. Dev­le­ti ko­ru­ma ref­lek­si içi­ne gir­di­ler. 1924 Ana­ya­sa­sı’nda sı­nır­lan­dır­ma yok­tu. Bu Ana­ya­sa mun­ta­zam bir şe­kil­de uy­gu­lan­dı mı pe­ki? Uy­gu­lan­ma­dı el­bet­te. Ama en azın­dan 1950’den son­ra kıs­men uy­gu­lan­dı üç-dört se­ne­li­ği­ne. Me­se­le şu, 1961 Ana­ya­sa­sı, 1924 Ana­ya­sa­sı’ndan me­tin ola­rak da­ha öz­gür­lük­çü ol­mak bir yana, öz­gür­lük­le­ri kı­sıt­la­yan bir ana­ya­sa­dır. Özet­le­ye­cek olur­sak, dev­let ik­ti­da­rı­nı ko­ru­mak adı­na çok fark­lı yol­la­ra baş­vu­rul­du; ka­ran­lık bağ­lan­tı­lar­la ba­zı ör­güt­ler kur­du­rul­du ve des­tek­len­di; si­ya­se­tin ala­nı dar­be­ler­le ve bü­rok­ra­tik yol­lar­dan tı­kan­ma­ya ça­lı­şıl­dı.
 
Sol par­ti­ler 1961 Ana­ya­sa­sı’na des­tek ver­miş­ler­di. Sol ha­re­ket­le­rin öz­gür­lü­ğe yap­tı­ğı vur­gu­yu göz önü­ne al­dı­ğı­mız­da, öz­gür­lük­le­ri da­ral­tan bir dü­zen­le­me­ye des­tek ver­me­le­ri çe­liş­ki de­ğil mi?
Tür­ki­ye’de sol di­ye ad­lan­dı­rı­lan Cum­hu­ri­yet Halk Par­ti­si, sol bir par­ti de­ğil as­lın­da. 1930’da Ser­best Cum­hu­ri­yet Fır­ka­sı sol ola­rak ku­rul­muş­tu, CHP ise sağ­dı. Son­ra ne ol­du? 1954’ten son­ra CHP’nin mu­ha­le­fe­ti, ha­ki­ka­ten li­be­ral bir mu­ha­le­fet­tir. Sol fa­lan yok­tu bu dö­nem­de. 1957 se­çim­le­rin­de bu mu­ha­le­fet tar­zı CHP’nin oyu­nu %35’ten %41’e çı­kar­dı. CHP, en ba­şa­rı­lı ne­ti­ce­si­ni de bu se­çim­ler­de al­dı. Ama 27 Ma­yıs 1960 Dar­be­si ön­ce­sin­de CHP dar­be tah­rik­çi­li­ği yap­tı. Ve de­va­mın­da bu dar­be­ye sa­hip çı­ka­rak da çok bü­yük bir ha­ta yap­tı. Sa­hip çı­kın­ca bu se­fer mil­let CHP’ye ver­di­ği %41 ora­nın­da­ki oyu, 1961 se­çim­le­rin­de %37’ye, 1965’te ise %29’a dü­şür­dü. Bu­nun üze­ri­ne bu yol tut­mu­yor di­ye İs­met Pa­şa “or­ta­nın so­lu”nu icat et­ti. O gü­ne ka­dar “or­ta­nın so­lu” di­ye bir şey te­laf­fuz et­me­miş, “sos­yal de­mok­rat” de­me­miş olan CHP’li­ler, İs­met Pa­şa “so­la marş” de­yin­ce bir­den sol­cu ol­du­lar. De­mek is­te­di­ğim, CHP’nin pren­sip­li bir sol çiz­gi­si ol­ma­dı; ak­si­ne top­lu­ma kar­şı dev­le­ti sa­vu­nan, öz­gür­lük­le­rin kı­sıt­lan­ma­sı­na des­tek ve­ren bir par­ti ol­du.
 
Ana­ya­sa Mah­ke­me­si (AYM) ku­ru­mu dün­ya­da han­gi ta­ri­hî bağ­lam­da or­ta­ya çık­tı? Bu ku­ru­mu or­ta­ya çı­ka­ran ana un­sur­lar ne­ler­dir?
İkin­ci Dün­ya Har­bi’ne ka­dar Ana­ya­sa Mah­ke­me­si di­ye bir ku­rum yok­tu dün­ya­da. Tek is­tis­na ABD’de 1803’te Ame­ri­kan Yük­sek Mah­ke­me­si’nin uy­gu­la­ma­ya koy­du­ğu ana­ya­sa­ya uy­gun­luk de­ne­ti­mi me­ka­niz­ma­sı. Bu Ame­ri­ka’ya has bir uy­gu­la­may­dı ve tam ola­rak da AYM’yi kar­şı­la­mı­yor­du. İkin­ci Dün­ya Har­bi’nin ar­dın­dan Ame­ri­ka Al­man­ya, İtal­ya ve Avus­tur­ya’da kıs­men ye­ni re­jim­ler kur­durt­tu. Bir gö­rü­şe gö­re fa­şist eği­lim tek­rar güç­len­me­sin di­ye ya­pıl­dı bu. Fa­kat Al­man Ana­ya­sa Mah­ke­me­si’nin Ko­mü­nist Par­ti’yi ka­pat­ma­sı, İtal­ya’da İtal­yan Ko­mü­nist Par­ti­si’nin Rus Ko­mü­nist Par­ti­si çiz­gi­si­ni terk et­me­si ve kar­şı tu­tum ser­gi­le­me­si­ni göz ünü­ne al­dı­ğı­mız­da, fa­şiz­min hort­la­ma­sın­dan zi­ya­de Al­man­ya ve İtal­ya’yı Ame­ri­kan yö­rün­ge­sin­de tut­mak için ku­rul­muş ol­duk­la­rı da söy­le­ne­bi­lir. Ha­ki­ka­ten öz­gür­lük­çü bir amaç uğ­ru­na AYM’ler ku­rul­muş ol­say­dı, Al­man Ko­mü­nist Par­ti­si’ni ka­pat­ma­ma­sı ve İtal­yan Ko­mü­nist Par­ti­si’ni de Rus çiz­gi­sin­den ayır­mak için uğ­raş­ma­ma­sı la­zım ge­lir­di. Bu açı­dan ba­kın­ca, ABD’nin bu mah­ke­me­le­ri aca­ba ha­ki­ka­ten öz­gür­lük­çü de­mok­ra­si bu ül­ke­ler­de hâ­kim ol­sun di­ye mi, yok­sa bu ül­ke­ler Rus­ya yö­rün­ge­si­ne gir­di­ğin­de AYM ma­ri­fe­tiy­le yö­rün­ge­le­ri­ni de­ğiş­tir­me­le­ri için mi kur­dur­du­ğu hu­su­su tar­tı­şı­la­bi­lir.
 
Tür­ki­ye’de de ay­nı dö­nem­de AYM ku­ru­mu ih­das edil­di. Türk AYM’si­nin ku­rul­ma­sın­da han­gi sü­reç­ler iş­le­di?
Tür­ki­ye’de De­mok­rat Par­ti’ye kar­şı mu­ha­le­fet, 1954’ten son­ra li­be­ral yön­de bir mu­ha­le­fet­ti. Türk dü­şün­ce ta­ri­hi­nin üç önem­li der­gi­sin­den bi­ri olan Fo­rum der­gi­si de (di­ğer­le­ri Kad­ro ve Yön) 1954’ten iti­ba­ren ya­yın­lan­ma­ya baş­la­mış­tı. Tur­han Fey­zi­oğ­lu, Ay­dın Yal­çın gi­bi o gü­nün ön­de ge­len aka­de­mis­yen ve fi­kir adam­la­rı DP’ye kar­şıy­dı­lar. Kıs­men CHP kıs­men de son­ra­dan ku­ru­lan Ye­ni Hür­ri­yet Par­ti­si ta­raf­tar­lı­ğı ya­pı­yor­lar­dı. Bun­lar po­pü­list DP’yi sı­nır­lan­dır­mak için Al­man­ya, İtal­ya ve Avus­tur­ya’da bu­lu­nan AYM’le­ri DP kar­şı­tı pro­pa­gan­da­nın içi­ne sok­tu­lar. Öy­le pro­pa­gan­da ya­pıl­dı ki, san­ki dün­ya­da­ki bü­tün de­mok­ra­si­ler­de AYM var da yal­nız Tür­ki­ye’de yok­tu. Ba­sın sü­rek­li bu­nu yaz­dı. Tür­ki­ye’de bi­raz ken­di­ni okur-ya­zar ta­ife­sin­den ad­de­den her­ke­se de ez­ber­let­ti­ler bu­nu. AYM mis­tik bir inanç ha­li­ne ge­ti­ri­le­rek ku­rul­du. Türk hal­kı­na AYM’ler de­mok­ra­si­nin ol­maz­sa ol­maz şar­tı de­dik­le­ri dö­nem­de, Av­ru­pa’da yal­nız Ame­ri­ka­lı­la­rın kur­durt­tu­ğu üç AYM var­dı. Ger­çi 1958 Ana­ya­sa­sı’yla Fran­sa’da Ana­ya­sa Kon­se­yi ku­rul­du; ama bu AYM de­ğil­di, hâ­lâ da bu hü­vi­yet­te de­ğil. Ame­ri­kan iş­ga­li­ne uğ­ra­ma­dı­ğı hal­de Av­ru­pa’nın ilk AYM’si­ni Tür­ki­ye kur­du. 
 
AYM ku­ru­mu­nun var­lı­ğı özel­lik­le de­mok­ra­si açı­sın­dan bir prob­lem mi teş­kil edi­yor?
Ben AYM’nin mev­cu­di­ye­ti­ne kar­şı de­ği­lim. Ama Tür­ki­ye’de­ki gi­bi de­ğil. Me­se­la Fran­sa’da AYM yok, ama yar­gı­sal de­ne­tim var. Ame­ri­ka’da da, İs­veç’te de yar­gı­sal de­net­le­me var, ama AYM yok. Bu ül­ke­ler­de ya­sa­ma­yı de­net­le­me yet­ki­si var, ama mah­ke­me­ler par­la­men­to­la­rın ala­nı­na ka­rış­ma­mak için bu yet­ki­le­ri­ni kul­lan­mı­yor­lar. AYM yal­nız­ca in­san hak ve öz­gür­lük­le­ri­nin gü­ven­ce al­tı­na alın­ma­sı için ge­rek­li; dev­le­ti, Cum­hu­ri­yet’i ko­ru­mak için de­ğil. Çün­kü Nor­veç, Da­ni­mar­ka, Bel­çi­ka ve Hol­lan­da cum­hu­ri­yet re­ji­miy­le yö­ne­til­me­me­le­ri­ne rağ­men bu­ra­lar­da in­san hak ve öz­gür­lük­le­ri gü­ven­ce al­tın­da. Bun­la­rın bir kıs­mın­da AYM de yok. Onun için AYM çı­kıp da “Cum­hu­ri­yet’i ko­ru­yo­rum” di­ye­mez. Böy­le der­se ken­di­sin­den bek­le­nen iş­le­vi ye­ri­ne ge­tir­mi­yor de­mek­tir. Cum­hu­ri­yet’i ko­ru­mak par­la­men­to­nun gö­re­vi­dir. Par­la­men­to is­ter­se -rah­met­li Ad­nan Men­de­res’in de de­di­ği gi­bi- hi­la­fe­ti da­hi ge­ri ge­ti­re­bi­lir.
 
“Cum­hu­ri­yet’i ko­ru­mak”tan tam ola­rak kas­tı­nız ne­dir?
Tür­ki­ye’de Ana­ya­sa Mah­ke­me­si, as­lın­da 1954’te baş­la­tı­lan pro­pa­gan­da ve 27 Ma­yıs dar­be ide­olo­ji­si is­ti­ka­me­tin­de ku­rul­du. Bu­ra­da amaç, Tür­ki­ye’nin de­mok­ra­si ol­ma­sı­nın is­ten­me­me­si­dir. Mil­li Gü­ven­lik Ku­ru­lu ol­sun, onun bi­raz ge­ri plan­da kal­dı­ğı dö­nem­ler­de de AYM ve Da­nış­tay ol­sun; ama mil­let dev­le­ti si­vil si­ya­set­çi­ler ida­re edi­yor zan­net­sin, so­rum­lu­lu­ğu on­lar ta­şı­sın. Ka­fa­sı bo­zu­lan da si­ya­set­çi­le­re ver­yan­sın et­sin. Bu­nun kar­şı­lı­ğın­da da si­ya­set­çi­ler ken­di­le­ri­ne bi­çi­len alan­da ka­lıp rant pay­laş­sın­lar; ama Tür­ki­ye’nin asıl ida­re­si­ne ka­rış­ma­sın­lar. Halk ka­fa­sı bo­zul­du­ğun­da bi­ri­ni in­di­rip öte­ki­ni ge­tir­sin. Ku­ru­lan re­jim bu. AYM in­san hak ve öz­gür­lük­le­ri­ni ko­ru­mak için de­ğil, bu ter­ti­bin de­va­mı için teş­kil edil­miş bir ku­rum­dur Tür­ki­ye’de.
 
Gü­nü­müz­de bah­si ge­çen dört ül­ke dı­şın­da AYM var mı?
AYM’le­rin sa­yı­sı dün­ya­da 1950’den bu ya­na bel­li öl­çü­de art­tı. Ama hep­si AYM de­ğil, bir kıs­mı bu­na ben­zer or­gan­lar. Bu or­gan­lar bü­tün de­mok­ra­si­ler­de, özel­lik­le de kök­lü de­mok­ra­si­ler­de yok. Za­ten Tür­ki­ye’de de­mok­ra­si di­ye bir şe­yin ol­du­ğu­na inan­mı­yo­rum, olan sa­de­ce il­ke­siz po­pü­lizm.
 
Tür­ki­ye’de de­mok­ra­si­nin ge­liş­me­miş­li­ğin­den muz­da­rip olan ge­niş bir halk ke­si­mi var. Bu ke­si­min tav­rı­nı na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz?
Tür­ki­ye’de bu ke­sim­le­rin en bü­yük has­ta­lı­ğı bil­gi­siz­lik. Be­ğen­sek de, be­ğen­me­sek de son 3-4 yüz­yı­lın me­de­ni­yet me­şa­le­si­ni Ba­tı ta­şı­yor. Tür­ki­ye’de tar­tış­tı­ğı­mız ku­rum ve kav­ram­la­rın hep­si Ba­tı’dan gel­me. Onun için Ba­tı te­fek­kü­rü­nü doğ­ru dü­rüst öğ­ren­mek ama ev­ve­la doğ­ru dü­rüst dil bil­mek ve oku­mak la­zım. Oku­mu­yor­lar. Oku­ma­dık­la­rı için de la­ik­çi dü­ze­ne teo­rik dü­zey­de se­vi­ye­li bir eleş­ti­ri ge­liş­ti­re­mi­yor­lar. Re­fah Par­ti­li­ler ve AK Par­ti­li­ler ma­hal­li ida­re­ler­de ol­duk­ça ba­şa­rı­lı ol­du­lar. Be­le­di­ye­ler­de in­sa­nın in­san ye­ri­ne ko­nul­ma­sı ge­rek­ti­ği inan­cı­na gö­re ha­re­ket et­ti­ler. Es­ki­den res­mî da­ire­ye git­ti­ğin­de dev­let me­mur­la­rı va­tan­da­şı­mı­zı adam ye­ri­ne koy­maz­lar­dı. Şim­di bun­lar bü­yük oran­da de­ğiş­ti. Bu bü­yük bir hiz­met­tir; ama iş el­bet­te bun­dan iba­ret de­ğil. Me­se­la bir Ley­la Şa­hin da­va­sı var ki ev­le­re şen­lik.
Bi­raz açar­sak.
Da­va­nın, AİHM Bü­yük Da­ire­si’ne gön­de­ril­me­si ka­ra­rı ve­ril­dik­ten son­ra, bu­ra­ya esas hak­kın­da bir la­yi­ha ver­mek ge­re­ği var. Bü­yük Dai­re o ve­ri­len la­yi­ha­ya gö­re da­va­yı gö­re­cek. Öy­le adam­la­rı top­la­mış­lar ki, yaz­dık­la­rı la­yi­ha tam bir fi­yas­ko. Ley­la Şa­hin’in ver­di­ği di­lek­çe­de şu ifa­de­ler ge­çi­yor: “Türk Ana­ya­sa Mah­ke­me­si ka­mu sek­tö­rün­de ve okul­lar­da ba­şör­tü­sü kul­lan­ma­sı­nı sa­vu­nan si­ya­si par­ti­le­rin gö­rüş­le­rin­de şe­ri­a­ta da­ya­lı bir re­jim kur­mak ni­ye­ti­ni gö­re­rek bu par­ti­le­rin ka­pa­tıl­ma­sı­na ka­rar ver­miş­tir. Böy­le­ce din­sel sem­bol­le­ri si­ya­sal amaç­la kul­la­nan la­ik­lik kar­şı­tı si­ya­sal ha­re­ket­ler ya­sak­lan­mış­tır… Dai­re ka­ra­rın­da ba­şör­tü gi­yil­me­si­nin her olay­da din öz­gür­lü­ğü­nün kul­la­nıl­ma­sı an­la­mı­na gel­me­ye­ce­ği­ni ima et­miş­tir. Baş­vu­ru­cu Ley­la Şa­hin da­ire­nin bu yak­la­şı­mı­nı da ka­bul et­mek­te­dir.” Bu­ra­da ya­pı­lan, üni­ver­si­te­le­re ba­şör­tü­sü ile gir­me hak­kı­nın din öz­gür­lü­ğü kap­sa­mın­da de­ğil de eği­tim öz­gür­lü­ğü esas alı­na­rak sa­vu­nul­ma­sı. AİHM ta­ra­fın­dan bu saf­ha­da da­va­nın din öz­gür­lü­ğü kap­sa­mın­da mü­ta­la­a edil­me­si ih­ti­ma­li var­dı. Ama di­lek­çe­nin bu şe­kil­de ve­ril­me­si se­be­biy­le bu ger­çek­le­şe­me­di. Da­va bu yüz­den kay­be­dil­di.
 
Ley­la Şa­hin ve da­ha ön­ce­sin­de Re­fah Par­ti­si’ni ka­pat­ma da­va­sın­da ver­di­ği ka­rar­lar­dan son­ra Tür­ki­ye’de hal­kın bel­li bir ke­si­min­de AİHM’nin ta­raf­sız­lı­ğı­na olan inanç sar­sıl­mış­tı. Ley­la Şa­hin’in da­va­yı kay­bet­me­sin­de AİHM’in hiç mi et­ki­si yok?
 
Ley­la Şa­hin ve Re­fah Par­ti­si’nin ka­pa­tıl­ma­sı ka­rar­la­rı AİHM’de­ki Türk­le­rin gö­rü­şü­ne da­yan­dı­rıl­dı. Ba­tı’da “Ce­za­yir Sen­dro­mu” de­ni­len bir şey var. Bu­na gö­re Cum­hu­ri­yet ku­rul­du­ğun­da Türk top­lu­mu ceb­ren mo­dern­leş­ti­ril­di. Tür­ki­ye’de bu ce­bir ol­maz­sa, ül­ke tek­rar es­ki ha­li­ne dö­ner ta­sav­vu­ru üze­ri­ne bi­na edil­miş bir ön­yar­gı var. Bu ön­yar­gı­yı üre­ten­ler de biz­zat ora­da­ki Türk hâ­kim­ler. Ya­ban­cı hâ­kim­ler, ora­da­ki Türk hâ­ki­mi bu­na rı­za gös­ter­me­dik­çe, ka­ra­rı böy­le bir ta­rih te­zi­ne da­yan­dır­ma cü­re­tin­de bu­lu­na­maz­lar. Onun için bu ka­rar­la­rın asıl mü­seb­bi­bi, ora­da bu­lu­nan Türk hâ­ki­mi. Rı­za Tür­men, Fey­yaz Göl­cük­lü gi­bi isim­ler bu ka­rar­lar­da et­ki­li olan­lar. Bir de AİHM’de Türk hu­kuk­çu­lar ve mü­ter­cim­ler gru­bu var. Res­mî dil İn­gi­liz­ce ve Fran­sız­ca. İyi Fran­sız­ca bi­len hu­kuk­çu­lar da yal­nız Ga­la­ta­sa­ray me­zun­la­rı. Bun­la­rın he­men he­men hep­si de la­ik­çi. Ne di­yor bun­lar? Eğer tür­ban ya­sak ol­maz­sa, Tür­ki­ye Ce­za­yir gi­bi iç har­be gi­de­cek ve­ya Tür­ki­ye’de şe­ri­at dü­ze­ni ku­ru­la­cak. Bu mo­ti­vas­yon­la ve­ril­miş ka­rar­lar bun­lar. Ley­la Şa­hin da­va­sı­nın so­nu­cun­dan biz­zat so­rum­lu olan ki­şi Rı­za Tür­men.
 
Geç­ti­ği­miz gün­ler­de AYM, AK Par­ti’yi ka­pat­ma da­va­sı­nın ge­rek­çe­si­ni açık­la­dı. Bu ka­rar hak­kın­da ne dü­şü­nü­yor­su­nuz?
Bu ka­rar­la hü­kü­met ve par­la­men­to iş ya­pa­maz ha­le ge­ti­ril­di. İş öy­le bir nok­ta­ya gel­di ki Ana­ya­sa’yı ih­lal­den hep­si idam da­hi edi­le­bi­lir. AYM’nin bu ka­rar­la­rı son­ra­sın­da ar­tık par­la­men­to, Gü­ney­do­ğu’da de­mok­ra­si­yi ge­liş­ti­rip va­tan­da­şın PKK’ya te­ma­yül et­me­si­ni ön­le­ye­cek ted­bir­le­ri al­ma­ya ce­sa­ret ede­mez. Çün­kü Ana­ya­sa’yı ih­lal­den Men­de­res gi­bi idam edi­lebilirler.
 
Bu nok­ta­da halk AYM’ye tep­ki­si­ni na­sıl gös­te­re­bi­lir?
17. yüz­yı­lın son­la­rın­dan iti­ba­ren de­mok­ra­si­nin ge­liş­me­sin­de yön gös­te­ri­ci for­mül­ler­den bi­ri­si, John Loc­ke’un or­ta­ya at­tı­ğı di­ren­me hak­kı­dır. Dev­let, in­san hak ve öz­gür­lük­le­ri­ni gü­ven­ce al­tı­na al­mak için hal­kın rı­za­sıy­la ku­ru­lur. İn­san hak ve öz­gür­lük­le­ri­ni ko­ru­ma he­de­fin­den sa­pan ve­ya in­san­la­rın rı­za­sı­nı kay­be­den dev­le­te kar­şı hal­kın di­ren­me ve onu yı­kıp ye­ri­ne ye­ni­si­ni kur­ma hak­kı var­dır. Bu pren­sip, Ame­ri­kan Ba­ğım­sız­lık Be­yan­na­me­si’nin -ki Fran­sız­la­rın­kin­den ön­ce­dir- esa­sı­dır. Bü­tün de­mok­ra­tik ge­li­şim ha­re­ket­le­rin­de ol­du­ğu gi­bi Tür­ki­ye’de de 1961 Ana­ya­sa­sı’nın baş­lan­gı­cı­na da alın­mış­tır, “Hu­kuk dı­şı uy­gu­la­ma­la­rıy­la meş­ru­iye­ti­ni kay­bet­miş si­ya­si ik­ti­da­ra kar­şı di­ren­me hak­kı­nı kul­la­nan Türk mil­le­ti” di­ye. Ta­bii mil­let kul­lan­ma­dı di­ren­me hak­kı­nı, as­ker­ler dar­be yap­tı­lar ve dar­be­yi meş­ru­laş­tır­mak için de bu pren­si­bi kul­lan­dı­lar. Di­ren­me hak­kı ik­ti­da­ra kar­şı kul­la­nı­lır, ik­ti­da­rın bir par­ça­sı da yar­gı­dır. O hal­de hal­kın, hu­kuk dı­şı uy­gu­la­ma­la­rıy­la meş­ru­iye­ti­ni kay­be­den AYM’ye kar­şı di­ren­me hak­kı var­dır ve bu cid­di bir hu­ku­ki tez­dir.
 
Pe­ki, bu di­re­niş na­sıl ola­cak?
Bu­nu ta­bii ki si­lah­la yap­ma­ya­cak­lar. Ka­la­ba­lık­lar, el­le­ri­ne bi­rer pan­kart alıp meş­ru di­ren­me hak­kı­mı­zı kul­la­nı­yo­ruz di­ye top­lan­sın­lar mey­dan­lar­da. Yal­nız onu yaz­sın­lar o ka­dar. AYM’nin ka­ra­rı bir sin­dir­me ha­re­ke­ti­dir. Bu­nu unut­ma­mak la­zım.
 
Bir de son yıl­lar­da özel­lik­le CHP ka­na­dın­da “uz­laş­ma” ifa­de­si­ni sü­rek­li du­yar ha­le gel­dik. Bu tam ola­rak ne an­la­ma ge­li­yor?
Uz­laş­ma da­yat­ma­sı fa­şizm­dir. Me­se­la ör­nek­ler­den bi­ri­si Lüb­nan. Lüb­nan’da Şii ve Sün­ni Müs­lü­man­lar var, Hı­ris­ti­yan­lar var. Lüb­nan sis­te­mi, dev­le­tin bun­lar ara­sın­da pay­la­şıl­ma­sı üze­ri­ne ku­rul­muş. Cum­hur­baş­ka­nı Hı­ris­ti­yan, baş­ba­kan Sün­ni Müs­lü­man, mec­lis baş­ka­nı Şii Müs­lü­man. İs­viç­re’de de bu­na ben­zer bir sis­tem var. Dört ay­rı dil ko­nu­şu­lur. Ye­di ki­şi­lik bir dev­let kon­se­yi var; üye­ler­den dört ta­ne­si Al­man­ca, iki ta­ne­si Fran­sız­ca, bir ta­ne­si ise İtal­yan­ca ko­nu­şur. Ço­ğun­lu­ğun di­li Al­man­ca ol­du­ğu­dan, mec­lis ço­ğun­lu­ğu da Al­man­ca ko­nu­şan üye­ler­den mey­da­na ge­lir. Ma­dem “uz­laş­ma” ifa­de­si­ni kul­la­nı­yo­ruz ve oy­daş­ma­cı de­mok­ra­si­ye gö­re ha­re­ket edi­yo­ruz, o za­man cum­hur­baş­ka­nı Türk­çe ko­nu­şan­lar­dan ol­sun, baş­ba­kan baş­ka dil ko­nu­şan­dan vs. di­ye bir dü­zen kur­ma­mız icap eder.
 
Uz­laş­ma di­yen­ler tam ola­rak bu­nu mu kas­te­di­yor siz­ce?
Onu söy­le­me­dik­le­ri açık. An­cak bu­nun dı­şın­da bir uz­laş­ma­yı da­yat­mak fa­şiz­me gö­tü­rür; her­kes uz­la­şa­cak bir­bi­riy­le de­mek­tir. Hal­bu­ki de­mok­ra­si uz­laş­ma­yan­la­rın ya­rış­ma­sı­dır. Hal­kın ço­ğun­lu­ğu­nu kim ik­na ede­bi­lir­se o yö­ne­tir. De­mok­ra­si­de ço­ğun­lu­ğun yö­ne­ti­mi var­dır; bi­rey­le­rin ve azın­lık­ta ka­lan­la­rın hak­la­rı­nı ko­run­mak su­re­tiy­le el­bet­te.
 
Son ola­rak AYM’ler­le il­gi­li ile­ri­ye dö­nük ne tür dü­zen­le­me­ler ya­pıl­ma­lı?
AYM’le­rin var­lı­ğı de­mok­ra­tik sis­te­min iyi bir şe­kil­de iş­le­me­si için ol­ma­sa ol­maz bir ku­ral de­ğil. Ama ay­nı şe­kil­de bu mah­ke­me­le­rin var­lı­ğı, bel­li şart­lar al­tın­da, de­mok­ra­si­nin ru­hu­na uy­gun ol­du­ğu sü­re­ce de bü­yük bir prob­lem teş­kil et­mez. Ya­pıl­ma­sı ge­re­ken AYM üye­le­ri­nin halk ve­ya par­la­men­to ta­ra­fın­dan se­çil­me­si. Bu­nu özel­lik­le vur­gu­lu­yo­rum, se­çil­miş ol­ma­la­rı ge­re­kir, atan­mış de­ğil.

 


Paylaş Tavsiye Et