Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (August 2009) > Yüzleşiyorum > Kuzey Irak’a girelim!
Yüzleşiyorum
Kuzey Irak’a girelim!
Mustafa Özel
BİR işa­da­mı ar­ka­da­şım, ulus­la­ra­ra­sı bir şir­ket­le önem­li bir iş or­tak­lı­ğı yap­mak is­ti­yor­du. İşin kö­tü­sü, ara­la­rın­da sek­tör fark­lı­lı­ğı var­dı. Di­ye­lim in­şa­at­çı iken, oto­mo­bil işi­ne gir­mek is­ti­yor­du. Otu­rup bir haf­ta alış­tır­ma yap­tık: Mü­za­ke­re için git­ti­ğin­de, aca­ba han­gi so­ru­la­ra mu­ha­tap ola­cak­tı? Kırk ka­dar so­ru be­lir­le­yip bun­la­rı ken­di­miz­ce ce­vap­lan­dır­dık. Ar­ka­da­şı­ma ba­ya­ğı gü­ven gel­di. Bu ka­dar alış­tır­ma­dan son­ra, ar­tık işi ko­tar­ma­mak ol­maz­dı!
Bir­kaç gün son­ra Ame­ri­ka’dan ara­dı. İş ol­muş­tu ama, ilk so­ru­da çu­val­la­mış­tı. So­ru şuy­du: “What is yo­ur exit stra­tegy?” Çı­kış stra­te­ji­niz ne? “Ya­hu Ho­cam, biz da­ha işe gir­me­dik, adam­lar bi­ze çı­kı­şı so­ru­yor. Be­re­ket ver­sin iyi kı­vır­dım da, işi ko­ta­ra­bil­dim.”
“Ma­li­ye­ti ne olur­sa ol­sun, Ku­zey Irak’a gir­mek ar­tık ka­çı­nıl­maz ol­muş­tur!” tar­zın­da­ki de­ğer­len­dir­me­le­re ba­yı­lı­yo­rum. Bun­la­rı ya­pan­lar ken­di­le­ri­ne ay­nı za­man­da “ile­ri­ci, Ba­tı­cı, çağ­daş” fi­lan gi­bi eti­ket­ler ta­kı­yor­lar. İle­ri­ci ve­ya çağ­daş ol­ma­nın ayırt edi­ci ni­te­li­ği ras­yo­nel­lik ya­ni akıl­cı­lık ise, kri­tik nok­ta­lar­da na­sıl böy­le­si­ne ir­ras­yo­nel ola­bi­li­yor­lar? Yok­sa bir kez “Ben çağ­da­şım” de­dik­ten son­ra, yap­tı­ğı­nız iş­ler ken­di­li­ğin­den akıl­cı mı sa­yı­lı­yor?
Tür­ki­ye el­bet­te Irak’a gi­re­bi­lir. Irak bi­zim yüz yıl ön­ce­ki vi­la­ye­ti­miz­dir. Tek­sas­lı kov­boy­lar on bin­ler­ce ki­lo­met­re öte­den ge­lip gi­ri­yor­lar da, biz ni­çin gir(e)me­ye­lim? Fa­kat şu iki so­ru­nun ce­va­bı­nı açık se­çik ve­ri­yor ol­ma­lı­yız: Ni­çin gi­ri­yo­ruz? Çı­kış stra­te­ji­miz ne­dir?
Bu so­ru­la­rın ma­kul ce­va­bı “Şe­hit­ler öl­mez, va­tan bö­lün­mez!” slo­ga­nı de­ğil­dir. “Te­rö­re kar­şı sa­vaş” da tek ba­şı­na inan­dı­rı­cı bir ge­rek­çe de­ğil. Tür­ki­ye’nin bu hu­sus­ta “üze­rin­de an­la­şıl­mış” ne si­ya­si, ne de as­ke­rî bir stra­te­ji­si var­dır! Bu­nu muh­te­lif ik­ti­dar odak­la­rı­nın be­yan­la­rın­da­ki çe­liş­ki­ler­den ve açık­la­ma­la­rı­nın sa­tır ara­la­rın­dan ra­hat­lık­la oku­ya­bi­li­yo­ruz.
 
Do­ğal Ol­ma­yan Sı­nır­lar Ko­ru­na­maz
Sa­de­ce Tür­ki­ye ile Irak ara­sın­da de­ğil, ne­re­dey­se bü­tün Or­ta­do­ğu ül­ke­le­ri ara­sın­da­ki sı­nır­lar “gayr-ı ta­bi­i”dir. Sı­nır­la­rı çi­zen em­per­yal güç­ler, so­run çöz­me­ye de­ğil, ka­lı­cı so­run­lar üret­me­ye ni­yet­li ol­duk­la­rın­dan, hu­dut­la­rı öy­le böl­ge­ler­den ge­çir­miş­ler­dir ki, iki ta­raf­tan da ko­run­ma­sı im­kan­sız ol­sun. El-Ce­zi­re’de ko­nu­şan Me­sut Bar­za­ni, “PKK te­rö­rist­le­ri­ni ni­çin ya­ka­la­yıp Tür­ki­ye’ye tes­lim et­mi­yor­su­nuz?” so­ru­su­na şöy­le ce­vap ve­ri­yor­du: “PKK bi­zim de­ğil, Tür­ki­ye’nin so­ru­nu­dur. Ken­di te­rö­rist­le­ri­ni ken­di­le­ri ya­ka­la­sın­lar.” İyi ama, PKK’lı­lar si­zin ta­raf­ta ko­nuş­lan­mış­lar. Ya on­la­rı ko­vun, ya­hut ya­ka­la­yıp Tür­ki­ye’ye ve­rin ki, te­rö­riz­mi ön­le­me hu­su­sun­da sa­mi­mi ol­du­ğu­nu­za gü­ve­ni­le­bil­sin. Bar­za­ni’nin bu so­ru­ya ce­va­bı il­ginç­ti: “Siz o dağ­la­rı gör­dü­nüz mü? On­lar kim­se­ye ait de­ğil. Bi­zim köy ve şe­hir­le­ri­mi­ze za­rar ver­me­mek şar­tıy­la, Türk­ler o dağ­la­rı di­le­dik­le­ri gi­bi de­net­le­ye­bi­lir ve te­rö­rist­le­ri­ni ya­ka­la­ya­bi­lir­ler.”
Bu­ra­da mak­sa­dı­mız Bar­za­ni’nin söz­le­ri­ni ve­ya sa­mi­mi­yet de­re­ce­si­ni de­ğer­len­dir­mek de­ğil. El­bet­te kurt bir si­ya­set­çi ola­rak “işi­ne gel­di­ği gi­bi” ko­nu­şu­yor. Fa­kat coğ­raf­ya­ya da­ir söz­le­ri yan­lış de­ğil. Ulus-dev­let ya­pı­la­rı sü­rüp gi­de­cek­se bi­le, bir gün mut­la­ka bu sı­nır­lar de­ği­şe­cek, (ge­liş­me­ler Tür­ki­ye’nin le­hi­ne so­nuç­la­nır­sa) da­ha gü­ney­den geç­mek zo­run­da ka­la­cak­tır!
Ekim ayı için­de­ki üzü­cü ça­tış­ma­lar, ka­bul et­me­li­yiz ki Tür­ki­ye’nin cid­di za­af­la­rı­nın ol­du­ğu­nu gös­te­ri­yor. De­ne­yim­li PKK tim­le­ri ge­rek öl­dür­me ge­rek ka­çır­ma tar­zın­da ol­sun, Türk as­ke­ri­ne cid­di ka­yıp­lar ver­dir­tip, mo­ral üs­tün­lü­ğü ele al­dı­lar. ABD’nin bu sü­reç­te son de­re­ce küs­tah bir üs­lup ta­kın­dı­ğı da göz­den kaç­mı­yor. Ame­ri­kan yet­ki­li­ler, di­ler­sek bi­ze “doğ­ru is­tih­ba­rat” ve­re­bi­le­cek­le­ri­ni di­le ge­ti­rip, Türk­le­rin her­han­gi bir cid­di ope­ras­yon için doğ­ru bil­gi top­la­ma­ya bi­le muk­te­dir ol­ma­dık­la­rı­nı ima de­ğil, ale­nen ifa­de edi­yor­lar.
Türk or­du­su­nun sa­yı, ye­te­nek ve eği­tim dü­ze­yi ba­kı­mın­dan dün­ya­nın en bü­yük bir­kaç si­lah­lı kuv­ve­tin­den bi­ri ol­du­ğu­na kuş­ku yok­tur. Fa­kat ge­rek si­la­ha ge­rek is­tih­ba­ra­ta yö­ne­lik tek­no­lo­jik do­na­nı­mı­nın hem ye­ter­siz, hem de aşı­rı de­re­ce­de ABD’ye ba­ğım­lı ol­du­ğu sık sık di­le ge­ti­ri­li­yor. Ku­zey Irak’ta “ABD’ye rağ­men” ne­ler ya­pı­la­bi­le­ce­ği, Tür­ki­ye’nin sa­de­ce as­ke­rî gü­cü­nü de­ğil, ay­nı za­man­da tek­no­lo­jik se­vi­ye­si­ni de test ede­cek­tir.
 
Mil­let Ki­min Düş­ma­nı­dır?
Son beş yı­la ka­dar, sa­de­ce Irak Kürt­le­riy­le de­ğil, ne­re­dey­se tüm Or­ta­do­ğu ül­ke­le­riy­le iliş­ki­le­ri­miz hu­su­met esa­sı­na gö­re yü­rü­tü­lü­yor­du. Yüz yıl­dır bel­ki ilk de­fa ola­rak “Kom­şu Ül­ke­ler­le Sı­fır Prob­lem” si­ya­se­ti be­nim­sen­di. Ba­tı­lı (ve Ba­tı­cı) yo­rum­cu­lar he­men bu­nun “üs­tü ör­tük bir İs­lam­cı­lık si­ya­se­ti” ol­du­ğu­nu di­le ge­tir­me­ye baş­la­dı­lar. Türk­le­rin Müs­lü­man top­lum­lar­la her tür­lü ya­kın iliş­ki­si­nin teh­li­ke kay­na­ğı ola­bi­le­ce­ği­ne da­ir öy­le­si­ne kök­lü bir an­la­yış var ki, bun­la­ra kom­şu­la­rı­mı­zın ya­rı­dan faz­la­sı­nın Müs­lü­man ol­ma­dı­ğı­nı (Yu­na­nis­tan, Bul­ga­ris­tan, Ro­man­ya, Uk­ray­na, Er­me­nis­tan, Gür­cis­tan…) söy­le­se­niz bi­le, duy­mak is­te­mez­ler.
Bu yak­la­şı­mın em­per­ya­list güç­le­rin amaç­la­rı­na hiz­met et­ti­ği açık se­çik ol­du­ğu hal­de, ma­ale­sef si­vil ve­ya as­ker Türk bü­rok­ra­si­si­nin önem­li bir bö­lü­mü­nün ka­na­at­le­ri­ni de yan­sıt­tı­ğı gör­mez­den ge­li­ne­mez. Son za­man­lar­da ABD’nin ta­kın­dı­ğı ta­vır yü­zün­den bu çev­re­ler bir öl­çü­de “Ame­ri­kan aleyh­ta­rı” ol­muş gö­zük­se­ler de, ger­çek­te akıl­la­rı (ve özel­lik­le kalp­le­ri) bir dö­nü­şüm ya­şa­mış de­ğil­dir. Mil­let­ten çok, o em­per­yal mer­kez­ler­le duy­gu­daş­tır­lar!
Tür­ki­ye’nin PKK te­rö­rü ba­ha­ne­siy­le Irak ba­tak­lı­ğı­na gir­me­si mil­li bir si­ya­se­tin ürü­nü ola­maz. Beş yıl ön­ce Türk­le­ri ye­dek­le­ri­ne alıp Irak’a gir­me­yi ba­şa­ra­ma­yan güç­ler, şim­di on­la­rı tah­rik ede­rek ay­nı so­nu­ca ters­ten ulaş­mak is­ti­yor­lar. Tür­ki­ye bir gün Or­ta­do­ğu’ya gi­re­cek­se, bir iş­gal kuv­ve­ti gi­bi de­ğil, iş­gal­ci­le­re kar­şı ye­ni bir Kur­tu­luş Sa­va­şı’nın baş­la­tı­cı­sı ola­rak gir­me­li­dir. Bu­nun ger­çek­leş­me­si, as­ker/si­vil bü­rok­ra­si­mi­zin Türk/Kürt/Arap ayı­rı­mı yap­ma­dan, bü­tün böl­ge halk­la­rı­nı bir tek MİL­LET ola­rak gör­me­si­ne bağ­lı­dır. Oy­sa ULUS ol­ma sev­da­sıy­la yüz yıl­dır kıv­ra­nan bü­rok­ra­si, di­nî du­yar­lı­lı­ğı olan, ya­ni “mil­let­ten ulu­sa al­çal­ma­yan” her­ke­si düş­man sa­yı­yor.
On yıl ön­ce yaz­dı­ğım “Düş­man” baş­lık­lı bir ya­zı­da (Ye­ni Şa­fak, 14 Ma­yıs 1997), 28 Şu­bat­çı bü­rok­ra­si­nin “din­dar in­san­la­rı dev­let düş­ma­nı” ilan et­ti­ği­ni, hiç­bir nes­nel ge­rek­çe­si ol­ma­yan bu it­ha­mın mak­sa­dı­nın “İs­ra­il ile ya­pı­lan an­laş­ma­la­rı, böy­le­ce Türk dev­le­ti­nin dün­ya sis­te­mi için­de­ki ye­ni ko­nu­mu­nu ol­du­bit­ti­ye ge­tir­mek” ol­du­ğu­nu be­lirt­miş­tim. Sul­ta­nah­met Mey­da­nı’nda top­la­nan yüz bin­ler­ce in­sa­nın “Çe­vik Bir, bu­ra­sı Tür­ki­ye, İs­ra­il de­ğil!” hay­kı­rış­la­rı hâ­lâ ku­la­ğım­da­dır.
Da­ha ön­ce­ki bir ya­zı­mın baş­lı­ğı ise “Mil­let ki­min düş­ma­nı­dır?” şek­lin­dey­di. Ora­da, Tan­zi­mat’la baş­la­yan, Cum­hu­ri­yet’le de­vam eden bir bü­rok­ra­si-halk kar­şıt­lı­ğı ol­du­ğu­nu ve halk­tan gi­de­rek ko­pan, ade­ta bir get­to­ya ka­pa­nan bü­rok­ra­si­nin hal­kı ken­di­ne düş­man ola­rak gör­me­ye baş­la­dı­ğı­nı be­lirt­miş­tim. Ve iki ti­pik mi­sal ola­rak, Mus­ta­fa Re­şid Pa­şa ile İs­met İnö­nü’yü gös­ter­miş­tim. Re­şid Pa­şa, sa­da­re­ti­ni İn­gi­liz­le­re borç­lu ol­du­ğu için 1838 Ti­ca­ret Ant­laş­ma­sı’nın İn­gi­liz­ler le­hi­ne so­nuç­lan­ma­sı için can­la baş­la ça­lış­mış; mev­cut Os­man­lı sa­na­yi­si­nin çö­kü­şü­nü ha­zır­la­mış­tı. İnö­nü ise, 17 Ma­yıs 1968’de Ulus ga­ze­te­sin­de ya­yım­la­nan ha­tı­ra­tın­da, şu iti­raf­ta bu­lun­muş­tu:
“İkin­ci İnö­nü Sa­vaş­la­rı sı­ra­sın­da Bur­sa’dan ge­ri­ye doğ­ru göç eden ve için­de su­bay ve ai­le­le­ri­nin de bu­lun­du­ğu bir kâ­fi­le­yi dur­dur­dum. Su­bay­la­rı bir ke­na­ra top­la­dım. De­dim ki: İçin­de bu­lun­du­ğu­nuz va­zi­ye­ti bil­me­li­si­niz. Bun­dan baş­ka, su­bay ola­rak da ye­ri­ni­zi bil­me­li­si­niz. Pa­di­şah düş­ma­nı­nız­dır. Ye­di dü­vel düş­ma­nı­nız­dır. Kim­se işit­me­sin, mil­let düş­ma­nı­nız­dır.” Bu­ra­da­ki su­bay ke­li­me­si­ni bü­tün bü­rok­ra­si­ye teş­mil ede­bi­li­riz. Dün­ya­da ken­di mil­le­ti­nin düş­man­lı­ğı­nı ka­zan­ma­yı ba­şar­mış tek bü­rok­ra­si her­hal­de Jön­türk ar­tı­ğı Cum­hu­ri­yet bü­rok­ra­si­si­dir.
Bu ya­zı­nın ya­yım­lan­ma­sı­nın ar­dın­dan Ya­lo­va’dan bir mek­tup al­dım. Kur­tu­luş Sa­va­şı ga­zi­le­rin­den Ra­sim Ko­çal’ın to­ru­nu Ya­kup Ko­çal, yu­ka­rı­da sö­zü­nü et­ti­ğim ya­zı­ya at­fen şu açık­la­ma­yı ya­pı­yor­du: “Bü­rok­ra­si­mi­zin mil­let­ten ne ka­dar ko­puk ol­du­ğu ko­nu­sun­da si­zin­le hem­fi­ki­rim. Bu sü­re­cin Cum­hu­ri­yet’le baş­la­ma­dı­ğı dü­şün­ce­sin­de­yim. Kök­le­ri­ni sal­ta­nat/şe­ri­at ay­rı­mın­da bu­la­bi­le­ce­ği­miz bu bü­rok­rat/halk uyum­suz­lu­ğu bir ger­çek­tir. Ama Kur­tu­luş Sa­va­şı es­na­sın­da hal­kı mü­ca­de­le­ye da­vet et­mek için mil­li güç­le­rin ge­re­ğin­de pro­vo­kas­yon da­hi yap­tık­la­rı bi­lin­mek­te­dir. İnö­nü’nün hal­kı ik­na için gay­ret gös­te­ril­me­si ge­rek­ti­ği­nin far­kın­da ol­ma­sı ‘mil­let düş­ma­nı­nız­dır’ sö­zü­nü söy­le­ten bi­linç­tir. Kur­tu­luş Sa­va­şı’na ye­dek su­bay ola­rak ka­tı­lan ve Bur­ha­ni­ye (Ya­lo­va) müf­re­ze­si ko­mu­tan­lı­ğı ya­pa­rak ga­zi sı­fa­tıy­la ma­dal­ya sa­hi­bi olan de­dem Ra­sim Ko­çal’ın çok­ça din­le­di­ğim bir anı­sı şöy­le­dir: Ya­lo­va’da­ki ba­zı Türk köy­le­ri, İn­gi­liz­le­rin teh­di­di ve kul­lan­dı­ğı ba­zı Türk çe­te­le­ri yü­zün­den si­lah ku­şan­ma­ya çe­kin­mek­te­dir. De­dem bu du­ru­mu İz­mit Ko­mu­ta­nı, ki son­ra Mec­lis’te en­se­sin­den vu­ru­la­rak şe­hit edi­len bir kah­ra­man­dır, Ha­lit Pa­şa’ya bil­di­rir. Ha­lit Pa­şa şif­re­li bir me­saj­la bir Türk kö­yün­de içi bo­şal­tıl­mış bir­kaç evin ya­kıl­ma­sı­nı ve bu­nun, ‘Rum­lar Türk kö­yü ya­kı­yor’ şek­lin­de tüm Ya­lo­va’ya du­yu­rul­ma­sı­nı em­re­der. Stra­te­ji ba­şa­rı­lı olur ve ge­niş bir ka­tı­lım ile mil­li mü­ca­de­le hız­la­nır.”
Amaç­lar her za­man araç­la­rı meş­ru kı­lar mı, bil­mem. Fa­kat araç­la­rı meş­ru kı­la­cak tek şe­yin meş­ru amaç ol­du­ğu­na kuş­ku yok­tur. “Mil­li Mü­ca­de­le” ya­ni bir mil­le­tin ta­rih için­de va­rol­ma kav­ga­sı, onun var­lık hak­kı­nı elin­den al­mak is­te­yen­le­re kar­şı bir­çok hi­le­yi do­ğal ola­rak meş­ru­laş­tı­rır.
Bu­gün de ben­zer hi­le­le­rin uy­gu­lan­dı­ğı­na da­ir med­ya­da çok sa­yı­da id­di­a yer alı­yor. Bun­la­rın bir kıs­mı­nı komp­lo te­ori­si say­sak bi­le, bir kıs­mı­nın doğ­ru­lu­ğu kuv­vet­le muh­te­mel. Fa­kat asıl so­ru şu: Bü­tün bun­la­rın uğ­ru­na ya­pıl­dı­ğı meş­ru amaç ne? “Türk Mil­le­ti’nin ta­rih için­de va­rol­ma­sı mı?” Ha­yır. Av­ru­paî tarz­da kur­gu­lan­mış bir ulus-dev­le­tin ko­run­ma­sı!
 
Ulus-dev­let­ler Ko­ru­na­maz!
As­ker, do­ğa­sı ge­re­ği, mu­ha­fa­za eder. Eli­ne ne ve­ril­miş, ken­di­si­ne ne ema­net edil­miş­se, onu mu­ha­fa­za et­mek­le yü­küm­lü­dür. Onun için, as­ker­ler ta­ra­fın­dan ya­yım­la­nan her bil­di­ri ve­ya açık­la­ma­da “Cum­hu­ri­yet’in, la­ik­li­ğin ve ulus-dev­le­tin iç ve dış düş­man­la­ra kar­şı ko­ru­na­ca­ğı” vur­gu­la­nır.
Cum­hu­ri­yet ve la­ik­lik, ko­ru­na­bi­lir şey­ler­dir. Bi­ri bir yö­ne­tim şek­li, di­ğe­ri yö­ne­ti­min di­nî re­fe­rans­lar­dan uzak tu­tul­ma­sı­dır. Fa­kat ulus-dev­let ge­çi­ci bir sos­yo-po­li­tik kur­gu­dur; be­lir­li amaç­la­ra hiz­met et­tik­ten son­ra, is­te­se de ayak­ta du­ra­maz. Nas­ret­tin Ho­ca’nın kar hel­va­sı­dır ulus-dev­let; onu Av­ru­pa­lı­lar icat et­ti; son­ra vaz­geç­ti­ler. El­li yıl­dır kı­ta-dev­le­ti kur­mak­la meş­gul­ler; tıp­kı 150 yıl ön­ce Ame­ri­ka­lı­la­rın yap­tı­ğı gi­bi! Biz Ame­ri­ka­lı­lar­dan, Av­ru­pa­lı­lar­dan da­ha mı akıl­lı­yız?
Tür­ki­ye’yi yö­ne­ten­le­rin iti­raf et­mek­ten kork­tuk­la­rı ger­çek şu­dur: Asıl me­se­le PKK te­rö­rü fi­lan de­ğil, Ku­zey Irak’ta ba­ğım­sız bir Kürt dev­le­ti­nin ku­rul­ma­sı­dır. Böy­le bir dev­le­tin var­lı­ğı, za­man­la Tür­ki­ye’nin iç is­tik­ra­rı­na göl­ge dü­şü­re­cek; ay­rı­lık­çı eği­lim­le­ri güç­len­di­re­cek­tir.
Pe­ki, Türk­ler ulus-dev­let de­nen kar hel­va­sı­nı bu ka­dar cid­di­ye alır­lar­sa, Kürt­ler ni­çin al­ma­sın­lar? O Türk­ler ki, bin yıl­dır As­ya’nın or­ta­sın­dan Av­ru­pa’nın or­ta­sı­na ka­dar “ni­zâm-ı âlem”den so­rum­lu idi­ler. Şim­di ne ol­du da “Av­ru­pa ar­tı­ğı” bir or­ga­ni­zas­yon bi­çi­mi­ne ölü­mü­ne sev­da­lan­dı­lar?
Tür­ki­ye, Irak’a gir­me­li­dir; Or­ta­do­ğu’ya gir­me­li­dir. Ye­ni bir fik­rin, ye­ni bir ru­hun, ye­ni bir po­li­tik ör­güt­len­me mo­de­li­nin müj­de­ci­si ola­rak gir­me­li­dir. Türk­le­rin ya­nı sı­ra, Arap ve Kürt­le­ri de ku­cak­la­yan; Ba­tı As­ya halk­la­rı­nı in­san­ca ya­şa­ta­cak yer­li bir olu­şu­mun ön­cü­sü sı­fa­tıy­la gir­me­li­dir. Dar ulus-dev­let­çi­lik, da­ha doğ­ru­su dev­let-ulus­çu­luk, Türk­le­rin eli­ni ko­lu­nu bağ­la­yan “kö­kü dı­şa­rı­da” bir pro­jey­di. Ye­ni mil­let-dev­let­çi­lik kö­kü bu top­rak­lar­da, dal­la­rı bü­tün Me­zo­po­tam­ya’yı kap­la­yan yer­li bir ta­sa­rım ola­cak­tır.

Paylaş Tavsiye Et