Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (December 2003) > Dosya > Çeşitliliğin arkasındaki “saklı geçmiş”: Balkanlar
Dosya
Çeşitliliğin arkasındaki “saklı geçmiş”: Balkanlar
Fatma Sel Turhan
“BİZ tarih boyunca hep burada olduk; Müslümanlar ise sadece 15’inci yüzyıldan beri buradalar”. Tarihin bilinçli bir tahrifle ters yüz edildiğini gösteren bu ifade 1993’te, Bosna Savaşı’nın katliama dönüştüğü sıralarda Bosna-Hersek’in Bratunac bölgesinde belediye başkanı olan bir Sırp tarafından dillendirildi. 1992 Bosna Savaşı’nda bölgede Müslümanlara uygulanan etnik soykırımın en temel argümanı bu idi. Balkanların çok kimlikli yapısına yönelen bu tehdit, mesela 6 Nisan 1992’de, savaşa karşı çıkmak için Bosna Parlamentosu önünde toplanan elli bin kişinin üzerine kurşun yağdırabiliyordu. Kalabalık Sırp, Hırvat ve Müslüman Boşnaklardan oluşuyordu; kurşunların hedefinde ise bölgenin bu çok kimlikliliği vardı.
Bölgeye “bazılarının” sonradan geldiği, dolayısıyla artık gitme vakti olduğu şeklindeki iddialar acaba ne kadar doğruydu? Bölgenin bu çok kimlikliliği bazılarının iddia ettiği gibi Osmanlı döneminde yapay olarak mı oluşturulmuştu? Bu sorulara cevap bulunmadan Balkanları analiz etmek mümkün değildir. Etnik yapıyı ve bölgenin tarihini belirleyen en önemli etken ise Balkanların kendine özgü coğrafyasıdır. Adını “ormanlı, yüksek dağlar” anlamına gelen ve adeta doğal bariyerleri ima eden bir Türkçe isimlendirmeden alan Balkanlar; ters “S” harfini andıran dağları, küçük nehirleri ve üçgen yarımada yapısıyla her bakımdan kendine mahsus özellikler gösterir. Bu dağlık yapı çok farklı etnik gruplar arasındaki doğal sınırları da oluşturur. Öyle ki Fransa veya Almanya’dan daha küçük yüzölçümüne sahip bu bölge, bir düzineden fazla gruba ev sahipliği yapar.
 
Etnik Zenginliğin Kökenleri
Bölgenin bilinen en eski sakinleri, bugün Arnavutların ataları olarak kabul edilen İlliyarlılardı. İlliryalıların Balkanların batısında ilk görüldükleri tarih Milattan Önce 12’nci yüzyıla kadar uzanır. Başta Slavlarınki olmak üzere Tuna havzası boyunca uğradıkları birçok akına rağmen İlliryalılar, kaldıkları Adriyatik kıyılarına kimliklerini vurmayı başarırlar.
Balkanların İlliryalılar kadar eski diğer toplumu da, hiç şüphesiz Yunanlılardı. Yunan uygarlığının başarılı kolonileşme hikayesi, Akdeniz dünyasının uzak bölgelerindeki barbar toplulukların bile ilgisini bu bölgeye yöneltiyordu. Uygarlığın Ege’deki merkezine daha yakın olan Makedonya Krallığı Yunan uygarlığını ele geçirme yolundaki ilk hamlesini, saray kapılarını Yunan düşünür ve eğitmenlerine açmakla yapmıştı. II. Philip’in kurduğu Makedonya Krallığı en büyük genişlemesini oğlu Büyük İskender döneminde yaptı. Milattan Önce 336-323 yılları arasında hüküm süren Büyük İskender’in doğuya doğru genişleterek bir dünya imparatorluğu haline getirdiği krallık, bugün Yugoslavya ve Arnavutluk hariç, tüm Balkan topraklarını kapsamaktaydı. Sırtını Helenizmin güçlü birikimine dayayan Büyük İskender’in hocasının Aristoteles olması şaşırtıcı değildi. Makedonlar kalabalık, yürekli ve dayanıklı bir halktı; Yunanlılar ise büyük bir uygarlığın sahibi… Büyük İskender bu uygarlığı fetihle birleştirerek krallığını bir yandan dünya imparatorluğuna dönüştürürken, diğer yandan Helenizmi doğuya doğru genişletti.
Bölgenin Makedonlardan sonraki hakimi Romalılardı. Romalılar önce Makedonya ve Yunanistan’ı (M.Ö. 146), ardından da Asya’nın büyük bir bölümü ile Mısır’ı ele geçirdiklerinde Doğu Akdeniz’deki halklar dokusuna yeni bir öge daha eklenmiş oldu. Romalıların Balkanlardaki hakimiyeti aslında çöküşlerinin de başlangıcıydı. Helenistik uygarlığın lüks ve zenginliği kısa zamanda onları kuşatarak fetih anlayışından uzaklaştırdı. Milattan Sonra 395’te iki kardeş arasında paylaşılan Roma toprakları Balkanları da ikiye ayırdı. Bölgenin bugün Hırvatistan ve Slovenya’ya ait kısmı Batı Roma’da kalırken, diğer bölümler Doğu Roma İmparatorluğu’na geçti.
 
Balkanların Yeni Sakinleri
Doğuyla Batı arasında bir geçit olan Balkanların bu özelliği onu yeni sakinlerle tanıştırdı: Hunlar ve Slavlar. Bölgede 380 yılından itibaren görülmeye başlanan Hunlar Macaristan ve Kuzey Balkanları yurt edindiler. Güney Slavları olarak da bilinen Slaveniler ise 6’ncı yüzyıldan itibaren gruplar halinde kuzeyden bölgeye giriş yapmış ve yavaş yavaş ilerleyerek bölgenin hakimi olmuşlardı. Slaveniler aslında “Sırp, Hırvat ve Boşnakların” atası idiler. Zamanla dini kimlikler etnik kökenin üzerine çıkarak, bölge halkının tanımlanmasında temel olmuştu. Slavların Ortodokslaşan bölümü Sırp, Katolikleşen kesimi de Hırvat olarak tanınmıştı. Boşnaklar ise bölgeye İslam gelinceye kadar kendi kurdukları Bosna Kilisesine bağlı kalmışlar; hem Katolikliğe, hem de Ortodoksluğa uzak durmaları İslama geçişlerini kolaylaştırmıştı. Bölgenin diğer etnik unsuru Bulgarlar ise Türk asıllı idiler; fakat zamanla, tarihte ender görülen şekilde, hakimiyeti altına aldıkları Slav ırkının etkisiyle Slavlaştılar. Tüm bu çeşitliliğin dışında bölgeye 11 ve 12’nci yüzyıllarda Peçenek, Kuman ve Uz Türklerinden gruplar da gelmişti.
Bölgedeki siyasi ayrılık, 1054’teki dini ayrılığı getirdi. Katolik ve Ortodoks mezhepleri arasındaki mücadele Balkanları da bir çatışmanın ortasında bıraktı. Balkan coğrafyası ne Katolikliğin, ne de Ortodoksluğun bölgeye tam olarak yerleşmesine müsaade ediyordu. İki din bloğu tarafından kuşatılmış Balkanların bazı bölgelerinde üçüncü yol olarak Bogomilizmin seçilmesi şaşırtırcı değildi. Bogomilizm Hıristiyanlık öğretisini kabul etmekle birlikte, Yeni-Manici, düalist yaklaşımı sebebiyle gerek Katolik, gerekse Ortodoks dünyası tarafından sapkın olmakla suçlanıyordu. Zamanla Hıristiyan dünyasıyla bağlarını tamamen koparan Bogomil Kilisesi bir süre etkisini devam ettirdi; ta ki bölge İslamla tanışıncaya kadar...
 
Osmanlıyla Açılan Yeni Sayfa
Bizans İmparatorluğu’nun Balkanlardaki hakimiyeti, çok etkin olmasa da IV. Haçlı Seferi’ne kadar devam etti. Ancak İstanbul’u işgal eden Latinler, bu hakimiyetin son bulmasına sebep oldular. Latin kesintisi ne kadar kısa olursa olsun, geriye kötü bir miras bırakmıştı; parçalanmış topraklar. Bizans İmparatoru gücünü toparlayıp İstanbul’u tekrar ele geçirdiyse de, Balkanlarda Haçlı kumandanları tarafından kurulan küçük feodal devletlere birşey yapamadı. Çoğunluğu Slav ve Yunan olan yerli halkın büyük kısmı bu feodal devletler arasında paylaşıldı.
Balkan tarihinde yeni sayfa Osmanlının 1354’te Balkan yarımadasına geçişiyle açıldı. Sultan Murad’ın başkentini Edirne’ye taşımasıyla da Osmanlı süratle Balkanları fethe başladı. 1364 Sırp Sındığı, 1389 Kosova zaferleri Balkanların fethi için ilk büyük adımlardı. Bunu Niğbolu (1396), Varna (1444) ve İkinci Kosova (1448) zaferleri izledi. Haçlı tehlikesini tamamen kıran II. Murad, hiç tartışmasız Balkanların fatihi olmuştu. Oğlu Fatih Sultan Mehmed ise 1463’te Bosna’yı alarak Balkanlardaki en büyük fethi gerçekleştiriyor ve Osmanlı idaresini Dalmaçya sahillerine kadar götürüyordu.
Balkanların bu kadar seri bir şekilde Osmanlı hakimiyetine geçmesi Osmanlı idaresinin bölgeye siyasi ve ticari bütünlük kazandırmasında yatıyordu. Feodal beylerinin baskılarından usanan Balkan köylülerinin tercihi Osmanlı idaresi oluyordu. “Osmanlı Barışı” (Pax Ottomanica) olarak bilinen dört yüz yıllık süreç, Balkanlara sulh ve zenginliği getirdi. Bu süreçte Balkanlarda zirai üretim artarken, yeni kurulan kasaba ve şehirlerle canlı bir sosyal ve ticari hayat yaşandı. Bu bölgeye iskan edilen Türk göçmenler de canlılıkta büyük pay sahibiydi. Balkan halkının birçoğunun İslama geçişinde, bu göçmenlerin büyük etkisi olmuştu. Osmanlı tarafından bölgede inşa edilen cami, imaret, han, hamam gibi dini ve kültürel mekanlar da bu geçişi kolaylaştırmıştı.
 
Milliyetçilik Sahneye Çıkıyor
Osmanlı için dönüm noktası olan İkinci Viyana Seferi’nden sonra Avrupa devletleri gözlerini tamamen Osmanlı topraklarına çevirdi. Böylece Haçlı Seferleri’nden beri küllenen bir ateşi yeniden alevlendiriyorlardı: Türkleri Avrupa’dan çıkarmak ve Asya’ya geri sürmek. Avrupalıların yanı başlarındaki Balkan toprakları ilk harekete geçtikleri bölgeydi. Aralarında yaptıkları anlaşmalarla Osmanlıyı paylaşmaya başlayan güçlere karşı Osmanlı direnmeye devam etti. Ancak 19’uncu yüzyılın değişen şartları Balkanları dört yüz yıldır kader birliği yaptığı Osmanlıdan yavaş yavaş koparmaya başladı. Batının Osmanlıyı yok etmek için devreye soktuğu “böl ve yönet” politikasında silah milliyetçilikti. Milliyetçiliğin güdümündeki ayaklanmalar ilk olarak 1804’te Avusturya’nın desteğiyle Sırbistan’da başladı. Bunu, İngiltere’nin manevi desteğindeki 1821 Yunan İhtilali takip etti. İhtilal 1829’da Yunanistan’a bağımsızlık getirdi. Osmanlının ortaya koyduğu direniş 1878’e kadar Balkan yarımadasını elinde tutmasına imkan vermişti. Ancak Osmanlı-Rus Savaşı Balkanların tarihi için bir dönüm noktasıydı. Savaş sonunda imzalanan anlaşmayla Trakya ve Makedonya dışındaki tüm Balkan toprakları Osmanlı hakimiyetinden çıkıyor; Sırbistan, Romanya ve Karadağ bağımsızlık kazanıyordu. İngiliz Konsolosluğu’nun raporlarına göre savaşta ölen Müslümanların sayısı 300-400 bini, göçe zorlananlarınki ise bir milyonu aşmıştı. Avusturya da Bosna-Hersek’i işgal etmişti.
1912-1913 Balkan Savaşı; Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ’ın aralarında anlaşarak Osmanlıya savaş açmasıyla başladı. Savaş Osmanlı için hezimet oluyor, Doğu Trakya olarak bilinen dar bölge dışındaki tüm Balkan toprakları elinden çıkıyordu. Balkan ülkeleri bununla da kalmıyor, 1913’te Osmanlı devletine yeniden savaş açıyorlardı. Savaşın ardından imzalan anlaşmayla Osmanlı Enez-Midye hattının batısını tamamen kaybediyordu.
Balkan devletlerinin pastadan büyük payı kapmak için giriştikleri mücadele yeni bir Balkan savaşına sebep oldu. Osmanlı ise Balkan devletlerinin arasındaki bu çekişmeleri faydaya çevirerek Edirne’yi geri aldı. Bu aynı zamanda Osmanlının Cumhuriyet Türkiye’sine miras bırakacağı sınırı da belirliyordu. Ancak Balkanlar bu savaşlarla da durulmadı. İki dünya savaşının fitili bu topraklarda ateşleniyor; Balkanlar kanlı savaşlara varan karışıklıklarını günümüze miras bırakıyordu.

Paylaş Tavsiye Et