Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2008) > Söyleşiyorum > Salim USLU: “Emek, Türk sendikacılığının öznesi değil nesnesidir”
Söyleşiyorum
Salim USLU: “Emek, Türk sendikacılığının öznesi değil nesnesidir”
Konuşan: M. Akif KAYAPINAR
1 Mayıs kutlamaları çerçevesinde hükümet ile yıkıcı bir otorite savaşına giren sendikalar hayatımızın neresinde duruyor, Türkiye’de ne tür bir işlev görüyorlar, hangi sorunlarla boğuşuyorlar? Anlayış Dergisi olarak bu ve benzeri soruları konunun en önemli uzmanlarından birine, Salim Uslu’ya yönelttik. Salim Uslu 1955 yılında Çorum’un Alaca ilçesinde doğdu. Liseyi bitirdikten sonra özel sektör ve kamuya ait çeşitli işyerlerinde çalıştı. 1976 yılında Hak-İş’in kuruluşu ile birlikte sendikal faaliyete başladı. Değişik işkollarında çalıştı. 1980-1995 yılları arasında Hak-İş Konfederasyonu Genel Eğitim Sekreterliği ve Öz Gıda İş Sendikası Genel Sekreterliği görevlerinde bulundu. 3 Aralık 1995 tarihinden itibaren Hak-İş Konfederasyonu Genel Başkanlığı ve Öz Gıda İş Sendikası Genel Başkanlığı’nı birlikte yürütmektedir. Uluslararası Endüstriyel İlişkiler Derneği (IIRA), Türk Endüstriyel İlişkiler Derneği, Türkiye Kalp ve Akciğer Organ Nakli Vakfı Kurucular Kurulu, AB-Türkiye Ekonomik ve Sosyal Konsey Karma İstişare Komitesi, Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) İcra Kurulu, Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) Ekonomik ve Sosyal Konsey üyesi bulunduğu kurumlardan bazıları. Bütün Yönleriyle 1 Mayıs, 21. Yüzyıla Doğru Çağdaş Sendikal Anlayış ve Türkiye’den Avrupa’ya Göç (Salim Uslu ve İtalyan Sendikacı Giacomina Cassina’nın ortak çalışması) başlıklı yayınlanmış kitapları bulunuyor.
 
Ge­nel bir so­ru­dan baş­la­ya­lım. Sen­di­ka ne­dir? Siz­ce sen­di­ka­lar ha­ya­tı­mız­da­ki han­gi boş­lu­ğu dol­du­ru­yor?
Sen­di­ka kav­ram ola­rak bi­zim kül­tü­rü­mü­ze ya­ban­cı gi­bi gö­zü­kü­yor. Tür­ki­ye bir­çok kav­ram ve ku­ru­mu it­hal et­ti; ödünç al­dı. An­cak bu it­hal kav­ram­la­rın ye­te­rin­ce içi­ni dol­du­ra­ma­dı. Bir ak­se­su­ar gi­bi bu kav­ram­la­rın Ana­ya­sa’da yer al­ma­sı ge­rek­ti­ği dü­şü­nül­dü. Sen­di­ka da ödünç alı­nan ve içi dol­du­ru­la­ma­yan kav­ram­lar­dan. Ama ger­çek­te bu de­ğer­ler bi­zim kül­tü­rü­mü­ze çok da ya­ban­cı de­ğil. Söz­ge­li­mi sen­di­ka­la­rın biz­de­ki iz­dü­şü­mü, top­lum­da iyi­lik­le­ri art­tır­mak kö­tü­lük­ler­le mü­ca­de­le et­mek, şek­lin­de özet­le­ne­bi­lir. Ni­te­kim ge­ri­ye dö­nüp bak­tı­ğı­mız za­man kül­tü­rü­müz­de çe­şit­li dö­nem­ler­de bu­na uy­gun ku­rum­lar da ol­muş­tur.
 
Ahi­lik ve­ya lon­ca teş­ki­lat­la­rı­nı kas­te­di­yor­su­nuz zan­ne­der­sem.
Ta­bii çok es­ki­le­re git­mek de müm­kün. Za­ten biz Os­man­lı’da­ki ba­zı ku­rum­la­rı, özel­lik­le si­vil top­lum ör­güt­le­ri­ni mo­dern za­man­la­ra uy­gun bir bi­çim­de dö­nüş­tü­re­me­di­ği­miz için san­ki her şe­ye sı­fır­dan, ya­kın bir mi­lat­tan iti­ba­ren baş­la­mış gi­bi gö­rü­nü­yo­ruz. Öte ta­raf­tan ödünç al­dı­ğı­mız kav­ram­la­rı da yer­li ye­ri­ne otur­ta­bil­miş de­ği­liz. Ger­çek an­lam­da, ev­ren­sel an­lam­da kul­la­na­bi­li­yor de­ği­liz. Ada­let­siz­li­ğin ol­du­ğu her yer­de sen­di­ka ola­cak­tır, ol­ma­lı­dır. Eğer ça­lı­şan­lar­la ça­lış­tı­ran­lar ara­sın­da, ser­ma­ye ile emek ara­sın­da bir sos­yal den­ge ku­ru­la­cak­sa o den­ge­yi ku­ra­bil­me­nin ye­ga­ne yo­lu güç­lü bir sen­di­ka­laş­ma­dan ge­çi­yor.
 
Tür­ki­ye’nin de, adı her ne ka­dar sen­di­ka ol­ma­sa da, iş­lev­sel an­lam­da bir sen­di­ka­cı­lık geç­mi­şi var. Bi­zim sen­di­ka­cı­lık an­la­yı­şı­mız ile Ba­tı’nın sen­di­ka­cı­lık an­la­yı­şı ara­sın­da bir fark var mı?
Sen­di­ka­cı­lık, Ba­tı’da baş­lan­gıç iti­ba­rıy­la da­ha ça­tış­ma­cı bir kül­tür­den ne­şet et­miş bir ha­re­ket. Ama o gü­nün ko­şul­la­rın­da doğ­ru­su bu ka­rar­lı ve dik tav­rı çok da ge­rek­li gö­rü­yo­rum. Ya­ni Ba­tı’da sa­na­yi top­lu­mu­na ge­çiş­le bir­lik­te kö­le­lik sis­te­mi­nin bi­raz da­ha mo­dern­leş­ti­ril­miş bir ha­le gel­di­ği­ni gö­rü­yo­ruz. Gün­lük ça­lış­ma sü­re­le­ri­nin uza­mış ol­ma­sı ve iş­çi­le­rin hiç­bir sos­yal ve hu­ku­ki gü­ven­ce­ye sa­hip ol­ma­ma­sı ne­de­niy­le çok cid­di, say­gı­de­ğer bir mü­ca­de­le ve­ril­miş­tir ora­da. Biz o sa­na­yi dev­ri­mi­ni ve o mü­ca­de­le­yi ya­şa­ma­dık. Ama o ça­tış­ma­cı kül­tü­rü ge­ri­den ta­kip ede­rek al­dık. Oy­sa sen­di­ka­cı­lık Ba­tı’da ken­di ro­lü­nü ye­ni­den ta­nım­lı­yor. Biz­se on­la­rın terk et­ti­ği yer­den baş­la­dık.
 
Pe­ki bu Tür­ki­ye’de­ki sen­di­ka­cı­lı­ğın kav­ram ola­rak içi­ni za­yıf­la­tı­yor mu?
Şüp­he­siz. Bi­zim kül­tü­rü­müz­de emek son de­re­ce say­gın­dır. Yu­suf Has Ha­cib, Ku­tad­gu Bi­lig’de di­yor ki “Ömür aziz de­ğil, emek aziz­dir.” Emek bi­zim kül­tü­rü­müz­de övül­müş bir ey­lem­dir. Biz eme­ği bu göz­le gör­me­dik ma­ale­sef. Do­la­yı­sıy­la eme­ğin ör­güt­len­me­si, bi­çim­len­me­si, kut­san­ma­sı gi­bi bir kı­sım de­ğer­le­ri biz terk et­tik. Sa­de­ce iş­çi-iş­ve­ren iliş­ki­si gi­bi ba­sit­leş­ti­ri­len, sı­ra­dan­laş­tı­rı­lan bir yak­la­şım içe­ri­sin­de ol­duk. Sen­di­ka­cı­lı­ğı dı­şa­rı­dan it­hal eden­ler, bu­nu ne ye­rel de­ğer­le­re da­ya­na­rak ne de Ba­tı’da ol­du­ğu gi­bi bir ih­ti­yaç­tan de­ğil de “Dı­şa­rı­da sen­di­ka var, biz­de de ol­sun” şek­lin­de bir an­la­yış­la ge­tir­di­ler. Do­la­yı­sıy­la sen­di­ka­la­rın si­ya­sal amaç­la­rı, he­ves­le­ri, sen­di­kal ha­re­ke­tin öz­ne­si ha­li­ne ge­lir­ken; emek ve in­san, sen­di­kal ha­re­ke­tin nes­ne­si ha­li­ne gel­di. Böy­le bir ya­nıl­sa­ma­dan son­ra do­ğal ola­rak, sen­di­kal ha­re­ket Tür­ki­ye’de ne ken­di ye­rel de­ğer­le­rin­den is­ti­fa­de ede­bil­di ne de dı­şa­rı­dan it­hal edi­lir­ken o gün­kü ger­çek­le­ri gö­re­bil­di. So­nuç­ta da sen­di­ka­cı­lık ras­yo­nel dav­ran­mak ve bu ku­ru­mu iş­lev­sel kıl­mak ko­nu­sun­da ye­ter­li bir bi­ri­ki­me dö­nü­şe­me­di. Tür­ki­ye’de Cum­hu­ri­yet son­ra­sı ilk sen­di­kal ha­re­ket­ler sos­ya­list grup­la­rın baş­vur­du­ğu ens­trü­man­lar ola­rak baş­la­dı. Dün­ya­da­ki sen­di­kal ha­re­ket ise ça­tış­ma kül­tü­rü­nü uzun sü­re ön­ce terk et­ti. De­mok­ra­tik uz­laş­ma me­ka­niz­ma­la­rı ge­liş­ti­ril­di. Me­se­la eko­no­mik sos­yal kon­sey­ler, iş­ye­ri kon­sey­le­ri gi­bi bir ev­rim ya­şa­dı. Ay­rı­ca iş­let­me­ler­de “en­düs­tri­yel de­mok­ra­si” di­ye bir kav­ram ge­liş­ti. Ya­ni vu­ru­şa­rak de­ğil ko­nu­şa­rak ve tar­tı­şa­rak so­run­lar çö­zül­me­ye ça­lı­şı­lı­yor. Dün iş­let­me­nin kâ­rı­nı ar­tı de­ğer gö­ren, “Bu­nu biz ya­rat­tık” di­yen an­la­yış bu­gün, “Bir­lik­te üre­te­lim, pa­za­rı bir­lik­te bü­yü­te­lim, re­fa­hı bir­lik­te pay­la­şa­lım” an­la­yı­şı­na ev­ril­di. Ya­ni iş­let­me­ler ar­tık sos­yal so­rum­lu­luk kav­ra­mı­nı gör­me­ye ve bu­nun ge­re­ği­ni ye­ri­ne ge­tir­me­ye baş­la­dı­lar. İş­çi­ler de “Bi­zi il­gi­len­dir­mi­yor” de­dik­le­ri pa­zar ve stok so­ru­nu, iş­let­me­ler­de­ki ve­rim­siz­lik, ka­li­te­siz­lik gi­bi so­run­lar­la il­gi­len­me­ye baş­la­dı­lar ar­tık. Do­la­yı­sıy­la bir zi­hin­sel dö­nü­şüm ya­şı­yor sen­di­ka­lar.
 
Bi­raz ön­ce “Emek ve iş­çi, biz­de sen­di­ka­cı­lı­ğın öz­ne­si de­ğil, nes­ne­si­dir” de­di­niz. Bu­nu bi­raz da­ha açar mı­sı­nız? Tür­ki­ye’de­ki olu­şum­lar açı­sın­dan sen­di­ka­cı­lı­ğın ne­re­ye git­ti­ği­ni dü­şü­nü­yor­su­nuz?
Bu so­run­lu an­la­yış tek ba­şı­na sen­di­ka­cı­lar­dan kay­nak­lan­mış de­ğil. Bu­nun bir­çok fai­li var. Biz­de iş­ve­ren, iş­çi­nin ni­te­lik­li ha­le gel­me­si ko­nu­sun­da bir ça­ba gös­ter­mi­yor. Hal­bu­ki en­düs­tri­yel de­mok­ra­si, or­tak akıl de­mek­tir. Biz­de yö­ne­ti­me ka­tıl­ma an­la­yı­şı, ya­ni en­düs­tri­yel de­mok­ra­si­nin amaç­la­rı, da­ha çok yö­ne­tim hak­kı­nı pay­laş­mak ola­rak al­gı­la­nı­yor. Sen­di­ka­cı­lar da iş­ve­ren­ler­le bil­gi­ye da­ya­lı ve dü­zey­li bir iliş­ki ye­ri­ne ah­bap-ça­vuş iliş­ki­le­ri için­de ol­mak gi­bi bir ko­lay­cı­lı­ğı ter­cih edi­yor­lar. Ki­mi sen­di­ka­cı­lar da ide­olo­jik kay­gı­lar doğ­rul­tu­sun­da sen­di­ka­yı Tru­va atı gi­bi gö­rü­yor­lar. Do­la­yı­sıy­la bu du­rum­da iş­çi ma­ale­sef ken­di­si­ne ve­ri­len ro­lün öte­sin­de iş­le­vi ve hak­kı ol­ma­yan bir ko­nu­ma in­dir­gen­miş olu­yor.
 
Tür­ki­ye’de ide­olo­jik kay­gı­lar emek kav­ra­mı­nın önü­ne mi ge­çi­yor?
Ke­sin­lik­le ge­çi­yor. İde­o­lo­jik kay­gı­lar der­ken ta­bii sa­de­ce sen­di­ka­la­rın ide­olo­jik kay­gı­la­rın­dan bah­set­mi­yo­rum. İş­ve­ren­ler de bir ide­olo­jik ter­cih içe­ri­sin­de bu­lun­duk­la­rın­dan, sen­di­ka­la­rı gör­mek is­te­mi­yor­lar. Me­se­la şu an­da gün­de­mi­miz­de Sen­di­ka­lar Ka­nu­nu’nun de­ğiş­ti­ril­me­si var. İh­ti­lal dö­ne­mi­nin ola­ğa­nüs­tü ve an­ti-de­mok­ra­tik şart­la­rın­da çı­ka­rı­lan bu ka­nun yir­mi ye­di yıl­dır uy­gu­la­nı­yor. İş­ve­re­ni açık­ça ka­yı­ran bu ka­nu­nu bu­gün bir kı­sım çev­re­ler ide­olo­jik bir ka­za­nım ola­rak gö­rü­yor­lar. Sen­di­ka­lar Ka­nu­nu’nun de­ğiş­me­si ne za­man gün­de­me gel­se bir ba­ha­ney­le iş­ve­ren­ler hü­kü­me­ti ik­na edi­yor ve de­ği­şik­li­ği en­gel­li­yor­lar.
 
Özel­lik­le iş­ve­ren çev­re­le­ri kü­re­sel­leş­mey­le bir­lik­te re­ka­be­tin had saf­ha­ya çık­tı­ğı­nı ve sen­di­ka­cı­lı­ğın üre­tim ma­li­yet­le­ri­ni ar­tı­ra­rak, re­ka­bet­çi gü­cü­mü­zü za­yıf­lat­tı­ğı­nı id­di­a edi­yor­lar. Bu­na ne der­si­niz?
Val­la bu tem­cit pi­la­vı gi­bi hep söy­le­nir. “Kü­re­sel re­ka­bet var, kriz var, dev­le­ti­mi­zin borç­la­rı var, dev­let ye­ni ya­tı­rım­lar ya­pı­yor; do­la­yı­sıy­la sen­di­ka­lar bi­raz fe­da­kâr­lık yap­sın­lar” an­la­yı­şı, sen­di­ka­la­rın cı­lız­laş­tı­rıl­ma­sı po­li­ti­ka­sın­dan baş­ka bir şey de­ğil­dir. Ne­re­de sa­mi­mi dav­ra­nı­lı­yor, ne­re­de kriz ti­ca­re­ti ya­pı­lı­yor an­la­mak zor. Ama ba­ha­ne­ler, so­run­lar bit­mi­yor. Bu­nun ar­ka­sın­da ne var, bi­li­yor mu­su­nuz? “Tür­ki­ye si­ya­sal po­li­ti­ka an­la­mın­da Ba­tı­lı ol­sun, ama iş­çi-iş­ve­ren iliş­ki­le­ri üçün­cü dün­ya­lı kal­sın” gi­bi bir zih­ni­yet var. Hal­bu­ki, ge­liş­miş ül­ke­le­re bak­tı­ğı­mız­da, on­la­rın güç­lü sen­di­kal ya­pı­lar­la sos­yal den­ge­le­ri yer­li ye­rin­de ku­ra­rak, hu­ku­ku ve en­düs­tri­yel de­mok­ra­si­yi iş­lev­sel­leş­ti­re­rek bu­gün­kü ge­liş­me­yi sağ­la­ya­bil­dik­le­ri­ni gö­rü­yo­ruz.
 
Tür­ki­ye’de uzun yıl­lar bo­yun­ca, HAK-İŞ’i is­tis­na eder­sek, sen­di­ka­cı­lık sol ide­olo­jiy­le öz­deş­leş­ti. Fa­kat 90’lar­dan son­ra sol ide­olo­ji­de de bir za­yıf­la­ma gö­rül­dü. Bu ge­nel an­lam­da Tür­ki­ye’de­ki sen­di­ka­cı­lı­ğı na­sıl et­ki­le­di.
Sol ide­olo­ji ye­ni sü­reç­te sen­di­kal an­la­yı­şın­da bir sor­gu­la­ma ih­ti­ya­cı duy­ma­dı. Öte yan­dan so­lun o ge­le­nek­sel yak­la­şım­la­rı if­las et­miş du­rum­da. Top­lu­mun bek­len­ti­le­ri­ne ve ih­ti­yaç­la­rı­na ce­vap ve­re­mez bir hal­de. Bu­na kar­şı­lık sağ­cı sen­di­ka­cı­lık ge­liş­ti mi? Ha­yır. Sağ­cı­lı­ğın za­ten sen­di­ka gi­bi bir der­di hiç­bir za­man ol­ma­dı. Biz ken­di­mi­zi ne sağ­da ne de sol­da gö­rü­yo­ruz. HAK-İŞ bu­ra­da ken­di kül­tü­rel kök­le­ri­ne, de­ğer­le­ri­ne ya­kın ve yat­kın bir po­li­ti­ka, bir du­ruş ge­liş­tir­di. Ya­ni bu an­lam­da biz yer­li de­ğer­ler­le ev­ren­sel bi­ri­kim­le­ri mez­ce­de­bil­dik. Tür­ki­ye’de bu­gün ça­tış­ma kül­tü­rü ye­ri­ne sos­yal or­tak­lık kav­ra­mı ge­liş­miş­se; sen­di­ka­la­rın sa­de­ce iş­çi üc­ret­le­ri açı­sın­dan de­ğil, ay­nı za­man­da iş­let­me­nin ge­le­ce­ği, iş­let­me­nin be­ka­sı, iş­let­me­de üre­ti­min art­ma­sı ve iş ba­rı­şı­nın sağ­lan­ma­sı nok­ta­sın­da­ki du­ruş­la­rın­da bir iler­le­me var­sa ve ay­nı za­man­da sen­di­ka­la­rın top­lum­sal rol­le­ri­nin ge­liş­ti­ril­me­si, si­vil top­lum ör­gü­tü ol­ma özel­lik­le­ri­nin or­ta­ya çık­ma­sı gi­bi bir kı­sım ye­ni an­la­yış­lar yer­leş­miş­se bu HAK-İŞ sa­ye­sin­de ol­muş­tur. HAK-İŞ de bu dü­şün­ce­le­ri­ni ken­di yer­li de­ğer­le­rin­den, bi­ri­kim­le­rin­den al­mış­tır. Me­se­la bi­zim kül­tü­rü­müz­de ba­rış çok önem­li­dir. Bu kül­tü­rün sa­hip­le­ri ola­rak en­düs­tri iliş­ki­le­ri­miz­de ba­rı­şı ya­şat­ma­yı ön plan­da tut­ma­mız ge­re­ki­yor. Yi­ne bi­zim kül­tü­rü­müz­de ba­rı­şın tek bir ko­şu­lu var­dır: Ada­let. Do­la­yı­sıy­la HAK-İŞ bu an­lam­da ba­rış ve ada­le­ti hep öne çı­kart­mış­tır. Ada­let­siz bir ba­rı­şın zil­let ol­du­ğu­nu bil­mek­te­yiz. Yi­ne bi­zim kül­tü­rü­müz­de az ön­ce de ifa­de et­ti­ğim gi­bi emek övül­müş bir de­ğer ve ey­lem ise, o za­man bi­zim eme­ği yü­celt­me­miz, yok­sul­luk­la mü­ca­de­le et­me­miz boy­nu­mu­zun bor­cu­dur. Yok­sul­luk­la ve yol­suz­luk­la mü­ca­de­le et­me­nin ya­nı sı­ra bi­zim kül­tü­rü­müz­de in­sa­nı öz­gür­leş­ti­ren her tür­lü gi­ri­şim teş­vik edil­miş­tir. Öz­gür­lük­ler­le in­san­la­rın ve ku­rum­la­rın ye­te­nek­le­ri da­ha çok ge­li­şir. O ne­den­le biz her tür­lü öz­gür­lü­ğü sa­vu­nan, sa­hip­le­nen bir ko­num­da ol­mu­şuz­dur. Tek­rar et­mem ge­re­kir­se, bu­gün HAK-İŞ’in sa­vun­du­ğu kav­ram­lar hep bu top­lu­mun de­ğer­le­rin­den ve bi­ri­kim­le­rin­den sü­zü­le­rek gel­miş­tir. Biz ken­di­mi­zi Ba­tı­lı sen­di­kal ge­le­nek­le­rin bi­ri­kim­le­riy­le ken­di yer­li de­ğer­le­ri­mi­zi mez­ce­den ve ora­dan ye­ni bir sen­di­kal an­la­yış üre­ten bir nok­ta­da gö­rü­yo­ruz. O an­lam­da HAK-İŞ, ge­rek Müs­lü­man coğ­raf­ya­da ge­rek­se sen­di­kal ha­re­ket­te ül­ke­miz­de ilk ve tek ör­nek­tir di­ye­bi­li­rim.
 
HAK-İŞ’in se­rü­ve­nin­de önem­li bir de­ği­şim ol­du. Siz bu de­ği­şi­mi na­sıl açık­lı­yor­su­nuz?
Tür­ki­ye’de her si­ya­si par­ti­nin “Bir sen­di­kam ol­sun, bir kon­fe­de­ras­yo­num ol­sun” di­ye yo­la çık­tı­ğı bir dö­nem­de HAK-İŞ de yi­ne bir si­ya­si ha­re­ke­tin teş­vi­kiy­le ku­rul­muş. CHP’ye ya­kın sen­di­ka­lar var, AP’ye ya­kın sen­di­ka­lar var, MHP’ye ya­kın sen­di­ka­lar var. O dö­nem­de MSP’ye de ya­kın bir sen­di­ka var ol­sun is­ten­miş. Ya­ni sen­di­ka­lar biz­de bir sos­yo­lo­jik ol­gu ve ih­ti­yaç ol­ma­nın öte­sin­de si­ya­sal bir araç ha­lin­de dü­şü­nül­müş­tür. O ne­den­le 80 ih­ti­la­liy­le bir­lik­te sı­kı­yö­ne­tim mah­ke­me­le­ri ta­ra­fın­dan biz de bir sü­re ka­pa­tıl­dık. Son­ra­dan fa­ali­yet­le­ri­miz ser­best bı­ra­kıl­dı. Bu es­na­da biz sa­de­ce HAK-İŞ’in du­ru­şu­nu, ba­kı­şı­nı, il­ke­le­ri­ni, ro­lü­nü sor­gu­la­mak­la kal­ma­dık; sen­di­kal ha­re­ket içe­ri­sin­de­ki ro­lü­nü de ma­sa­ya ya­tır­dık. Ya­ni HAK-İŞ’in da­ha ka­ta­li­zör bir rol üst­len­me­si ge­rek­ti­ği­ne, sen­di­kal ha­re­ke­tin öte­sin­de il­gi ala­nı­mı­zı, top­lu­mun di­ğer ih­ti­yaç­la­rı­na, di­ğer kat­man­la­rı­na ve ke­sim­le­ri­ne yay­mak su­re­tiy­le ge­niş­let­me­ye ka­rar ver­dik. Söz­ge­li­mi çev­re so­ru­nu, ço­cuk iş­çi­li­ği so­ru­nu, ül­ke­de­ki si­ya­sal de­mok­ra­si so­ru­nu, öz­gür­lük ha­re­ket­le­ri, eko­no­mik mo­del­ler ve bu mo­del­le­rin sos­yal bo­yut­la­rı ve­sai­re… Ge­niş bir pers­pek­tif­ten ken­di ko­nu­mu­mu­zu, iş­le­vi­mi­zi sor­gu­la­dık ve bun­la­rı yer­li ye­ri­ne otur­tan bir kı­sım il­ke­ler be­lir­le­dik.
 
Siz­ce 80 ön­ce­si HAK-İŞ’in du­ru­şu bir ha­ta mıy­dı?
Ha­yır. Bu­gün­den ge­ri dö­nüp bak­tı­ğı­mız za­man ha­ta gi­bi gö­zü­kü­yor, ama o gün­kü ko­şul­lar­da ge­rek­liy­di. Asıl ha­ta ör­güt­le­rin 80 son­ra­sın­da ken­di­le­ri­ni sor­gu­la­ma­yış­la­rı­dır. Ya­ni esas ha­ta sen­di­ka­la­rın dün­kü ar­gü­man ve slo­gan­lar­la ken­di­le­ri­ni ta­nım­lı­yor ol­ma­sı. Yok­sa o gün­kü kon­jonk­tür­de du­ru­şu­muz doğ­ru idi, ama dün­ya­dan ko­puk­tu. Sen­di­ka-si­ya­set iliş­ki­si­ni doğ­ru be­lir­le­mek la­zım. Ya­ni sen­di­ka­lar si­ya­si par­ti­le­rin gü­dü­mün­de, ye­de­ğin­de de­ğil, si­ya­si par­ti­le­rin po­li­ti­ka­la­rı­nın be­lir­len­me­sin­de da­ha et­kin bir ro­le sa­hip ol­ma­lı­lar di­ye dü­şü­nü­yo­rum. Biz HAK-İŞ ola­rak ba­ğım­sız bir ha­re­ke­tiz. Her­han­gi bir si­ya­sal ha­re­ke­tin de­ğir­me­ni­ne su ta­şı­mak, ona ar­ka bah­çe ol­mak, onun po­li­ti­ka­la­rı­nı güç­len­dir­mek, ona oy de­po­su ol­mak gi­bi bir der­di­miz yok. Bu ba­ğım­sız­lık bi­ze hem ye­te­nek­le­ri­mi­zi öz­gür­ce ge­liş­tir­mek ve kul­lan­mak im­ka­nı ve­ri­yor hem de et­kin­lik ve say­gın­lık ka­zan­dı­rı­yor. Sa­de­ce si­ya­sal ha­re­ket­le­re kar­şı de­ğil, dev­le­te kar­şı da ken­di­mi­zi ba­ğım­sız gö­rü­yo­ruz. Çün­kü biz ka­muo­yu adı­na dev­let er­ki­nin kul­la­nı­mı­nı, dev­let adı­na ya­pı­lan ta­sar­ruf­la­rı de­net­le­yen bir ör­gü­tüz. Do­la­yı­sıy­la top­lum­la dev­let ara­sın­da bir yer­de du­ru­yo­ruz. Top­lum­la dev­let ara­sın­da bir yer­de dur­du­ğu­muz gi­bi, dev­let­le dün­ya ara­sın­da da bir yer­de du­ru­yo­ruz. O dur­du­ğu­muz yer ka­muo­yu adı­na, ka­mu vic­da­nı adı­na dev­le­tin ta­sar­ruf­la­rı­nı de­net­le­mek­tir. Di­ğer sen­di­ka­lar ve di­ğer es­naf kon­fe­de­ras­yon­la­rı ge­nel­de Tür­ki­ye’de­ki kon­jonk­tü­rü ve­ri alıp ken­di­le­ri­ne rol biç­me gi­bi bir ko­lay­cı­lı­ğı ter­cih edi­yor­lar. 28 Şu­bat bu­nun ör­nek­le­rin­den bir ta­ne­si­dir. Oy­sa HAK-İŞ ora­da da­ha ba­ğım­sız, da­ha il­ke­li dur­muş­tur.
 
Bir iş­ve­ren ör­gü­tü ola­rak MÜ­Sİ­AD da si­zin sa­vun­du­ğu­nuz de­ğer­le­ri sa­vu­nu­yor. Em­sal­le­ri ara­sın­da HAK-İŞ ola­rak MÜ­Sİ­AD’a ba­kı­şı­nız na­sıl?
MÜ­Sİ­AD’ı yö­ne­ten ar­ka­daş­lar­la mut­la­ka müş­te­rek­le­ri­miz var. Ama ay­nı şe­kil­de TOBB’u yö­ne­ten­ler­le, TÜ­Sİ­AD’ı yö­ne­ten­ler­le de müş­te­rek­le­ri­miz var. Bu müş­te­rek­ler ba­zı­la­rıy­la az­dır ba­zı­la­rıy­la da­ha çok­tur. Ama ku­rum­sal ola­rak, MÜ­Sİ­AD’la TÜ­Sİ­AD’ın fark­lı ol­du­ğu gö­rün­tü­sü­nü şu ana dek ala­bil­miş de­ği­liz.
 
Ya­ni si­zin açı­nız­dan MÜ­Sİ­AD ya­pı­sı ge­re­ği mi TÜ­Sİ­AD’dan fark­lı de­ğil, yok­sa ol­ma­sı ge­rek­ti­ği gi­bi ol­ma­dı­ğı için mi?
Bel­ki hem bir iş­ve­ren ör­gü­tü ola­rak ya­pı­sı ge­re­ği, hem de ol­ma­sı ge­rek­ti­ği yer­de ol­ma­dı­ğı için. Çün­kü sos­yal po­li­ti­ka ge­liş­ti­re­bil­miş de­ğil­ler. Ya­ni MÜ­Sİ­AD’lı bir iş­ve­re­nin iş­çi­siy­le TÜ­Sİ­AD’lı bir iş­ve­re­nin iş­çi­si­nin ara­sın­da hak­la­rı kul­lan­ma öz­gür­lü­ğü ba­kı­mın­dan bir fark ol­du­ğu­nu san­mı­yo­rum. Hat­ta me­se­la MÜ­Sİ­AD’lı iş­yer­le­rin­de ge­nel­de sen­di­ka yok­tur; ama TÜ­Sİ­AD’lı iş­yer­le­ri­nin bir­ço­ğun­da sen­di­ka var.
 
Bu bel­ki öl­çek­le ala­ka­lı­dır. Ya­ni MÜ­Sİ­AD’a bağ­lı iş yer­le­ri da­ha kü­çük öl­çek­li iş­let­me­ler.
Bu­nun öl­çek­le ala­ka­lı ol­du­ğu­nu san­mı­yo­rum. Bu bi­raz zih­ni­yet­le il­gi­li bir şey. Ya­ni MÜ­Sİ­AD’da üre­tim iliş­ki­le­rin­de mo­der­niz­me kar­şı bir di­renç ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum. Oy­sa sen­di­ka­lar mo­der­niz­min üret­ti­ği ku­rum­lar­dan bir ta­ne­si­dir. Biz üre­tir­ken mo­dern top­lu­mun ih­ti­yaç­la­rı­nı gö­ze­te­rek üre­ten; ama üre­tim iliş­ki­le­rin­de o mo­dern top­lu­mun ku­rum­la­rı­nı ve ya­pı­la­rı­nı yok sa­yan bir çe­liş­ki içe­ri­sin­de­yiz. Bu­ra­da bir şark­lı­lık var gi­bi ge­li­yor ba­na. Az ön­ce söy­le­me­ye ça­lış­tı­ğım kla­sik emek-ser­ma­ye çe­liş­ki­si­nin zi­hin­ler­de­ki ka­lın­tı­sı­nı kas­te­di­yo­rum. Bu an­lam­da da MÜ­Sİ­AD üye­si olan­la TÜ­Sİ­AD üye­si ya da TOBB üye­si olan ara­sın­da bir fark gör­mü­yo­rum ben.
 
HAK-İŞ’in üye sa­yı­sı 400 bin ci­va­rın­da. Tür­ki­ye’de­ki iş­çi sa­yı­sı­nı dü­şün­dü­ğü­müz­de siz­ce bu ra­kam bi­raz az de­ğil mi?
Ta­bi­i, art­tır­mak için çok yo­ğun bir ça­ba­mız var; ama bu iş is­te­mek­le ol­mu­yor. Tür­ki­ye’de sen­di­kal mev­zu­at, iş­çi­le­rin sen­di­ka­la­ra eri­şi­mi­ni ko­lay­laş­tı­ran de­ğil zor­laş­tı­ran bir şe­kil­de dü­zen­len­miş­tir. Bir iş­çi­nin sen­di­ka­ya üye olup ay­rıl­ma­sı no­ter şar­tı­na bağ­lı­dır. Ev­le­nip bo­şan­mak­tan zor­dur bu. Ay­rı­ca çok pa­ha­lı bir iş­tir. Sa­de­ce no­ter de­di­ği­niz­de iş­çi ba­şı­na 150 YTL no­te­re ya­tır­mak zo­run­da­sı­nız 10 bin iş­çi­de bu 1,5 tril­yon ya­par. Di­ğer mas­raf­la­rı zik­ret­mi­yo­rum bi­le. Bu mev­zu­at so­ru­nu­mu­zun dı­şın­da bir de pra­tik so­run­lar var. Sen­di­ka­lı ol­du­ğu an ka­pı­nın önü­ne ko­nan çok sa­yı­da iş­çi var Tür­ki­ye’de. Hep­sin­den önem­li­si de sos­yal ka­bul so­ru­nu­muz var. Bu so­ru­nun aşıl­ma­sı çok da­ha zor ma­ale­sef.
 
HAK-İŞ mev­cut hü­kü­met­le iliş­ki­si ba­kı­mın­dan eleş­ti­ri­li­yor. Bu­na ne der­si­niz?
AKP’li be­le­di­ye­le­rin bir­ço­ğun­da ya DİSK var ya da TÜRK-İŞ. “Ni­ye böy­le?” di­ye sor­du­ğu­muz­da “On­lar­la da­ha ko­lay an­la­şı­yo­ruz” di­yor­lar. HAK-İŞ’in AKP ile iliş­ki­si, az ön­ce söy­le­di­ğim ba­ğım­sız­lık il­ke­si ve sı­nır­la­rı çok cid­di ko­ru­na­rak ta­bii ki var; ama her ik­ti­dar­la ve si­ya­si par­tiy­le bu iliş­ki­miz var. Bir kı­sım zih­nî ya­kın­lık­lar HAK-İŞ’in ba­ğım­sız­lı­ğı­na za­rar ver­mez. Tür­ki­ye’de ger­çek an­lam­da bir iş­çi sı­nı­fı yok. Eğer iş­çi sı­nı­fı ol­say­dı eme­ği ile ge­çi­nen­ler si­ya­sal ter­cih­le­ri­ni po­li­tik ai­di­yet­le­ri­ne gö­re de­ğil, sos­yal ai­di­yet­le­ri­ne gö­re ya­par­lar­dı. Bü­tün dün­ya­da iş­çi sı­nı­fı­nın bir de­ğiş­tir­me ve dö­nüş­tür­me is­te­ği ve gü­cü var­dır. Oy­sa Tür­ki­ye’ye bak­tı­ğı­nız za­man sis­te­min ya­rat­tı­ğı eşit­siz­lik­le­rin or­ta­ya çı­kar­dı­ğı züm­re­ler po­li­tik ai­di­yet­le­ri­ne ve kül­tü­rel kim­lik­le­ri­ne gö­re oy ver­mek­te­dir­ler. Bu da sen­di­ka­la­rın gü­cü­nü za­yıf­lat­mak­ta­dır ma­ale­sef. Si­ya­si par­ti­le­rin ya da ik­ti­dar­la­rın sen­di­ka­la­rı çok da he­sa­ba al­ma­ma­sı­nın bir ne­de­ni de bu­dur. Ya­ni DİSK’li bir iş­çi MHP’ye ya da HAK-İŞ’li bir iş­çi CHP’ye oy ve­re­bil­mek­te­dir. Ba­tı’da iş­çi par­ti­si­ne oy ve­ren, onu ayak­ta tu­tan, or­ga­nik ola­rak onu bes­le­yen ve hat­ta onu fi­nan­se eden iş­çi kit­le­si­dir. Ama bu­ra­da asıl yan­lış ya da teh­li­ke­li olan iş­çi ha­re­ke­ti­nin sta­tü­ko­yu sa­vu­nu­yor ol­ma­sı­dır. De­ği­şim ve dö­nü­şü­me kar­şı di­renç odak­la­rın­dan bi­ri­si ha­li­ne gel­me­si­dir. Söz­ge­li­mi sta­tü­ko­dan bes­le­nen­ler, sta­tü­ko­dan bir kı­sım im­ti­yaz­lar el­de eden­ler, de­mok­ra­tik­leş­me ça­ba­la­rı­na kar­şı “Re­jim el­den gi­di­yor” di­ye ba­ğı­rır­lar­ken, ba­kı­yor­su­nuz ki si­vil to­lum ör­güt­le­ri ve sen­di­ka­lar da on­la­rın ya­nın­da saf tut­ma­ya ve hi­za­ya geç­me­ye baş­lı­yor­lar. Bu yak­la­şı­mı çok yan­lış bu­lu­yo­rum.
 
1 Ma­yıs olay­la­rı üze­rin­den da­ha bir ay bi­le geç­me­di. Bu ko­nu­da HAK-İŞ di­ğer sen­di­ka­lar­dan da­ha fark­lı bir tu­tum iz­le­di. 1 Ma­yıs bağ­la­mın­da sen­di­ka­la­rın ve hü­kü­me­tin tavrını na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz?
Bir de­fa 1 Ma­yıs kut­lan­ma­sı ge­re­ken bir gün­dür.
 
Ta­til de ol­ma­lı mı­dır?
Ta­bi­i, ta­til de ol­ma­lı­dır. Di­nî bay­ram­la­rı, res­mî bay­ram­la­rı ve res­mî gün­le­riy­le yıl­da 13,5 gün ta­ti­li olan bir Tür­ki­ye’nin ta­til gü­nü sa­yı­sı 14,5 ol­sa kim ne kay­be­der ki! Şim­di 1 Ma­yıs’ın kut­lan­ma ge­rek­çe­le­ri Tür­ki­ye’de var­dır. Ada­let­siz­li­ğin ya­nı sı­ra, ba­rış, de­mok­ra­si, sen­di­kal hak­lar ve öz­gür­lük­ler, bi­rey­sel hak­lar ve öz­gür­lük­ler cid­di bir teh­dit al­tın­da­dır. Bu an­lam­da teh­dit al­tın­da olan de­mok­ra­si­dir, re­jim de­ğil. Böy­le bir nok­ta­da sen­di­ka­la­rın 1 Ma­yıs’ı kut­la­ma­sı ve ta­lep­le­ri­ni di­le ge­tir­me­si çok do­ğal­dır. Hü­kü­me­te dü­şen de bu ta­le­bin ye­ri­ne ge­ti­ril­me­si­ni sağ­la­ya­cak ze­mi­ni oluş­tur­mak ve gü­ven­li­ği sağ­la­mak­tır. Fa­kat olay 1 Ma­yıs ol­mak­tan, 1 Ma­yıs’ta ve­ri­le­cek me­saj­la­rın ne ol­ma­sı ge­rek­ti­ğin­den çık­tı; Tak­sim tar­tış­ma­la­rı­na in­dir­gen­di. Oy­sa Tür­ki­ye’de 1 Ma­yıs’la­rın Tak­sim’de kut­lan­ma ge­le­ne­ği yok­tur. Tür­ki­ye’de 1 Ma­yıs her alan­da kut­lan­mış­tır. Tak­sim’de 76-77-78’de kut­lan­mış­tır. Do­la­yı­sıy­la üç yıl üst üs­te ya­pı­lan kut­la­ma­lar bir ge­le­nek oluş­tur­ma­ya­ca­ğı gi­bi bir meş­rui­yet de sağ­la­maz. 1 Ma­yıs’ın ken­di­si meş­ru ol­ma­lı­dır, yok­sa Tak­sim de­ğil­dir so­run olan. Tak­sim’de ya da Ka­dı­köy’de ve­ya bir baş­ka yer­de, ka­mu­oyu­nun has­sa­si­ye­ti­ni dik­ka­te ala­rak kut­la­ma ya­par­sı­nız. Ama Tak­sim üze­rin­den 1 Ma­yıs’ı kut­la­ma is­te­ği, Tak­sim üze­rin­den hü­kü­met­ler­le he­sap­laş­ma ça­ba­sı, Tak­sim üze­rin­den bir ül­ke­de ya­şa­nan si­ya­sal çal­kan­tı­la­ra ze­min ha­zır­la­mak, Tak­sim üze­rin­den ül­ke­de­ki de­mok­ra­tik­leş­me ça­ba­la­rı­nı en­gel­le­me­ye yö­ne­lik gi­ri­şim­le­re dol­gu mal­ze­me­si ol­mak bi­ze çok hak­lı gel­mi­yor. Ben ora­da po­li­tik bir kış­kırt­ma gö­rü­yo­rum. Şu an­da Tür­ki­ye’de top­lu­mun ira­de­si­ni haz­me­de­me­me ve hal­kın seç­tik­le­ri­ni be­ğe­nip be­ğen­me­me hak­kı­nı ken­di­sin­de gö­ren­le­rin ya­rat­tı­ğı bir kon­jonk­tür var. De­mok­ra­tik sis­te­me ka­sıt var açık­ça­sı. Tür­ki­ye kul­var de­ği­şik­li­ği­ne zor­la­nı­yor. Bir kı­sım de­rin güç­ler Hü­kü­met’e vu­ru­yor­lar. Bir kı­sım çe­te­ler Hü­kü­met’i sı­kış­tı­rı­yor­lar. Böy­le bir or­tam­da “Şim­di bi­ze iş düş­tü” di­ye­rek du­rum­dan va­zi­fe çı­kart­mak ba­na ah­la­ki gel­mi­yor.
İk­ti­dar­da­ki par­ti AKP de­ğil de baş­ka bir par­ti de ola­bi­lir­di. Ni­te­kim geç­miş­te ih­ti­lal­ler ya­pıl­dı­ğın­da gör­dük. Bu DYP de ola­bi­lir, DTP de ola­bi­lir, CHP de ola­bi­lir. Kim olur­sa ol­sun si­ya­set dı­şı güç­le­rin si­ya­se­te yö­ne­lik mü­da­ha­le­le­ri­ne ça­nak tut­mak, dol­gu mal­ze­me­si ol­mak, ya­la­ka­lık yap­mak sen­di­ka­la­rın ve sen­di­ka­cı­la­rın işi ol­ma­ma­lı. Sen­di­ka­lar de­mok­ra­si­yi dos­doğ­ru, dim­dik sa­hip­le­nen ör­güt­ler ol­ma­lı­dır. Zi­ra de­mok­ra­si­ye yö­ne­lik mü­da­ha­le­ler sa­de­ce si­ya­si par­ti­le­ri kur­ban et­mek­le kal­mı­yor; sen­di­kal hak­la­rı da za­yıf­la­tı­yor. 12 Ey­lül dar­be­si­nin ilk yap­tı­ğı iş­ler­den bi­ri par­ti­le­rin ya­nı sı­ra sen­di­ka­la­rı ve der­nek­le­ri ka­pat­mak, top­lu söz­leş­me hak­kı­nı as­kı­ya al­mak, kı­dem taz­mi­na­tı­na ta­van sı­nı­rı ge­tir­mek ol­muş­tur. Şim­di bu­nu ya­şa­yan biz, na­sıl olur da ken­di bas­tı­ğı­mız ze­mi­ni tor­pil­le­riz. Bu­nu doğ­ru­su ben an­la­mak­ta zor­la­nı­yo­rum. As­lın­da 1 Ma­yıs çok güç­lü bir şe­kil­de kut­lan­ma­lı ve 1 Ma­yıs’ta ve­ri­le­cek en önem­li me­saj “Te­mel hak ve öz­gür­lük­le­ri­me do­kun­ma, de­mok­ra­si­ye do­kun­ma, seç­tik­le­ri­me do­kun­ma” ol­ma­lıy­dı. Tür­ki­ye’de öy­le bir sis­tem oluş­muş ki erk­ler ay­rı­lı­ğı de­nen yö­ne­tim bi­çi­mi ade­ta bir kuv­vet­ler çor­ba­sı ha­li­ne ge­ti­ril­miş. Üst­te de­ne­tim me­ka­niz­ma­la­rı var. Si­lah­lı ve si­lah­sız bü­rok­ra­si­yi mem­nun et­mek zo­run­da­sı­nız. Her­kes bu oyun­da bir po­zis­yon tut­muş va­zi­yet­te. Böy­le­si­ne ola­ğa­nüs­tü ko­şul­lar­da sen­di­ka­la­rın yap­ma­sı ge­re­ken şey, hal­ka say­gı­dan do­la­yı, hal­kın seç­tik­le­ri­ni sa­hip­len­mek­tir. Yok, “Hal­kın seç­tik­le­ri­ni biz de be­ğen­mi­yo­ruz” di­yor­sa­nız o za­man si­zin de­mok­ra­si an­la­yı­şı­nız­da bir sa­kat­lık var de­mek­tir. İş­te HAK-İŞ’i di­ğer­le­rin­den ayı­ran en önem­li özel­lik bu de­mok­ra­si an­la­yı­şı­dır. Her şart­ta de­mok­ra­si­den ya­na ol­mak­tır, bu bir. İkin­ci­si de, sü­rek­li de­ği­şim ve dö­nü­şü­mü di­ri tut­mak­tır. Sen­di­ka­lar ge­le­nek­sel rol­le­ri­ni, söy­lem­le­ri­ni sür­dü­rür­ken as­lın­da tü­ke­ni­yor­lar; bu­nun far­kın­da de­ğil­ler. Cum­hu­ri­yet ve dev­rim­ler di­na­mik ol­ma­sı­na kar­şın biz­de du­ra­ğan­laş­tı­rıl­mak is­te­ni­yor. Biz HAK-İŞ ola­rak il­ke­le­ri­miz­den ta­viz ver­me­den, sü­rek­li bu ye­ni­len­me­nin ça­ba­sı için­de­yiz.
 
Son ola­rak önü­müz­de­ki sü­reç­te na­sıl bir Tür­ki­ye ön­gö­rü­yor­su­nuz?
İna­nı­yo­rum ki Tür­ki­ye’nin ge­le­ce­ğin­de ber­rak dü­şün­ce­li­ler; de­mok­ra­si­den, hak­tan, öz­gür­lük­ten ya­na sa­hi­ci ta­vır ko­yan­lar; ge­liş­me­den, de­ği­şim­den, dö­nü­şüm­den, bil­gi­den ya­rar­la­nan­lar ve onu kul­la­nan­lar ola­cak­lar. Bu­nun ak­si­ne, dog­ma­lar­la, slo­gan­lar­la ken­di­le­ri­ni avut­ma­ya ça­lı­şan­la­rın, gü­nü kur­tar­ma­yı amaç­la­yan­la­rın ge­le­ce­ğin Tür­ki­ye’sin­de yer­le­ri ol­ma­ya­cak. Bu bi­rey­ler için de ku­rum­lar için de ge­çer­li bir du­rum di­ye dü­şü­nü­yo­rum.

Paylaş Tavsiye Et