Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2008) > Söyleşiyorum > Etyen MAHÇUPYAN: “21. yüzyıl Osmanlı’sı ortaya çıkıyor”
Söyleşiyorum
Etyen MAHÇUPYAN: “21. yüzyıl Osmanlı’sı ortaya çıkıyor”
Söyleşi: Hilal TURAN, Ümit AKSOY
Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü’nden mezun olan, aynı yerde işletme alanında, ardından da Ankara Üniversitesi’nde uluslararası iktisat dalında yüksek lisans yapan Etyen Mahçupyan, bu bölümde üç yıl akademisyen olarak çalıştı. Üst düzey şirketlerde de yöneticilik yapan Mahçupyan, 1996 yılından itibaren ticari işlerini tasfiye ederek entelektüel mecraya yöneldi. Osmanlı’dan Postmoderniteye, Yönetemeyen Cumhuriyet, İdeolojiler ve Modernite, Türkiye’de Merkeziyetçilik: Devlet ve Din, Batı’dan Doğu’ya: Dünden Bugüne Zihniyet Yapıları ve Değişim, İçimizdeki Öteki, Bir Demokrat Manifestoya Doğru isimli kitapları kaleme aldı. Şimdiye dek Radikal, Yeni Binyıl ve Zaman gazetelerinde köşe yazarlığı yapan Mahçupyan, yakın dostu Hrant Dink’in suikasta kurban gitmesinin ardından geçtiği Agos gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yürütüyor; Taraf gazetesinde ve gazetem.net isimli web sitesinde düzenli olarak yazıyor.
Kendini “demokrat” olarak tanımlayan Etyen Mahçupyan, kitaplarında sınırlarını çizdiği demokratlık çerçevesinde eğilip bükülmeden, tutarlı bir duruş geliştirmiş; yakın tarihimiz ve onun ışığında şekillenen güncel meselelere farklı açılardan yaklaşabilen analitik zekaya sahip bir entelektüel. Kendisiyle Agos gazetesinde, Türkiye’de yaşanan derin dönüşümden son dönemde üretilen siyasi ve hukuki krizlere ve darbe teşebbüslerine kadar geniş bir alanda sohbet ettik. ­
 
Tür­ki­ye’de özel­lik­le son el­li yıl­lık sü­reç­te, üre­ti­len tüm kı­sa va­de­li si­ya­si kriz­le­re rağ­men de­rin bir top­lum­sal dö­nü­şüm ya­şa­nı­yor. Bu dö­nü­şü­mü na­sıl ana­liz edi­yor­su­nuz?
Tür­ki­ye gi­bi ül­ke­le­rin te­mel me­se­le­si, ken­di­le­rin­den da­ha hız­lı de­ği­şen ve bu ne­den­le on­la­rı bir tür ab­lu­ka al­tı­na alan ge­nel or­ta­ma na­sıl adap­te ola­bi­le­cek­le­ri­dir. Os­man­lı, du­ra­ğan­lı­ğı bir an­lam­da onur­lan­dır­dı­ğı, ya­ka­lan­dı­ğı an­dan iti­ba­ren “doğ­ru”dan uzak­la­şıl­ma­ma­sı ge­rek­ti­ği­ne inan­dı­ğı ve bu doğ­ru­yu da ken­di kla­sik dö­ne­min­de ya­ka­la­dı­ğı­nı dü­şün­dü­ğü için, he­men he­men her tür­lü de­ği­şi­mi za­rar­lı ta­ra­fıy­la ele al­mış; de­ği­şi­min ka­çı­nıl­maz­lı­ğı­nı id­rak ede­me­miş­ti. An­cak hoş­lan­ma­sa da bir şe­kil­de bu “sal­dır­gan de­ği­şim”e adap­te ol­mak zo­run­day­dı.
As­lı­na ba­kar­sa­nız de­ği­şim de­nen şey tam da bu­dur. Ya­ni Os­man­lı da­ha hız­lı de­ğiş­sey­di, o za­man da bir­çok Ba­tı ül­ke­si, Os­man­lı’ya ba­ka­rak de­ğiş­mek zo­run­da ka­la­cak­tı. Os­man­lı’nın ta­rih­sel ma­ce­ra­sı­nı ve­ri al­dı­ğı­mız­da, 19. yüz­yıl­da Os­man­lı’da en­te­lek­tü­el or­ta­mın, de­ği­şi­mi çok ya­dır­ga­yan bir ba­kı­şa sa­hip ol­du­ğu­nu söy­le­mek zor­dur. Ben, 19. yüz­yıl­da­ki ça­ba­la­rın çok an­lam­lı ol­du­ğu­nu ve ras­yo­nel bir de­ği­şi­mi ifa­de et­ti­ği­ni dü­şü­nü­yo­rum. O an­lam­lı ça­ba­lar gü­nü­müz­de, uzak ve an­la­şıl­ma­sı zor du­rum­lar, geç­miş­te ka­lan va­ka­lar ola­rak de­ğer­len­di­ri­li­yor. Oy­sa­ki için­de bu­lun­du­ğu­muz za­man­da, geç­miş­te­ki tar­tış­ma ve al­gı­la­ma dü­ze­yin­den çok da­ha ka­ba ve yü­zey­sel bir du­ru­ma ge­ri­le­miş du­rum­da­yız.
Do­la­yı­sıy­la en­te­lek­tü­el açı­dan bir yıp­ran­ma söz ko­nu­su­dur top­lum­da ve esas kri­tik olan da bu­dur. Bu du­rum, her dö­nem için adap­tas­yon ye­te­ne­ği­ni za­yıf­la­tan da bir şey­dir. Bu ne­den­le için­de bu­lun­du­ğu­muz dö­nem­de prob­lem­ler, 1850-60’lar­la kı­yas­lan­dı­ğın­da, çok da­ha ça­tış­ma­cı, ka­ba bir bi­çim­de ya­şan­mak­ta ve bu­nun so­nu­cun­da da ik­ti­dar mü­ca­de­le­si çok da­ha çıp­lak ola­rak gö­zük­mek­te­dir.
 
Pe­ki, ak­tör­ler bağ­la­mın­da bu de­ği­şi­mi ve var olan ge­ri­li­mi na­sıl de­ğer­len­dir­mek ge­re­ki­yor?
Ön­ce­lik­le şu­nu söy­le­mek ge­re­ki­yor: Os­man­lı bi­ze an­la­tıl­dı­ğın­dan çok da­ha faz­la bir şe­kil­de taş­ra­nın di­na­mi­ği­ni ta­şı­ya­bi­len bir top­lum­sal ya­pı­ya sa­hip­ti. Ya­ni o dö­ne­min kent­le­ri, her açı­dan bu­gü­nün kent­le­rin­den da­ha zen­gin­di; bu­na en­te­lek­tü­el or­tam­lar da dâ­hil. Biz bu­gün ta­rih mal­ze­me­si ola­rak önü­mü­ze ge­len me­tin­ler­de İs­tan­bul mer­kez­li bir en­te­lek­tü­el dün­yay­la kar­şı­la­şı­yor ol­sak bi­le, as­lın­da ger­çek­te böy­le ol­ma­dı­ğı­nı bi­li­yo­ruz. Ana­do­lu top­lu­mu­nun, eğer izin ve­ri­lir­se, ras­yo­nel ve risk içer­me­yen bir de­ği­şi­me çok yat­kın bir top­lum ol­du­ğu aşi­kâr. Onun için de bu­gün­kü de­ği­şim, ya­ni Ana­do­lu’da ye­ni bir or­ta sı­nı­fın, ye­ni bir bur­ju­va­zi­nin doğ­ma­sı as­lın­da şa­şır­tı­cı de­ğil. Top­lu­ma bak­tı­ğı­mız za­man, ke­sin­ti­siz bir sü­reç ya­şan­dı­ğı­nı söy­le­mek müm­kün. Ama bu top­lum, ay­nı za­man­da si­ya­set­ten kor­kan bir top­lum…
 
Risk­ten ya­ni…
Evet. Bu­nu ka­nıy­la, te­niy­le, ca­nıy­la öğ­ren­miş çün­kü ve onu hiç­bir şe­kil­de suç­la­ya­ma­yız bun­dan ötü­rü. Do­la­yı­sıy­la da güç kar­şı­sın­da ge­ri çe­kil­me­nin, bek­le­me­nin, tep­ki­yi er­te­le­me­nin da­ha doğ­ru ol­du­ğu­na da­ir bir iç­sel­leş­miş si­ya­si al­gı var biz­de. Bu din­den, et­ni­si­te­den ba­ğım­sız bir şey; ya­ni bu­gün Er­me­ni ce­ma­ati­ne de İs­la­mi ke­si­me de git­se­niz, dev­let ta­nı­mı yap­ma­la­rı­nı is­te­di­ği­niz­de bi­re­bir ay­nı ta­nım­la­rın ya­pıl­dı­ğı bir ül­ke bu­ra­sı.
Top­lum­sal den­ge­ye bak­tı­ğı­mız za­man, mo­dern­leş­me­nin iki bü­yük trav­ma üret­ti­ği­ni gö­rü­yo­ruz. Bir ta­ne­si dev­le­tin, gay­ri­müs­lim­le­rin ta­lep­le­ri­ne ce­vap ve­re­me­me­si ve gay­ri­müs­lim­le­rin gi­de­rek mil­li­yet­çi­li­ğe ve ay­rı­lık­çı­lı­ğa doğ­ru kay­ma­sı, en azın­dan her bi­ri­nin içe­ri­sin­de ay­rı­lık­çı, mil­li­yet­çi bir gu­ru­bun çık­ma­sı­dır. Bu ay­rı­lık­çı grup­lar, za­man­la o dö­ne­min jan­rı­na uy­gun bir bi­çim­de, şid­de­te eği­lim­li bir ha­le gel­miş­ler; bu du­rum da as­lın­da 1900-1930 ara­sı ge­çiş dö­ne­min­de gay­ri­müs­lim­le­ri gay­rimeş­ru­laş­tı­ran res­mî ba­kı­şı te­tik­le­miş­tir. Bu ba­kış, hem en­te­lek­tü­el hem de sos­yal açı­dan mo­dern­li­ğin de dış­lan­ma­sı de­mek­tir. Zi­ra gay­ri­müs­lim­le­ri dı­şa­rı­da bı­rak­tı­ğı­nız za­man, top­lum­da mo­dern­li­ğin önem­li ayak­la­rın­dan bi­ri­ni yok edi­yor­su­nuz.
Mo­dern­li­ğin üret­ti­ği ikin­ci bü­yük trav­ma, din­le ya­ni İs­la­mi ke­sim­le il­gi­li nok­ta. La­ik­li­ği oto­ri­ter tarz­da yo­rum­la­dı­ğı­nız an­da bü­tün bir İs­la­mi ke­si­mi dış­la­ya­bi­li­yor­su­nuz ve o za­man da mo­dern­lik de­nen şey halk­sız ya­pı­la­bi­lir bir ha­le ge­li­yor; sa­de­ce yö­ne­tim ve dev­let ya­pı­sıy­la il­gi­li bir kur­gu­ya dö­nü­şü­yor. Sos­ya­li dı­şa­rı­da bı­rak­mış olan, si­ya­sa­lı da dev­let-top­lum iliş­ki­si üze­rin­den de­ğil, sa­de­ce dev­le­tin için­den ta­nım­la­yan bir ba­kış bu ve ma­ale­sef İt­ti­hat ve Te­rak­ki ile be­ra­ber ge­len bu çiz­gi, Cum­hu­ri­yet’te de pe­kiş­miş­tir. Hâ­kim eli­tist an­la­yış böy­le bir mo­dern­li­ği öne al­mış du­rum­da­dır ve bu ta­bii ki da­ha hız­lı bir mo­dern­lik­tir. Çün­kü de­ği­şi­mi top­lu­ma bı­rak­tı­ğı­nız za­man, çok da­ha har­man­la­na­cak, ma­ya­la­na­cak­tır. Dev­let eliy­le olduğunda ise da­ha hız­lı gi­di­yor­su­nuz; fa­kat bu si­zi de­mok­rat de­ğil, oto­ri­ter bir mo­dern­li­ğe gö­tü­rü­yor.
 
Ola­sı mo­dern­lik­ler de var­dı ve fa­kat bu sü­reç­te on­lar da or­ta­dan kalk­tı, öy­le mi?
As­lın­da ben­ce 1900 ile 1930 ara­sı dö­nem, en az iş­len­miş olan, okul­lar­da öğ­re­til­me­yen bir pa­ran­tez­dir. Os­man­lı ta­ri­hi bi­zim okul­lar­da 1900’e ka­dar ge­lir ve son­ra bir­den­bi­re Ata­türk Sam­sun’a çı­kar. Hal­bu­ki şun­la­rı da gör­mek ge­re­ki­yor: Bu dö­nem ül­ke­nin par­ça­lan­ma ih­ti­ma­li­nin ol­du­ğu, dı­şar­ıdan göç­le­rin devam etmesine rağ­men, içe­ri­de­ki­le­rin muh­te­mel bir du­rum kar­şı­sın­da ne­re­ye göç ede­cek­le­ri­ni bi­le­me­dik­le­ri ve do­la­yı­sıy­la top­lu­mun ken­di­ni dev­le­te ba­ğım­lı his­set­me­ye psi­ko­lo­jik ola­rak çok ha­zır ol­du­ğu bir dö­nem. Ya­ni “Dev­let ne yap­sa ye­ri­dir” gi­bi bir al­gı var in­san­la­rın zih­nin­de. Ama öte yan­dan kul­la­nı­lan di­lin o ka­dar da uç bir nok­ta ol­ma­dı­ğı­nı, me­se­la Bi­rin­ci Mec­lis’te­ki tar­tış­ma­lar­dan bi­li­yo­ruz. Ya­ni o dö­nem Ana­do­lu’nun her yö­re­sin­den gel­miş mil­let­ve­kil­le­ri­nin tar­tış­tık­la­rı şey­ler, bu­gü­ne kı­yas­la hem meş­rui­yet ve de­mok­rat­lık kav­ra­mı hem de top­lum-dev­let iliş­ki­le­ri açı­sın­dan çok da­ha içe­rik­li. De­mek ki her şe­ye rağ­men, bü­tün bu ya­şa­nan­lar bir güç mü­ca­de­le­si­ni tem­sil edi­yor­du. Bu güç mü­ca­de­le­sin­den bir ka­nat ga­lip çık­tı. Bu ka­nat da ken­di tar­zı­nı, her tür­lü eği­tim va­sı­ta­sı­nı kul­la­na­rak adım adım ha­ya­ta ge­çir­di.
Öte yan­dan bu ha­ya­ta ge­çir­me ey­le­mi teo­rik bir ol­gu ola­rak ka­la­bi­lir­di. Çün­kü ni­ha­ye­tin­de Bi­rin­ci Mec­lis da­ğı­tıl­dı. Ora­da­ki in­san­lar ev­le­ri­ne git­ti­ler; an­cak ko­nuş­ma­ya, dü­şün­me­ye de­vam et­ti­ler. O in­san­la­rın ya­ni Tür­ki­ye’de­ki taş­ra­nın, mu­ha­fa­za­kâr ke­si­min ar­ka pla­na itil­me­si, mak­bul bir ce­maa­tin üre­til­me­si sa­ye­sin­de ola­bil­di. Do­la­yı­sıy­la Tür­ki­ye’nin bu nok­ta­ya gel­me­si­nin se­be­bi, sa­de­ce yö­ne­ti­min oto­ri­ter bir la­ik­li­ği sa­vu­nu­yor ol­ma­sı de­ğil, bu tür bir la­ik­li­ği doğ­ru bir du­rum ola­rak al­gı­la­yan bir ce­maa­ti de or­ta­ya çı­kar­ma­sı­dır. Bu ce­ma­at ise la­ik ke­si­min ta ken­di­si­dir. La­ik ke­sim, sırf da­ha fark­lı bir ya­şam bi­çi­mi­ne sa­hip ol­du­ğu için ken­di­si­ni da­ha akıl­lı ola­rak al­gı­la­yan, bu­nun ona eği­tim yo­luy­la ve­ril­miş ol­du­ğu­na ina­nan ve bü­tün bu hi­ka­ye­nin ta­şı­yı­cı­sı olan bir ke­sim­di. Do­la­yı­sıy­la da ken­di im­ti­yaz­la­rı­nın bi­rer im­ti­yaz ol­du­ğu­nun far­kı­na bi­le var­ma­dan, bun­la­rın çok do­ğal hak­lar ol­du­ğu­nu dü­şü­ne­rek bu za­man­la­ra gel­di­ler. Ve so­nun­da da­ha eşit­lik­çi olan do­ğal hak­la­rın tar­tı­şıl­ma­sı gün­de­mi or­ta­ya çık­tı­ğın­da bir­den­bi­re ken­di­le­ri­ne hak­sız­lık ya­pıl­dı­ğı­nı dü­şün­me­ye baş­la­dı­lar.
 
Na­sıl ol­du da o dı­şa­rı­da bı­ra­kıl­mış olan taş­ra ken­di gün­de­miy­le ar­tık da­ha gö­rü­nür ha­le gel­me­ye baş­la­dı? Son dö­nem­de iv­me­si gi­de­rek ar­tan ça­tış­ma or­ta­mı­nın bu gö­rü­nür­lük­le bağ­lan­tı­sı var mı?
Taş­ra­nın si­ya­si kö­kü, söy­le­mi ve gö­rü­nü­mü, De­mok­rat Par­ti (DP) ik­ti­da­rın­dan iti­ba­ren ye­ni­den öz­gür­lük ala­nı bul­du. Ama ta­bii taş­ra, tek par­ti dö­ne­miy­le geç­miş 20 kü­sur yıl­dan son­ra, hiç­bir za­man ken­di par­ti­si­ni kur­mak gi­bi bir ce­sa­re­te sa­hip ola­ma­dı. Za­ten CHP’den ay­rıl­mış olan in­san­la­rın kur­du­ğu DP’ye yö­nel­di. Taş­ra­lı­lar, dev­le­tin için­de ka­la­rak, bir tür ko­ru­nur­luk sağ­la­ya­rak en azın­dan ken­di özel ha­yat­la­rı­nın öz­gür­lük ala­nı­nı ge­niş­let­mek gi­bi bir ba­kı­şa sa­hip­ti­ler o dö­nem­de; yok­sa ka­mu­sal an­lam­da ye­ni bir si­ya­set di­li üret­me ama­cın­da de­ğil­ler­di. Son­ra Ba­tı’da 68 olay­la­rı ya­şan­dı. Ba­tı bu ka­dar de­ği­şim­den son­ra da­hi, dev­rim­sel bir de­ği­şi­mi tar­tı­şa­bi­li­yor­du. Bu 68 olay­la­rı Tür­ki­ye’de hem so­lu hem sa­ğı en­te­lek­tü­el ola­rak dar­ma­da­ğın et­ti ben­ce. Çün­kü bu olay­lar, mev­cut “de­ğiş­me­ye­lim” ta­lep­le­ri­ne rağ­men, hiç­bir şe­yin da­ya­nık­lı ol­ma­dı­ğı­na, her şe­yin sı­fır­la­na­bi­le­ce­ği­ne ve ye­ni­den ku­ru­la­bi­le­ce­ği­ne da­ir bir me­saj ni­te­li­ği ta­şı­yor­du bi­zim için. Bu, bir an­lam­da kor­ku­tu­cu da bir şey­di ve bu­nun so­nu­cu ola­rak da çok bağ­naz bir şe­kil­de sol-sağ ça­tış­ma­sı or­ta­ya çık­tı. O dö­nem, taş­ra­nın ve da­ha en­te­lek­tü­el ta­ra­fı olan mu­ha­fa­za­kâr­lı­ğın, an­la­ma­dı­ğı bir dün­yay­la kar­şı­laş­tı­ğı ve si­nip ken­di içi­ne ka­pan­dı­ğı bir dö­nem­di.
Bu­nun­la bir­lik­te 80 son­ra­sı­na gel­di­ği­miz za­man du­rum de­ğiş­ti. Çün­kü bu dö­nem sa­de­ce fi­nan­sın ve pa­ra­nın de­ğil, fi­kir­le­rin de akı­şı an­la­mı­na ge­len ye­ni bir kü­re­sel­leş­me­yi içe­ri­yor­du. Ba­tı’yla et­ki­le­şim so­nu­cun­da ge­len bu fi­kir­ler, sa­de­ce ken­di­ni öv­mey­le mey­da­na ge­len bir kü­me­den iba­ret de­ğil­di; ter­si­ne ken­di­ni eleş­tir­me­yi öne alan bir ba­kı­şı ge­ti­ri­yor­du. Biz­de de o za­man bir ku­ru­cu un­sur ola­rak ken­di­mi­ze ye­ni­den bak­mak ve ken­di de­ğer­le­ri­miz üze­rin­den hem ken­di­mi­zi hem de baş­ka­la­rı­nı de­ğer­len­dir­mek gi­bi bir uğ­raş or­ta­ya çık­tı ve bu­nun re­fe­rans­la­rı ar­tık sa­de­ce İs­la­mi, mu­ha­fa­za­kâr re­fe­rans­lar de­ğil­di. Ve bu ev­ren­sel re­fe­rans­lar içe­ri­sin­den dü­şü­nen, din­dar ol­ma­ya de­vam eden ama din­dar­lı­ğı­nı ev­ren­sel bir ye­re yer­leş­tir­me­ye ça­lı­şan in­san­lar or­ta­ya çık­tı. Ve ni­ha­yet bü­tün bu kü­re­sel ha­re­ket, Ana­do­lu’da­ki ye­ni kent ha­re­ke­ti ile bir­lik­te sos­yo-eko­no­mik açı­dan da bes­len­di. Bu in­san­lar ar­tık si­ya­si alan­da da ken­di­le­ri­ne ait bir söz­le­ri­nin ol­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni dü­şün­me­ye baş­la­dı­lar.
Çün­kü kü­re­sel­leş­me de­di­ği­miz şe­yin so­mut si­ya­si çer­çe­ve­si ola­rak AB ve Ko­pen­hag Kri­ter­le­ri var­dı. Bu da za­ten de­mok­ra­tik ya­pı­da, ya­ni ka­tı­lım­cı, şef­faf vs. bir top­lum ima edi­yor­du. Do­la­yı­sıy­la AB ay­nı za­man­da taş­ra­nın ye­ni­den ak­tör­leş­me­si­ni müm­kün kı­lan bir şey de­mek­ti ve ni­te­kim AKP de bu­dur za­ten. AKP bir ucu AB’ye, öbür ucu taş­ra­ya do­ku­nan bir par­ti ve her iki­sin­den de sü­rek­li ola­rak et­ki­le­ni­yor ve de­ği­şi­yor. AKP, olu­şum ha­lin­de­ki bir par­ti; çün­kü ta­ba­nı kay­nı­yor ade­ta. Öte yan­dan AB de kay­nı­yor; onun da ne­re­ye gi­de­ce­ği hiç bel­li de­ğil. Ama in­san­lar böy­le ya­şı­yor­lar ve nor­ma­li de bu za­ten. Bu sü­reç­te “AB bi­ze söz ver­sin” de­mek ne ka­dar ga­rip­se, “Ana­do­lu top­lu­mu da şu la­ik­li­ği ar­tık öğ­ren­sin” de­mek o ka­dar ga­rip. Çün­kü in­san­lar kar­şı­lık­lı ola­rak de­ği­şi­yor­lar. Av­ru­pa­lı­lar şu an­da Müs­lü­man­la­rı, de­mok­rat­lı­ğı, la­ik­li­ği ye­ni­den öğ­re­ni­yor. La­ik­li­ğin na­sıl anın­da oto­ri­ter­le­şe­bi­le­ce­ği­ni on­lar şim­di biz­zat ya­şı­yor­lar Av­ru­pa’da. Biz ise bu­ra­da za­ten bu­nu 70-80 yıl­dır ya­şı­yo­ruz. Do­la­yı­sıy­la da Av­ru­pa’ya öğ­re­te­ce­ği­miz şey­ler var şim­di ve ben­ce en­te­lek­tü­el ha­yat Tür­ki­ye’de en ke­yif­li dö­nem­le­rin­den bi­ri­ni ya­şı­yor.
 
AK Par­ti ik­ti­da­rı sü­re­sin­ce, si­ya­set ala­nı 27 Ni­san bil­di­ri­si, 367 ka­ra­rı, ka­pat­ma da­va­sı gi­bi mü­da­ha­le­le­re ve bir kıs­mı­nı med­ya­dan öğ­ren­di­ği­miz çe­şit­li dar­be te­şeb­büs­le­ri­ne ma­ruz kal­dı. Az ön­ce bah­set­ti­ği­miz top­lum­da­ki de­rin dö­nü­şüm­le ilin­ti ku­ra­rak so­rar­sak, bu­ra­da ger­çek­te ne­yin mü­ca­de­le­si ve­ri­li­yor?
Ta­ri­hî bir çiz­gi için­de, şu an­da ya­şa­nan­lar, as­lın­da 1900 ile 1920’ler ara­sın­da açıl­mış olan bir pa­ran­te­zin ka­pan­ma­sı şek­lin­de yo­rum­la­na­bi­lir. Tür­ki­ye’nin ger­çek ço­ğun­lu­ğu, ya­ni mu­ha­fa­za­kâr­la­rı ha­ki­ka­ten bu pa­ran­te­zin ka­pan­ma­sı­nı is­ter­ler­se, bu­na ek ola­rak si­ya­si gü­cü el­le­ri­ne ge­çi­re­bi­lir­ler­se ve son ola­rak da dün­ya bu­na “evet” der­se bu pa­ran­tez ka­pa­nır. Ve bu­gün bu üç şart bir ara­da bu­lu­nu­yor ba­na gö­re. Mu­ha­fa­za­kâr­lar ar­tık kü­re­sel­leş­mek ve dün­ya va­tan­da­şı ol­mak is­ti­yor­lar. Bu pa­ran­tez ka­pa­na­cak ve san­ki bu blok ya­şan­ma­mış­ça­sı­na, bel­ki bir-iki ne­sil için­de, man­ta­li­te ola­rak ço­ğul­cu, fark­lı­lık­lar­dan hoş­la­nan bir ulus-dev­let şek­lin­de 21. yüz­yıl Os­man­lı’sı or­ta­ya çı­ka­cak. Bu­gün­kü dün­ya­nın, li­be­ra­lizm sa­ye­sin­de üret­ti­ği­ni dü­şün­dü­ğü ama şim­di dö­nüp bak­tı­ğın­da ger­çek­te üre­te­me­miş ol­du­ğu­nu an­la­dı­ğı şey, tam da bu Os­man­lı’nın ima et­ti­ği ya­pı­nın ken­di­si as­lın­da.
 
Pe­ki, söy­le­di­ği­niz bu pa­ran­te­zin ka­pan­ma­ma­sı an­la­mın­da AKP’-nin ka­pa­tıl­ma­sı müm­kün mü ve bu­nun so­nuç­la­rı ne­ler ola­bi­lir?
Bu so­ru bir ak­tör ana­li­zi ge­rek­ti­ri­yor. “AKP’yi ka­pa­ta­cak olan kim ve ne dü­şü­nü­yor?” di­ye me­se­le­ye bak­mak la­zım. Be­nim gör­dü­ğüm ka­da­rıy­la, bu beş se­ne sü­ren dar­be gi­ri­şi­mi çok açık bir şe­kil­de iki şe­yi bir­den söy­lü­yor: Dar­be yap­mak is­te­yen ya­pı­nın için­de bir fi­kir bir­li­ği yok (ola­bil­se za­ten dar­be çok­tan olur­du); an­cak bir şe­kil­de dar­be yap­mak is­te­yen ya­pı­nın ken­di­si (en azın­dan teo­rik ve­ya pren­sip ola­rak), AKP’nin ol­ma­ma­sın­dan ya­na. 27 Ni­san bil­di­ri­si, 367 ka­ra­rı ve bü­tün bu si­vil-as­ker-bü­rok­rat et­ki­le­şi­mi­nin hep­si­nin bi­linç­siz­ce ya­pıl­mış ol­ma ih­ti­ma­li yok bu an­lam­da. De­mek ki bu­ra­da AKP’nin üze­rin­den olan bu açı­lı­mın dur­du­rul­ma­sı is­te­ği söz ko­nu­su.
Çün­kü şu çok açık bir ger­çek: De­mok­ra­si ol­du­ğu sü­re­ce AKP gi­bi bir par­ti se­çi­le­bi­le­cek­tir ve böy­le bir par­ti ol­du­ğu sü­re­ce de AB’yle mü­za­ke­re­ler yü­rü­ye­cek de­mek­tir. Mü­za­ke­re­le­rin de­vam et­me­si; öz­gür­lük­ler ve hak alan­la­rı­nın art­ma­sı, si­vil­le­rin as­ker­ler kar­şı­sın­da­ki, top­lu­mun dev­let kar­şı­sın­da­ki ala­nı­nın ge­niş­le­me­si an­la­mı­na ge­li­yor. Bu tür­den ödün­le­rin ise bir kez ve­ril­dik­ten son­ra ge­ri alın­ma­sı ko­lay de­ğil. Do­la­yı­sıy­la ben bü­rok­ra­si­nin AKP’yi ka­pat­mak is­te­di­ği­ni dü­şü­nü­yo­rum. Ama bu gö­rüş­te hem­fi­kir de­ğil­ler. Bu­nun muh­te­mel ne­de­ni ise şu çok ba­sit so­ru: Dar­be­den bir gün son­ra ne ya­pa­ca­ğız? Çün­kü esas me­se­le odur; dar­be bir gün sü­re­cek ama dar­be­den son­ra yüz­ler­ce, bin­ler­ce gün var ya­şan­ma­sı ge­re­ken ve bu bü­yük za­man di­li­mi için­de çok uta­nı­la­cak du­rum­la­ra dü­şe­bi­lir­si­niz. Ya­ni ba­şı­nı­za ne­le­rin ge­le­bi­le­ce­ği­ni bil­mi­yor­su­nuz. İn­san­la­rın si­zin­le alay et­me­si de, so­nun­da kay­be­dip bir mah­ke­me­de gö­zük­mek ya­hut o ül­ke­den kaç­mak zo­run­da kal­mak da müm­kün.
 
Bu nok­ta­da bir ak­tör ek­sik­li­ği mi söz ko­nu­su böy­le­si bir dar­be­nin ola­bil­me­si için?
Bu­nun ku­rum­sal bir ak­tör ol­mak zo­run­lu­lu­ğu var ve do­la­yı­sıy­la as­ke­rin bu du­ru­mu bir bü­tün ola­rak sa­hip­len­me­si ge­re­ki­yor; ak­si hal­de bu­nun ta­şın­ma­sı çok müm­kün de­ğil. Böy­le ol­sa bi­le bu du­ru­mun kül­tü­rel, sos­yal ve eko­no­mik ola­rak ta­şı­nıp ta­şı­na­ma­ya­ca­ğı bir so­run ola­rak önü­müz­de dur­uyor. Bu­nun ya­nı sı­ra or­ta­da bir hem­fi­kir­li­lik du­ru­mu­nun ol­ma­dı­ğı an­la­şı­lı­yor bü­tün bu olan­lar­dan. Hem­fi­kir ol­ma­yan bu iki ka­nat­tan han­gi­si ka­za­nır di­ye so­ra­bi­lir­si­niz ta­bi­i. Ya­ni dar­be is­te­me­yen ta­raf dar­be­ye ik­na edi­lir ve dar­be ya­pı­lır mı yok­sa o dar­be­den bir gün son­ra­sı­nın ya­ra­ta­ca­ğı bü­yük so­run­lar, bu ris­ki al­ma­mak ko­nu­sun­da di­ğer ta­ra­fı mı ik­na eder? Bu ben­ce kon­jonk­tür­le bağ­lan­tı­lı bir so­ru. Ya­ni eğer bu top­lum ve dün­ya­nın ge­ri ka­la­nı bir bi­çim­de böy­le bir dar­be te­şeb­bü­sü­nü kı­nar­sa, hat­ta da­ha da ile­ri gi­dip onu de­şif­re ede­bi­lir­se (ki şu an­da da za­ten ol­mak­ta­dır bu) böy­le­si bir gi­ri­şi­min ol­ma ih­ti­ma­li aza­lır. Çün­kü eğer böy­le­si bir ya­pı de­şif­re edil­me­ye de­vam eder­se, dış des­tek bul­ma ih­ti­ma­li yok­tur. Dış des­tek­le­rin en önem­li alan­la­rın­dan bi­ri­si NA­TO’dur. NA­TO des­te­ği­ni kay­bet­miş bir or­du­nun, or­du ol­ma vas­fı bi­le çok aza ine­cek­tir. Do­la­yı­sıy­la “Ne­yin kar­şı­lı­ğın­da bu dar­be ya­pı­lı­yor, ma­li­ye­ti ne­dir?” di­ye sor­mak du­ru­mun­da­sı­nız. Ve bu­nun çok yük­sek bir ma­li­yet ol­ma ih­ti­ma­li be­li­rir­se o za­man Ana­ya­sa Mah­ke­me­si bu da­va­da AKP’yi be­ra­at et­ti­re­cek­tir di­ye dü­şü­nü­yo­rum ve bu­na da sa­de­ce bir gün­de ka­rar ve­re­cek­tir. O gün bi­ri­si bel­ki on­la­ra ne ya­pa­cak­la­rı­nı söy­le­ye­cek­tir ve ka­rar böy­le­ce ve­ril­miş ola­cak­tır.
 
Er­ge­ne­kon ope­ras­yo­nu med­ya­da ço­ğun­luk­la ka­pat­ma da­va­sı ile bağ­lan­tı­lı ele alı­nı­yor. Bu iki­si ara­sın­da na­sıl bir iliş­ki var siz­ce?
Er­ge­ne­kon ope­ras­yo­nu­nun hü­kü­met ta­ra­fın­dan bir kar­şı ham­le ol­du­ğu­nu be­lirt­mek la­zım. Ama bu, ka­pat­ma da­va­sı açı­la­ca­ğı tah­min edi­le­rek ona kar­şı bir koz ola­rak mı baş­la­tıl­dı di­ye so­rar­sa­nız, bu­nun ce­va­bı­nı sa­de­ce Tay­yip Er­do­ğan bi­li­yor ben­ce. Bel­ki dü­şü­nen­ler var­dı böy­le bir ge­liş­me­nin ola­bi­le­ce­ği­ni. Ama öte yan­dan da %47’yle ik­ti­da­ra ge­lip Ab­dul­lah Gül’ün cum­hur­baş­ka­nı ol­ma­sın­dan son­ra, muh­te­me­len, bir­çok in­san da ar­tık böy­le bir ola­yın ger­çek­le­şe­me­ye­ce­ği­ni dü­şü­nü­yor­du. Ama yi­ne de bu Baş­sav­cı’nın böy­le bir te­şeb­bü­sü­nün ola­ca­ğı­nı he­sa­ba ka­tı­yor­lar­dır. Ta­bii bu­ra­da­ki esas so­ru, bu­na izin ve­ri­lir mi ve­ril­mez mi me­se­le­sin­de dü­ğüm­le­ni­yor.
 
Er­ge­ne­kon ope­ras­yo­nu­nun ar­ka­sın­da bu de­fa tüm res­mi de­şif­re ede­cek bir ira­de gö­re­bi­li­yor mu­su­nuz?
Er­ge­ne­kon’un ta­ma­men de­şif­re edil­me­siy­le il­gi­li is­te­ğin ol­du­ğu­nu söy­le­ye­bi­li­riz. Sa­de­ce hü­kü­met­te de­ğil, şu an­da la­ik ke­sim için­de de böy­le bir is­tek var. Ama bu­nun bir ira­de­ye dö­nüş­me­si o ka­dar ko­lay de­ğil. Zi­ra ata­ca­ğı­nız her­han­gi bir adı­mın te­tik­le­ye­ce­ği ge­liş­me­le­rin ne­re­de du­ra­ca­ğı­nın bi­lin­me­me­si kor­ku­tu­cu ge­li­yor in­san­la­ra. Ye­ri­ne bir şey koy­ma­dan her­han­gi bir şe­yi or­ta­dan kal­dır­ma­nız çok da ko­lay de­ğil­dir. Si­ya­si sis­tem boş­luk ta­nı­maz ve bir şe­kil­de o boş­lu­ğu dol­du­rur. Her­han­gi bir ku­ru­ma yoz­laş­ma do­kun­du­ğu an­da, an­cak o ku­ru­mu ye­ni­den ya­şa­ta­cak şart­la­rı oluş­tu­ra­rak, or­ta­ya çı­kan yoz­laş­may­la ba­şa çı­ka­bi­lir­si­niz. Bu da as­lın­da ku­ru­mun ken­di için­den de te­miz­len­mek is­ten­me­si ge­rek­ti­ği­ni ima edi­yor. An­cak o za­man bu ey­le­min so­nu­na ka­dar ger­çek­ten gi­de­bi­lir­si­niz. An­cak ger­çek­çi ola­rak ba­ka­cak olur­sak tab­lo­ya, ben pek ih­ti­mal ver­mi­yo­rum böy­le­si bir ira­de­nin or­ta­ya çı­ka­ca­ğı­na. Çün­kü yoz­laş­ma ih­ti­ma­li olan ku­rum or­duy­sa, bu ira­de­nin ger­çek­le­şe­bil­me­si çok zor­dur. Or­du­nun bu­gün sırf sos­yo-eko­no­mik alan­da­ki et­kin­li­ği bi­le bu­nun ya­pıl­ma­sı­nı en­gel­le­ye­bi­lir bir ma­hi­ye­te sa­hip­tir. OYAK gi­bi ak­tör­ler ve on­la­rın ge­tir­di­ği pa­ra­sal im­kan­lar var ha­li­ha­zır­da. Bu­ra­da kor­ku­lan şey do­mi­no et­ki­si­dir; ya­ni ör­ne­ğin as­ke­ri tar­tış­ma­ya baş­lar­sı­nız; bir yer­de eleş­ti­rir­si­niz, ama bir son­ra­ki eleş­ti­ri­nin ne za­man ve ne­re­den ge­le­ce­ği­ni bi­le­mez­si­niz. Bu ne­den­le tar­tış­ma­yı baş­la­ta­cak olan­lar, onu ne­re­de ke­se­cek­le­ri­ni bi­le­me­dik­le­ri için, hiç baş­lat­ma­ma­yı ter­cih ede­bi­lir­ler. Be­lir­li bir çiz­gi­nin al­tın­da­ki­le­rin fe­da edi­lip, o çiz­gi­nin üs­tün­de­ki­le­rin de bir şe­kil­de per­for­mans­la­rın­dan vaz­geç­me­ye ra­zı edil­me­le­ri ko­şu­luy­la Er­ge­ne­kon ar­tık bit­miş­tir de­ni­le­bi­lir.
 
TSK 27 Ni­san’da bir muh­tı­ra ya­yım­la­dı ve hü­kü­met de bu­na bir bil­di­riy­le ce­vap ver­di. Bu son ge­liş­me­ler­le bir­lik­te dü­şün­dü­ğü­müz­de or­du­nun Türk si­ya­se­tin­de­ki ro­lü­nün za­yıf­la­dı­ğı­na, gü­cü­nün ve en önem­li­si meş­ru­iye­ti­nin yit­ti­ği­ne da­ir tez­le­re ne ka­dar iti­bar et­mek ge­re­ki­yor?
EMAS­YA pro­to­ko­lü gi­bi bir ör­nek as­lın­da son 10 yı­lın hi­ka­ye­si­ni ye­te­rin­ce iyi an­la­tı­yor. Si­lah­lı kuv­vet­le­rin si­vil si­ya­set kar­şı­sın­da­ki gü­cü son dö­nem­de bu pro­to­kol­le cid­di oran­da art­tı. An­cak ar­tık meş­ru ve ka­bul edi­le­bi­lir olan de­ğiş­ti­ği için, gü­cün di­li de de­ği­şi­yor. Şu an­da med­ya­ya ve ka­muo­yu des­te­ği­ne muh­taç bir bü­rok­ra­si var Tür­ki­ye’de. Ama öte yan­dan ka­pa­lı ka­pı­lar ar­dın­da­ki her tar­tış­ma­da ağır­lı­ğı­nı bü­yük bir güç­le ko­yan, ken­di ala­nın­dan hiç ta­viz ver­mek is­te­me­di­ği gi­bi her ye­ni ge­tir­di­ği öne­riy­le bu ala­nı ge­niş­let­me­ye ça­lı­şan bir si­lah­lı kuv­vet­ler var. Her ku­ru­mun bir bel­le­ği var­dır. Si­lah­lı kuv­vet­le­rin de çok güç­lü bir bel­le­ği var ve bu bel­lek şu­nu söy­lü­yor: “Sen her za­man ha­zır ola­cak­sın, ta­ri­hin ne ge­ti­re­ce­ği bel­li ol­maz.” Son ça­tış­ma­ya müm­kün ol­du­ğun­ca güç­lü ola­rak gir­mek önem­li­dir. O yüz­den de kon­jonk­tü­re gö­re atı­lan ba­zı ge­ri adım­lar, esas eği­li­mi gös­ter­mi­yor ben­ce. Ye­ni­den ay­nı po­zis­yo­nu ka­zan­mak is­te­yen bir ba­kış sü­rek­li var ol­ma­ya de­vam ede­cek­tir bu ya­pı içe­ri­sin­de. Bu bağ­lam­da güç­süz­leş­me de­di­ği­miz şey, sa­de­ce du­ru­mun ka­mu­oyu­na yan­sı­dı­ğı nok­ta­da söz ko­nu­su ola­bi­lir. Çün­kü bu­gün ar­tık tank­la­rın yü­rü­dü­ğü bir fo­toğ­raf, öy­le ka­bul edi­le­bi­lir bir fo­toğ­raf de­ğil­dir. Tank­lar yü­rü­yor­sa, in­san­la­rın zih­nin­de bu tank­la­rı yü­rü­ten­le­rin hak­sız bir iş yap­tık­la­rı apa­çık­tır. Bun­dan do­la­yı da si­lah­lı kuv­vet­ler bu hak­sız­lık fo­toğ­ra­fı­na se­bep ol­ma­mak için, her­han­gi bir ey­le­mi­ni doğ­ru­dan de­ğil do­lay­lı ola­rak, ör­ne­ğin Cum­hu­ri­yet mi­ting­le­ri ya­pa­rak ger­çek­leş­ti­ri­yor ve­ya­hut be­lir­li ga­ze­te­ler­de, be­lir­li man­şet­le­rin atıl­ma­sı ge­re­ki­yor vs.
 
AKP’nin li­be­ral bir eko­no­mik al­gı­sı­nın ol­du­ğu­nu da dü­şü­nün­ce, bu par­ti­nin eko­no­mik olan­dan sıy­rıl­mış bir si­ya­si söy­lem ge­liş­tir­di­ği­ni söy­le­mek ne ka­dar müm­kün? Eko­no­mik li­be­ral­lik­le si­ya­se­ten mu­ha­fa­za­kâr­lık ara­sın­da sı­kı­şan AKP’nin bu po­zis­yo­nu, her de­fa­sın­da yi­ne­le­nen dev­let­çi an­la­yı­şın­da ne ka­dar önem­li bir pa­ya sa­hip?
Biz Tür­ki­ye’nin çok önem­li bir vi­raj nok­ta­sın­da­yız ve kar­şı­mız­da­ki tek an­lam­lı par­ti AKP ol­du­ğu için her şe­yi on­dan bek­li­yo­ruz. AKP bu söy­le­di­ği­niz du­rum­dan ni­ye çık­sın ki? Bu du­rum­dan çık­ma­sı ge­re­ken­ler var­sa, on­lar bir par­ti kur­sun­lar o za­man. Ya­ni AKP ken­di geç­mi­şiy­le, ha­yal et­ti­ği ge­le­cek ara­sın­da­ki mis­yo­nu­nu ye­ri­ne ge­tir­me­ye ça­lı­şı­yor. Si­zin de söy­le­di­ği­niz gi­bi sos­yo-eko­no­mik alan­la il­gi­li nok­ta­dan ha­re­ket ede­rek çok da­ha güç­lü bir şe­kil­de ham­le yap­ma­ya ça­lı­şı­yor; çün­kü bu alan­da­ki öz­gür­lük­le­rin bir sü­rü so­ru­nu ken­di­li­ğin­den çö­ze­ce­ği­ni dü­şü­nü­yor. İn­san­lar zen­gin­leş­tik­çe, sos­yo-eko­no­mik ha­ya­ta ka­tıl­dık­ça, et­ni­si­te­le­rin, din­le­rin iç içe geç­ti­ği bir ka­mu­sal alan üre­te­bi­lir­ler­se, baş­ka bir tür dün­ya olu­şa­bi­le­cek­tir şek­lin­de bir var­sa­yım­la­rı var muh­te­me­len. Öte yan­dan si­ya­set­le il­gi­len­me­nin ne ka­dar risk­li ol­du­ğu­nun far­kın­da­lar da bu in­san­lar ve bu­nun için ken­di iç­le­rin­de de çok ho­mo­jen bir ya­pı­ya sa­hip de­ğil­ler.
AKP za­ten, Tür­ki­ye’nin ge­çiş dö­ne­min­de çok hız­lı bi­çim­de oluş­muş, bir se­ne son­ra ne ya­pı­yor ola­ca­ğı­nı bil­me­yen, kı­sa­ca­sı yol­da dü­zü­len bir par­ti. Ters­ten ba­kar­sak as­lın­da iyi ki böy­le bir par­ti var de­me­miz ge­re­ki­yor. Çün­kü bu sa­ye­de her tar­tış­ma­yı ye­ni­den ya­pa­bi­li­yo­ruz ve yol al­ma şan­sı olu­yor il­ginç bir şe­kil­de. 301 tar­tış­ma­sı­nı dü­şü­nün me­se­la. AKP, 301’i de­ğiş­tir­mek is­ti­yor mu is­te­mi­yor mu? Hem is­ti­yor hem is­te­mi­yor ve bu her iki şık bir­lik­te ol­du­ğu için za­ten de­ğiş­me ih­ti­ma­li var bir ta­ra­fıy­la da.
 
Bir ana­li­zi­niz­de, Tür­ki­ye’de­ki dev­let­çi zih­ni­ye­tin mevcut du­rum­da alt edil­me­si­nin ye­ga­ne yo­lu­nun Tür­ki­ye dı­şın­da­ki bir ak­tör­le, AB’yle bir­lik­te ola­bi­le­ce­ğin­den bah­set­miş­ti­niz. Bu ana­liz baş­ka tür­den bir eli­tist-mo­dern­leş­ti­ri­ci/Ba­tı­cı ya­ka­nın ye­ni­den üre­til­me­si ya­hut yi­ne ya­ban­cı bir elin bu hi­ka­ye­ye mü­da­hil ol­ma­sı an­la­mı­na gel­mi­yor mu?
Eğer böy­le bir kay­gı­nız var­sa Ba­tı­cı ol­maz­sı­nız siz de. Şim­di şu­nu gör­mek ge­re­ki­yor: Tür­ki­ye’de bir di­na­mik var ama o di­na­mi­ğin si­ya­sal­laş­ma­sı apay­rı bir ol­gu ve si­ya­si alan o ka­dar dar ki o ala­na gir­mek­ten­se sos­yo-eko­no­mik alan­da ba­şı­nı alıp git­me, zen­gin ol­ma, ço­cuk­la­rı­nı iyi ye­tiş­tir­me vs. da­ha müm­kün gö­rü­nü­yor. Do­la­yı­sıy­la si­ya­se­te hiç bu­laş­ma­dan da taş­ra mo­dern­le­şe­bi­lir; ama Kürt me­se­le­si, Ale­vi me­se­le­si gi­bi bir sü­rü baş­ka me­se­le­le­ri­miz de­vam eder bir yan­dan da. Ve bu­nun so­nu­cun­da da Tür­ki­ye as­lın­da hâ­lâ ay­nı nok­ta­da, ye­rin­de kal­ma­ya de­vam eder. Si­vil-as­ker iliş­ki­le­ri­niz hiç­bir şe­kil­de dü­zel­mez ör­ne­ğin. Eğer bun­la­rın dü­zel­me­si, de­ğiş­me­si is­te­ni­yor­sa ta­bii ki si­ya­si ak­tör ol­ma­ya he­ves­le­nen ve bu­nun ma­li­ye­ti­ni öde­me­ye ha­zır olan bir ke­si­min or­ta­ya çık­ma­sı ge­re­ki­yor. Öte yan­dan da bu ke­si­min çok güç­lü bir en­te­lek­tü­el ze­mi­ne otur­ma­sı ge­re­ki­yor.
 
De­mok­ra­si, de­mok­rat­lık de­di­ği­miz kav­ram­lar, özün­de Ba­tı­cı bir yak­la­şı­mı ba­rın­dır­mı­yor mu? Öte yan­dan da ko­nuş­ma için­de söy­le­di­ği­niz Os­man­lı gi­bi ye­ni çok-kül­tür­lü bir ya­pı gelenekten ge­len “ata­er­kil­li­ği” ba­rın­dır­ma­ya de­vam ede­cek­se de­mok­rat­lık­la bu ye­ni olu­şa­cak zih­ni­yet ne oran­da uyum­lu ola­cak­tır?
De­mok­rat­lık Ba­tı­cı bir şey de­ğil ta­bii ki, o bir zih­ni­yet. Ba­tı­lı­lar da de­mok­rat de­ğil ki. Ba­tı­lı­lar şu an de­mok­rat ol­ma­yı öğ­re­ni­yor­lar. İlk baş­la­dı­ğı­mız nok­ta­ya dö­ner­sek, her şey bir adap­tas­yon me­se­le­si bir an­lam­da. Biz ata­er­ki­liz as­lın­da; bel­ki hiç­bi­ri­miz bun­dan tam ola­rak sıy­rı­la­ma­ya­ca­ğız. Ama o ata­er­kil­li­ğin bu dün­ya ev­ren­sel­li­ği için­de ya­şa­ya­bil­me­si, dün­ya­da­ki de­ği­şim­le pa­ra­lel bir şe­kil­de ye­ni­den ku­rul­ma­sı­nı, bu da ata­er­kil­lik­le de­mok­rat­lı­ğı bir­leş­ti­ren ide­olo­jik ba­kış­la­rın or­ta­ya çık­ma­sı­nı ge­rek­ti­ri­yor. Ya­ni me­se­la din­dar­lı­ğa çok da­ha de­mok­rat bir ba­kış ge­re­ki­yor; ama bu din­dar­lı­ğı yok eden bir ba­kış ol­mak zo­run­da de­ğil. Ken­di­ne öz­gü çö­züm­le­rin üre­ti­le­bi­le­ce­ği­ne inan­mak ge­re­ki­yor bi­raz da. Za­ten ha­li­ha­zır­da olan da bu as­lın­da; fa­kat biz top­lum ola­rak böy­le­si bir sü­re­cin ve­ya ey­le­min risk­li ol­ma­sı ne­de­niy­le bu­nu ter­cih et­mi­yo­ruz. Bir yer­den son­ra her za­man zo­run­lu adap­tas­yon­lar ge­çi­ri­yo­ruz ve bun­lar bi­zim sa­hip ol­du­ğu­muz de­ğer­le­re da­ha kıs­kanç­lık­la sa­rıl­ma­mı­za, da­ha faz­la içe ka­pan­ma­mı­za, mu­ha­fa­za­kâr­laş­ma­mı­za ne­den olu­yor. Oy­sa şu an­da ba­kı­yor­su­nuz, Av­ru­pa ken­di­ne de­mok­rat di­yor­du; fa­kat göç­men­ler me­se­le­siy­le bir­lik­te öy­le ol­ma­dı­ğı­nı gör­dü. Ve şim­di ye­ni­den her­kes de­mok­rat­lık üze­ri­ne dü­şün­me­ye baş­la­dı. Ya­ni bu­ra­da önem­li olan ken­di­nin bir şey ol­ma­dı­ğı­nı bil­mek ve lü­zum­suz öv­gü­ler­den zi­ya­de ya­rı­nı na­sıl ku­ra­ca­ğı­nı he­sap ede­bil­mek. Çün­kü bu ya­rın se­nin ya­rı­nın, baş­ka­sı­nın de­ğil; ama ay­nı za­man­da bu, dün­ya­nın ya­rı­nı da. Bu bi­le­şi­mi üre­te­bil­mek­tir asıl me­se­le ve Av­ru­pa da bu­nun için ça­lı­şı­yor. Biz de bu­nun için gay­ret et­ti­ği­miz­de ar­tık Ba­tı­cı­lık­tan çı­kı­yor ya­şa­dı­ğı­mız bu du­rum. Bu ar­tık ken­din­le yüz­leş­mek an­la­mı­na ge­li­yor. “Bü­tün dün­ya şu Tür­ki­ye’den iba­ret ol­say­dı, ben bu dün­ya­da na­sıl bir ya­rı­nı ya­şa­mak is­ter­dim?” Bu ka­dar ba­sit as­lın­da ce­vap­la­ma­mız ge­re­ken so­ru.

Paylaş Tavsiye Et