Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2005) > Türkiye Siyaset > CHP’nin ‘başına’ gelenler
Türkiye Siyaset
CHP’nin ‘başına’ gelenler
Fahrettin Altun
MUSTAFA Sarıgül’ün 19 Mayıs’ta CHP genel başkanlığına aday olduğunu açıklamasından sonra dozu gittikçe tırmanan bir gerilim partiye hakim oldu. Şişli Belediye Başkanı’nı ilk zamanlar fazla ciddiye almayan CHP lideri Deniz Baykal, kısa bir süre sonra tüm enerjisini Sarıgül’ü devre dışı bırakmak için harcamaya başladı. Baykal önce, Sarıgül’ün görev başında rüşvet aldığını iddia etti ve bu nedenle de onu parti Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk etti. Ancak, kurul Sarıgül’ü suçsuz buldu. Bu gelişme Baykal’ı çileden çıkardı. Yüksek Disiplin Kurulu’nun tamamı onun listesinden girmişti ve bu kurul Baykal’ın potansiyel rakibi olarak görülen Sarıgül’ü ihraç etmemişti. Baykal bu kez kurul üyelerinden birisine rüşvet verildiğini öne sürdü ve “bu pisliğin bir an önce temizlenmesi için” partiyi olağanüstü kurultaya çağırdı.
CHP’nin 11. Olağanüstü Kurultay’ı bu olayların gölgesinde 29-30 Ocak tarihlerinde toplandı. Deniz Baykal’ın kurultayı bir an önce toparlamak istemesinin nedeni çok açık: Halihazırda parçalı bir görüntü arz eden muhalefete toparlanmak ve örgütlenmek için vakit bırakmamak. Parti içi muhalefetin ise ortaklaştığı tek husus, Baykal’ın genel başkanlığı bırakmasıydı. Bu nedenle muhalifler, Baykal’ın karşısına güçlü bir isimle çıkmak istiyordu. Sarıgül’ü desteklemeyen muhalifler ise, onun bu haliyle Baykal ile boy ölçüşebileceğine ihtimal vermiyordu. Bu nedenle, Ertuğrul Günay öncülüğündeki bir grup uzun süre, Sarıgül’ü, çekilmesi ve Baykal’a karşı daha güçlü (ve şaibesiz) bir isimde buluşulması için ikna etmeye çalıştı. Diğer taraftan Sarıgül, aday olacağını açıklayan Zülfü Livaneli ile görüşüp kendisini desteklemesi için onu razı etmeyi denedi. Livaneli çekildi ama kimsenin lehine değil. Baykal’ın kurultaydan bir kez daha genel başkan olarak çıkmasını sağlayan da muhalefetin bu parçalı yapısı oldu. Şimdi, Sarıgül’ün siyasette kendisine yeni bir mecra bulması kaçınılmaz görünüyor. Hele onca yatırımdan sonra...
Bundan sonra olabilecekler üzerinde daha pek çok senaryo üretilebilir. Ancak, bana daha önemli ve üzerinde durulması gerekli görünen husus, yaklaşan olağanüstü kongre öncesi toplum önünde kendi gerçeğine ilişkin CHP kurmayları tarafından yapılan değerlendirmeler. Bunları, parti liderliğinin yaptığı değerlendirmeler ve muhaliflerin yaptığı değerlendirmeler olarak iki kategoride ele almak mümkün. Deniz Baykal yaptığı açıklamalarla, bir yandan CHP’yi bütün değerlerin üzerinde tanımlarken; diğer yandan sözü sürekli parti içerisindeki şer odaklarına getirip durdu. Bu, basit bir çelişkinin ötesinde bir anlam taşıyor ve partinin içerisine girdiği yapısal krizin boyutunu gözler önüne seriyor. Baykal’ın şu ifadelerindeki çelişki dozu meseleyi çok daha iyi anlatıyor: “CHP’nin haysiyet divanında rüşvet diye bir şey olması söz konusu olabilir miydi? Ama oldu. Bu konuyu, CHP’nin yüce kurultayı halledecek. Bu cerahati patlatacağız. Ne yapalım, maalesef bizde de çıktı o cerahat... Patlatacağız o cerahati ve onaracağız. Bu yolu birileri geçim yolu haline getirmiş olabilir. Ama herkes bilsin; CHP buna alet olmaz. Parayla pulla akıl almaz zengin olabilirsiniz. Ama o zenginliğiniz CHP karşısında beş para bile etmez. Devlet, emniyet, yargı, medya...O güzelim medyaya bile sızabilirsiniz; ama CHP’ye sızamazsınız.” Eğer CHP’nin içine sızılamıyorsa bu “cerahat” nasıl ortaya çıkıyor diye insanın sorası geliyor. Baykal ve arkadaşlarının parti içerisindeki mevcut muhalefeti alt etmek için sarf ettikleri sözler, CHP’nin çıplak bir fotoğrafını veriyor.
CHP’nin çıplak fotoğrafını çeken yalnızca Baykal ve arkadaşları değil. Muhaliflerin partiye ilişkin yaptıkları eleştiri ve değerlendirmeler de CHP’nin hal-i pür melaline dair çok net bilgiler içeriyor. Yapılan değerlendirmelerde özetle; CHP’nin modası geçmiş bir Kemalizmin savunusunu üstlendiği, çarpık bir modernleşme anlayışına, ancak diktatörlüklerde rastlanabilecek bir parti tüzüğüne sahip olduğu, toplumun meselelerini kavramaktan uzak olduğu vs. söylenip duruyor. Ancak bu sert eleştirileri yapan siyasetçilerin bugüne kadar kendilerini nasıl bu kimlik çerçevesinde anlamlandırdıkları ve bundan sonrası için de bu yapı içerisinde hangi arayışların peşinden gittikleri ise başka bir konu. Bu konu, bize Cumhuriyet dönemi Türk siyasî hayatına ve daha özelde de CHP’de siyaset yapmanın mantığına ilişkin bazı genel gözlemlerde bulunma imkanı veriyor.
Cumhuriyet Türkiyesi’nde CHP’-nin temsilciliğini yaptığı siyaset, topluma değil, devlete olan mesafe ile anlam kazandı. Türkiye’de siyaset, düşüncelerin birbirleriyle dansı ya da kavgasına değil, hep kendilerini devlete göre konumlandırmış aktörlerin çekişmesine sahne oldu. Diğer yandan siyaset bir toplumsal mobilizasyon aracı olarak hizmet gördü. Bu nedenle de koltuklar hep çok sevildi. Deniz Baykal’ın halihazırda verdiği kavga hangi düşüncenin korunması adına ya da Mustafa Sarıgül hangi “yenilikçi düşünce” adına CHP liderliğine oynuyor belli değil.
İşin özü, CHP toplumsal bir meşruiyet krizi ile karşı karşıya. Bu meşruiyet krizinin nedenlerini anlamak için CHP tarihinin farklı evrelerine bakmak gerekir. Ancak bugünkü CHP’nin yaşadığı krizi anlamak için onun toplum değerlerine savaş açan ve militan bir laiklik anlayışı çerçevesinde muhafazakâr bir siyasî çizgiyi benimsediği 28 Şubat sürecindeki sabıkasını göz önünde bulundurmalıdır. CHP’nin bu dönemde ortaya koyduğu tavır, onun kendisine yazmaya çalıştığı resmî tarih çerçevesinde iddia ettiğinin aksine, ideolojik bir devamlılıktan dolayı değil; ülkenin siyasal elitleri olarak ellerinde bulundurdukları ayrıcalıklardan vazgeçmekten korktukları için gündeme gelmiştir. Yeni toplumsal aktörlerle siyasî alanın paylaşımı, bir anlamda yerinden edilmek olarak anlaşılmıştır. Sosyal demokrat CHP, bu nedenle anti-demokratlığı tercih etmiştir.
Mustafa Sarıgül hareketini CHP bağlamında çözümlemek için vakit henüz erken. Sarıgül 460 oy aldı. Baykal’ın kurultay tecrübesi(!) ve CHP tüzüğündeki demokratik(!) düzenlemeler göz önüne alınırsa, bu bile büyük bir başarı sayılabilir. Bu maçın burada bitmeyeceği aşikâr. Sarıgül genel başkan olamadı ama Baykal’ın geçmişteki performansını pekâlâ sergileyebilir. Bir diğer alternatif ise kendisine yeni bir mecra arayışına girmesi. Bu da, Sarıgül’ün halihazırda sık sık görüştüğü sağcı ve Amerikan yanlısı siyasî duayenlerle kendisine çizeceği güzergâhı daha çok konuşacağımız anlamına gelecektir.

Paylaş Tavsiye Et
Türkiye Siyaset
DİĞER YAZILAR