Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (May 2005) > Dünya Siyaset > Transatlantik’teki çatlak
Dünya Siyaset
Transatlantik’teki çatlak
Ekrem Karakoç
ABD Başkanı Bush, gözlerin de yalan söyleyebileceğini geç de olsa anladı. Haziran 2001’de Teksas’taki çiftliğinde Putin’i konuk eden Bush, gazetecilerin “nükleer silahların yayılmasının engellenmesi konusunda Rusya’ya güveniyor musunuz?” sorusuna verdiği cevaptan pişmanlık duyuyor olmalı: “Putin’in gözlerine baktım ve orada dürüst ve güvenilir bir insan gördüm. Onun ruhunu görebiliyorum.”
Geçtiğimiz Şubat ayında Slovakya’nın başkenti Bratislava’da bir araya gelen tarafların görüşmelerinde, iki ülke ilişkilerinin iyice gerildiği ortaya çıktı. Bir zamanlar ruh arkadaşı olarak nitelendirdiği Putin’i Rusya’da demokrasi eksikliği ve İran’a nükleer enerji teknolojisinin verilmemesi konusunda uyaran Bush, aynı tarihlerde görüştüğü AB liderlerine ise ABD’nin AB ile ortak stratejiler geliştirmeye kararlı olduğunu dile getirdi. Avrupa gezisinde, Teksas’taki çiftliğinde ağırlamak için “iyi bir kovboy” aradığını söyleyen Bush eski ruh arkadaşına ise, Batı ile ilişkilerini geliştirmek istiyorsa Rusya’nın demokratik değerlere bağlı olması gerektiğini söylüyordu. Rusya’da bağımsız televizyon kanallarının olmadığı, seçimlerin hileli gerçekleştiği, devlet kapitalizmi yaratılmaya çalışıldığı, muhalefetin sindirildiği ve Çeçenistan’da kirli bir savaşın yaşandığı sağır sultanın bile malûmu. Peki kralın çıplak olduğu neden şimdi dile getirildi?
           
Rusya-ABD Gerilimi
Putin; Schröder, Chirac ve Blair ile ortak düzenlediği basın toplantısında AB ile Rusya’nın, İran’ın nükleer enerji tesisleri konusunda hemfikir olduğunu söyledi. Ancak Batılı liderlerle Putin’in görüşmeleri sıcaklığını korurken, ajanslara İran ile Rusya’nın İran’ın Buşehr kentinde nükleer enerji santralı kurulmasını içeren bir anlaşma imzaladığı haberi düştü. Rusya Federal Nükleer Ajansı Başkanı Aleksandr Rumyantsev ile İranlı meslektaşının imzaladığı anlaşmaya göre, santrallerin çalışması için gerekli nükleer yakıt kullanıldıktan sonra Rusya’ya geri verilecek. İçişleri Bakanı İvanov’a göre Rusya’nın nükleer enerji sektörünü ölümden kurtaracak bu anlaşma ile AB ve ABD de istediğini elde etmiş olacak. Ruslar İran’ın nükleer enerji tesislerini kontrol edebilecek ve İran’ın nükleer silahlara sahip olmasını engelleyecek. Ancak buna rağmen ABD yönetimi Rusya’nın İran politikasından rahatsız.
Rusya’nın ABD’nin baskılarına direnebilmesinin iki ana nedeni var: Birincisi, ABD ile AB’nin İran politikasındaki farklılıklar. Avrupa Birliği, ABD’den farklı olarak İran’ın nükleer enerji santrallerine sahip olmasını hak olarak görüyor; ancak nükleer enerji tesislerini her an teftiş etme hakkının UAEA’ya verilmesini savunuyor. Rusya AB ve ABD arasındaki ihtilaftan yararlanıyor ve AB’ye yakın politika izleyerek İran’la nükleer enerji santralleri konusunda işbirliğine devam ediyor. İkinci neden ise daha çok Rusya’nın iç politikası ile alakalı. Rusya’da Batı yanlısı muhalefetin Duma’da ve sokaklardaki varlığının ortadan kalkması, özellikle ABD yanlısı Rus liberallerinin son seçimlerde tamamen dökülmesi ve ABD’nin Rusya’nın arka bahçesine sızmasının Rus siyasî seçkinleri arasında ve kamuoyunda yaratmış olduğu tepki, ABD’nin Rusya ile ilişkilerde elini kolunu bağlıyor.
 
AB-ABD Yakınlaşması ve Blair’in Rolü
ABD ile Rusya arasındaki ilişkilerin tersine, ABD ile AB arasında Irak Savaşı sonrası bir bahar havası yaşanıyor. Condoleezza Rice’in Dışişleri Bakanlığı’na gelmesi ile Amerika daha çok-taraflı aktif bir politika izlemeye başladı. BM’de ve uluslararası kamuoyunda yalnız duruma düşen ve izlemiş olduğu tek taraflı politikaların sonucunda Irak işgalinin maliyetini tek başına ödemek durumunda kalan Bush yönetimi, dış politika hedeflerinden vazgeçmiş değil; ancak bu kez bunları daha diplomatik yollardan yapmaya çalışacak. Orta Doğu gibi stratejik bir bölgede siyasal ve ekonomik imtiyazlarını kaybeden AB ise kaybettiklerini kazanma peşinde. Bu yakınlaşmanın ilk yansımasını ise iki aktörün İran ve Lübnan politikalarında görüyoruz.
İran’ı ekonomik teşviklerle nükleer enerji santralleri kurmaktan vazgeçirmek isteyen AB ile uzun zamandır görüş ayrılığında olan ABD İran’ın koşulsuz olarak nükleer enerji santrallerinden vazgeçmesini istiyor ve bu ülkeyle hiçbir şekilde diplomatik temasa geçmeyeceğini söylüyordu. Irak işgalinden bu yana AB ile ABD arasındaki politika farklılığının Batı’nın çıkarları için zararlı olduğunu uzun zamandır savunan İngiltere Başbakanı Tony Blair sonunda Bush’u ikna etmeyi başarmış görünüyor. Blair’in bu çabaları sonucu, AB’nin İran’a ekonomik teşvikler verilmesi karşılığında nükleer enerji santralleri kurmasından vazgeçmesine dayanan planı Washington’dan da destek aldı. Bu yakınlaşmayla elindeki kartı güçlendiren AB, havuç göstermekten vazgeçip sopasını çıkardı; iyi polis rolünü bırakıp kötü polis rolüne soyundu ve İran’ın bu teşviklere rağmen nükleer enerji santrallerinden vazgeçmemesi durumunda, sorunun Güvenlik Konseyi’ne götürüleceğini belirtti. Muhtemelen ambargo ile sonuçlanacak bu kararın hemen akabinde benzer bir karar bu sefer Suriye için alındı. Hemen akabinde ABD ve Fransa Lübnan’da ortak politika izleme kararı aldılar ve Suriye’nin BM’nin 1559 no’lu kararına uymasını, aksi takdirde sorunun Güvenlik Konseyi’ne getirileceğini belirttiler.
 
Ortaklık Nereye Kadar?
Yakın dönemde ABD ve AB arasında, İran’ın nükleer enerji santralleri ve terörizm başta olmak üzere, güvenlik konularında işbirliğinin artacağını göreceğiz. Ancak bu ortaklık konudan konuya ve ülkeden ülkeye değişiklik gösterecektir. Lübnan gibi her iki ülkenin de dış politikasında hayatî önem taşımayan konularda ortak bir politika izleme ihtimali daha yüksekken, Çin’e silah satımı ve Rusya konusunda farklı politika izleyeceklerini iddia etmek daha gerçekçi olur. ABD Çin’e silah ambargosunun devamını savunurken, AB ise Tianenman Olayları’ndan sonra konan ambargonun artık kaldırılması gerektiğini savunuyor. Çin pazarına değişik yollardan egemen olmak isteyen iki aktörün Rusya politikaları da farklılık göstermeye devam edecektir. Rusya’nın bir nükleer güç ve Avrupa için bir enerji deposu olması, AB ülkelerinin buradaki yatırımları, AB’nin BM’de ve uluslararası politikada Rusya’yı ABD’ye karşı bir müttefik olarak görmesi gibi nedenlerle AB’nin Rusya politikası ABD’ninkiyle örtüşmüyor. ABD ise Rusya’yı AB’ye ve İran’a daha çok yakınlaştıracak olan, Rusya’nın en hassas olduğu NATO’nun genişlemesi planını şimdilik askıya almışa benziyor. Ancak Sırbistan’dan başlayıp Gürcistan’a, Ukrayna’ya ve Kırgızistan’a yayılan yeni turuncu devrimlerin Ermenistan, Azerbaycan, Beyaz Rusya ve Orta Asya Cumhuriyetleri’ne sıçraması NATO’nun genişlemesini tekrar ABD’nin dış politika gündemine sokabilir. Rusya’nın yanı sıra Çin’i ve Hindistan’ı da çevreleyecek böyle bir durum ise, uluslararası ilişkilerde yeni denge oluşumlarını zorunlu kılacak.

Paylaş Tavsiye Et