Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (April 2005) > Dünya Siyaset > Orta Asya hareketlenirken
Dünya Siyaset
Orta Asya hareketlenirken
Hasan Kösebalaban
AMERİKA’NIN 11 Eylül sonrasında yoğunlaşan Rus nüfuz alanına müdahalesinin en son ayağını Kırgızistan’daki yumuşak devrim oluşturdu. 2003’te Gürcistan’daki Gül Devrimi ve geçen yıl Ukrayna’daki Portakal Devrimi’nden sonra Kırgızistan’da Askar Akayev rejimi, henüz yerini neyin dolduracağı belli değilse de, kansız bir darbeyle yerinden edildi. 11 Eylül saldırılarına verdiği tepkiyle, geleneksel olarak Rusya’nın kontrolünde olan Kafkasya, Hazar Denizi bölgesi ve Orta Asya’da kendisine yığınak oluşturmaya başlayan Amerika, Orta Asya’da Rus nüfuz alanını halk isyanlarıyla mı kırmak istiyor?
Aslında uzun vadeli Amerikan çıkarları açısından Akayev rejimi problemsizdi. Her ne kadar Akayev yönetimi Amerika ve Rusya arasında denge kurmak zorunda olduğunun farkında olsa da, açıkça Amerikan çıkarlarını kolluyordu. Nitekim Akayev, Manas Hava Üssü’nü ABD’ye vererek bölgede kalıcı bir askerî mevcudiyet imkânı sağladı. (Bu arada Amerika’nın Özbekistan ve Tacikistan’da da hava üsleri bulunuyor.) Buna rağmen Amerika’nın Kırgızistan’daki halk isyanından yana tavır koyması nasıl açıklanabilir? Akayev aslında kendisini Beyaz Saray’da ağırlayan Bush yönetiminden aldığı desteğe güvenerek, uzun yıllar sürdürdüğü açıklık politikalarına son vererek, maddî yozlaşma içine girmeye başlamıştı. Durum böyleyken, Amerika bu sadık müttefikinden desteğini neden çekti? Burada iki ihtimalden bahsedilebilir: Amerika rejimin uzun süre ayakta kalamayacağını önceden görerek, muhalafeti organize etmiş, kısacası darbeyi planlamış ya da isyanın başarıya ulaşacağını görerek, mevcut rejimden desteğini çekip isyancılardan yana tavır almıştır. Daha önce Vietnam ve İran’da başaramadığı, ancak Filipinler’de uygulayabildiği bu ikinci senaryo Kırgızistan olayında daha mantıklı ihtimal gibi görünüyor. Aslında, ABD Orta Asya’da nerede duracağı ve hangi sonuçları getireceği belli olmayan bir devrim zincirini başlatmak istemez. Zincirleme halk isyanları bölgenin kalbi olan Özbekistan’da, 11 Eylül sonrasında ABD safına geçen diktatör İslam Kerimov’u yerinden edebilir ve onun yerine bu ülkede Türkiye’ye yakın muhalefetin kuracağı bir hükümet başa geçebilir. Arap dünyasında Mısır neyse, Türkî dünyada Özbekistan odur. Cezayir’de iktidara gelmesi durumunda ülkeyi Fransız çiftliği olmaktan çıkarma sözü veren FİS’in seçim zaferinin bir askerî darbeyle engellenmesi Amerika tarafından da desteklenmişti. Amerika Kuzey Afrika’daki Fransız nüfuz alanını kırmak istemedi; zira bunun Mısır’a kadar uzanacak bir sessiz halk devrimleri silsilesini ortaya çıkarmasından korkuyordu. Aynı şekilde Amerika açısından, Orta Asya’da uluslararası sistemin Soğuk Savaş sonrasında empoze ettiği yapının bozulmasının neye mâl olacağı kestirilemiyor. Bu nedenle Amerika’nın, zafere ulaşmasına kesin gözüyle bakılan bir isyana karşı olmak yerine, onun yanında olmayı ve onu kontrol etmeyi tercih etmiş olma ihtimali büyük. Tabii ki iktidara gelen Kırgız muhalefeti bunu Rusya’dan daha çok Amerika’ya borçlu olduğunun farkında. Darbenin nasıl olduğu bir tarafa, neticede ABD, Orta Asya’daki Büyük Oyun’da çok önemli bir kazanım elde etmiş oldu.
Diğer tarafta bizim açımızdan sorulması gereken soru şudur: Orta Asya’daki halk hareketlenmesi ya da Amerikan hamleleri zorunlu olarak Türkiye’nin zararına mı? Türkiye’nin Orta Doğu’daki, özellikle Irak’taki çıkarlarının Amerika’yla uyumsuz olduğu ortaya çıktı; ancak bunun küresel olarak her zeminde doğru olması söz konusu değil. Örneğin Amerika, Çeçenistan konusunda Rusya’yla aynı görüşte değil ve bu konuda sessiz kalan Avrupa’yı eleştiriyor. Aslında Rusya’nın Çeçenleri uluslararası terörizm sorununun bir parçası olarak ilan etme çabası başarıya ulaşamadıysa, bunda ABD basınının payı büyük. Bu konuda Rusların ısrarına karşı Amerika, 2002’de Gürcistan başta olmak üzere, bölgeye özel kuvvetler göndererek cevap vermişti. Türkiye’nin ise yapması gereken, kendi stratejisini büyük güçlerin gündelik stratejilerinden bağımsız olarak ortaya koyması.
Türkiye, bir yanda Osmanlı’nın bıraktığı imparatorluk mirası, diğer yanda Orta Asya’da Çin’in içine kadar uzanan etnik varlığı sayesinde Avrasya coğrafyasının en önemli aktörlerinden biri. Bu durum bölgedeki diğer aktörlerle Türkiye’nin çıkarlarını karşı karşıya getiriyor. Orta Asya, tarih boyunca Türkî dünyayla Çinlilerin ve Rusların çatışma sahası olmuştur. Bu açıdan Japonya Türkiye’yle aynı durumda; Japonya’nın Türkiye’den farkı, bölgede etnik bir mevcudiyetinin olmaması ve artık reel iddiasının kalmaması. Buna rağmen Japon grand stratejisi için Rusya, Amerika’dan daha öncelikli bir sorun. Ancak Türkiye ve Türkî dünyanın reel gücü Çin ve Rusya’yı dengelemeye yetmiyor. Bu durumda Amerika’nın bir haricî güç olarak dengeleyici rolü esasen Türkî dünyanın ve Türkiye’nin çıkarlarının aleyhine değil. Çin’in nüfus baskısı ve Rusya’nın askerî ve kültürel hegemonyası arasında sıkışmış olan bölge ülkeleri emperyalistlerden emperyalist beğeneceklerse, uzaktaki emperyalist her zaman daha evlâdır.
Burada bir de İran’ın bölgede nüfuz arayışında oluşu, Irak savaşının istenen ya da istenmeyen neticesi olarak İran’ın nüfuz sahasını genişlettiği gerçeğinin göz önünde bulundurulması gerekiyor. Yeni-muhafazakâr planlayıcılar, Irak’ı İran’a teslim edecek tarihî bir hata yaptılar; ideolojik fanatizmleri mantıklı olmalarına izin vermedi. Aynı durum Afganistan açısından da doğrudur. Orta Asya’da İran, bir yanda Amerika’nın hatalarından istifade ederken, diğer yanda Çin ve Rusya ile çok yakın ilişkiler kurabildi. Türkiye’nin de bu iki güçle yakın ilişkiler geliştirmek zorunda olması bir tarafa, İran’dan farklı olarak onları küresel kapsamlı stratejik müttefik olarak görmesi mümkün değildir. Maalesef tarih ve jeo-politika ülkelerin grand stratejilerini belirliyor. Aslında Türkiye’nin çıkarları her bir küresel aktörle farklı alanlarda uyum ve çatışma noktalarına sahip. Bu nedenle Türkiye’nin küresel kapsamlı stratejik ittifaklar yerine, bölgesel kapsamlı stratejik ittifak arayışında olması gerekiyor. Başka bir deyişle, Türkiye Orta Doğu’daki nüfuz arayışında Amerika-İsrail hattına karşı Avrupa ve Rusya’yla; Orta Asya’da Rus-Çin hattına karşı ise, Amerika ve Japonya’yla aynı paralelde bulunabilir. Kısacası Türkiye’nin çıkarları dogmatikliği değil, esnekliği gerektiriyor. Esnek politika yeteneği ise sadece devlet gücüyle değil, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla gerçekleştirilebilir. 
Sovyetler Birliği’nin kalıntısı rejimlerin hakim olduğu tek bölge olan Orta Asya’daki rejimlerin doğal ömürleri tükenmiş durumdadır. Meşruiyet temelleri kalmamış olan bu rejimler, ayakta kalabilmek için giderek daha fazla baskıcı bir hal almaktalar. Esasen Türkiye’nin ve Türk sivil toplumunun yapması gereken, yozlaşmış rejimlerin ve durağanlığın yanında değil, halk hareketlerinin yanında olmaktır. Belki Akeyev rejiminin eski unsurları tarafından yönlendirilen Kırgızistan’daki halk isyanının bir başka otoriter yönetim doğurması çok şaşırtıcı olmayacak. Ancak isyan etmesini öğrenen ve en önemlisi bunun sonucunu aldığını gören bu ülkedeki hareketlenmenin bütün Orta Asya’da meydana getireceği muhtemel sonuçlar, uzun vadede bölgenin hayrına olacaktır.

Paylaş Tavsiye Et