Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (April 2005) > Dosya > Globalleşme karşısında milliyetçilik
Dosya
Globalleşme karşısında milliyetçilik
Ali Yaşar Sarıbay
1990’LARDA ivme kazanan globalleşme sürecinin ortaya çıkardığı en önemli tartışma, ulus-devletlerin işlevi konusunda gerçekleşti. Bu tartışmalardan çıkan sonuç (veya empoze edilen yaygın kanı), ulus-devletin işlevinin artık bittiği, dolayısıyla o işlevin ayrılmaz sosyo-politik öğesi olan milliyetçiliğin de sona erdiği şeklinde dile getirilmiştir. Fakat, 11 Eylül’den sonra vukû bulan gelişmeler, ABD başta olmak üzere, dünyanın hemen her yerinde milliyetçi hareketlerin yeniden canlanmasına sebep olmuştur. Bu durumu nasıl açıklayabiliriz? Belli bir (ekonomik, politik ve kültürel ) hegemonyanın dayattığı homojenleşmeye yönelmiş bir dünya parçalanmakta mıdır? Milliyetçilik globalleşmenin adaletsizliklerine bilinçli bir başkaldırı mıdır?
Bu yazıdaki çözümlemeler, hemen söylemek gerekirse, milliyetçiliğin son tahlilde globalleşme sürecinin kendisine yönelik bilinçli bir tepki olmaktan çok, o sürece kendi ontolojik gerekleriyle bağlantı kurarak eklemlenme isteği olduğu sanısını içermektedir. Neden böyle olduğunu göstermek için, bazı tarihsel hatırlatmalar ve kavramsal açıklamalar yapmak gerekmektedir.
İlk hatırlanması gereken husus, milliyetçiliğin 18.-19. yüzyıllarda bir devlete sadakat bağı ve hissiyatı olarak tezahür ettiğidir. Bu bağ ve hissiyat, insanların o zamana kadar ait olunan topluluktan/cemaatten kopmasıyla olmuştur. Artık insanlar kendilerini bir sosyolojik bağ ile bağlayan bir bütünün üyeleri olmak yerine, politik bağ ile sadakatle bağlandıkları bir organizasyonun (devlet) üyeleri olarak tarih sahnesinde yer alıyor. Tabii ki devlet olgusu ortaya yeni çıkmamıştı. Vukû bulan, insanların kendi kimliklerini kısmî olarak tanımlamalarının yerini, bütünsel olarak politik tanımlamanın almış olmasıydı.
Bu çerçevede milliyetçilik, ilk başta, aslında politik bir teşkilatın (body politic) müşahhas hale gelmesi anlamında devletçilik (statism) olarak tanımlanmayı hak etmiştir. İkincisi, milliyetçiliğin özündeki topluluğa bağlılık tamamen kaybolmadığı için; devlete atfedilen önem son tahlilde topluluk güdüsüyle yapıldığından, devletin ontolojik olarak bir cemaat şeklinde algılanması kaçınılmaz olmuştur. Dolayısıyla, globalleşmenin devleti “aşındıran” etkisi, neticede aidiyet duyulan cemaatin elden gitme endişesine karşılık gelmektedir. Milliyetçiliği uyaran ve onun yeniden “cemaatleşme”, “kabileleşme” şeklindeki tezahürleri olarak tanımlanan durum budur; ama bu durum madalyonun bir yüzüdür. Madalyonun öteki yüzünde, “globalizm” diyebileceğimiz, bel kemiğini esasında hegomonik bir kültürün teşkil ettiği ve güya topluluklar (uluslar) konfederasyonu olarak sunulan başka tür bir “milliyetçilik” yer almaktadır. Bu tür “milliyetçilik”, nihai aşamada standardize edilmiş bir kültürü ve bu kültür temelinde inşa edilmek istenen bir politik teşkilatı öngörür. Bunun bölgesel tezahürleri şimdilik farklıdır. Somut örnek Avrupa Birliği projesidir; ama nihaî aşama Amerikanlaşmadır.
Söylenenleri bazı kavramsal ayırımlar yardımcılığıyla daha da netleştirebiliriz. İlk yapmamız gereken ayırım (burada Takis Fotopoulos’u izliyorum) “uluslararasılaşma” (internationalization) ile “globalleşme” (globalization) arasındadır. İkinci ayırım ise, “kapitalizm” ile “pazarlaşma”(marketization) arasında olandır. “Uluslararasılaşma”, ulusal hükümetlerin ekonomik politikalarının sonucu olarak pazarın, dolayısıyla malların, hizmetlerin ve sermayenin ulusal sınırların dışına taşmasını ve kurumlaşmasını ifade eder. “Globalleşme” ise devletlerden bağımsız (yani devletsiz) üretim birimlerinin ve üretimin uluslararası, sınır aşırı ölçekte belirleyici konum kazanmasıdır. Fiyat mekanizmasıyla kendi kendini belirleyen pazar ekonomisi, sermaye birikiminin bir ürünü olan kapitalizmden farklıdır. Söz konusu farklılık, devleti kapitalizm için daha zorunlu kılar. Nitekim, başta Karl Polanyi olmak üzere birçok iktisat bilimcisinin göstermiş olduğu gibi, kapitalizmin zuhur ettiği her ülkede sermaye birikimini devlet sağlamıştır.
Hal böyle olunca, globalleşme (yukarıda tanımlanan anlamda) devleti dışlamaz; aksine sermaye birikiminin uluslararası ölçekte olması hali, devletin işlevini değiştirir; ona ulusal sınırlar dışında yüklenebileceği rolleri empoze eder. Fakat globalleşmenin doğasındaki devletsiz örgütlenme ağı ve faaliyeti, sanki devlet ortadan kalkıyormuş izlenimini verir. Oysa, gerçek olan bazı durumlarda devletin by-pas edildiğidir. Öte yandan, globalleşmenin getirdiği kimlik patlamaları, ulusları çok fazla heterojen hale getirebilecek potansiyeli de içerdiğinden; bu heterojenliği nispi bir homojenlik düzeyinde tutabilecek güç son tahlilde devlettir. Dolayısıyla, sorun ulus-devletin ortadan kalkması değil, globalleşmenin uyardığı işlevlere uygun bir yapısal değişim geçirmesidir.
Bu çözümleme doğruysa, tanımladığım mahiyette milliyetçiliğin globalleşmeye eklemlenme olduğu da söylenebilir. Bu globalleşmenin sorgulanmadığı anlamına gelmez. Ama, devlet formu içinde sorgulanır görünen, “yurtseverlik” olarak tanımlayabileceğimiz bir hissiyatın söz konusu eklemlenmedeki hassasiyetlerin ifadesi olarak belirmesidir. Bu ise, globalleşmenin sahici karşıtlığına tekabül etmez. Globalleşmenin sahici karşıtlığı uluslararasılaşmış sosyal hareketlerdir. Çünkü, globalleşme karşıtlığı olarak milliyetçilik, devletsiz teşkilatlara karşı çıkmak olduğu ölçüde yeni bir “devletçilik” hareketi ve globalleşmeye eklemlenme gayretidir. Milliyetçiliğin bazen yabancı düşmanlığı şeklinde dile getirilişi ise globalleşmenin yerinden ettiği cemaatlerin varlığı çerçevesinde o cemaat mensuplarının kendilerine yabancılaşmalarının yansımasıdır. Bu yurtseverlik ile el ele yürüyebilir; çünkü yabancılaşmadan kurtulmanın bir yolu kendini daha çok sevmektir. Oysa, kültürel bir yeniden canlanış hareketi olması sebebiyle ne yabancı düşmanlığı biçimindeki, ne de yurtseverlik tarzındaki milliyetçilik; ekonomik ontolojiye sahip globalleşmenin mahiyetini değiştirebilecek etkiye sahiptir.
Bu anlamda mesele, globalleşmeye (Castoriadis’in baktığı anlamda) toplumsal adalet ve özerklik meselesi olarak bakmak; bunu uluslararasılaştırmaktır. Aksi takdirde, “globalizm” ile beraber düşünüldüğünde netice, insanlık birikimini nafile kılan mikro ve makro milliyetçiliklerin çatışmasının devam edeceği gerçeğidir.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Ali Yaşar Sarıbay