Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2005) > Çeviriyorum
Çeviriyorum
İktidar kavgası devam ediyor / İvan Groşkov, Nezavisimaya Gazeta, 14 Şubat 2005
Rus Basını
Çeviri: Enise Smirnova
Irak’taki Şiiler zaferi kutluyor. Birleşik Irak İttifakı adındaki Şii koalisyonu, Şii dinî lider Ayetullah Ali Sistani’nin de desteğini alarak 30 Ocak’ta yapılan seçimlerde kesin bir zafere ulaştı. Aldığı oy bakımından ikinci sıra Kürt blokuna aitken, Başbakan İyad Allavi’nin önderliğindeki Irak Listesi üçüncü sırada yer aldı. Sonuçlar açıklandıktan sonra, itiraz etmek isteyenlere üç günlük süre tanındı. Irak Milli Meclisi’nde neredeyse hiçbir temsilcisi bulunmayacak olan Sünni kesimin dışında seçimlerin sonuçlarının yeniden değerlendirilmesini isteyecek başka kimse yok. Seçimleri organize eden ABD yanlısı Allavi’nin, böyle bir girişimde bulunmayacağı düşünülüyor. Bir Şii koalisyonu olan Birleşik Irak İttifakı’nın seçimlerde birinci olması, beklenen bir sonuçtu. Zira Irak nüfusunun ekseriyetini Şiiler oluşturuyor. Diğer yandan Irak halkı, geçici hükümet başkanı İyad Allavi’nin yürüttüğü siyasetten son derece rahatsız; çünkü Iraklılar, yaşanan onca zulüm ve felaketin suçlusunun Allavi ve onun izlediği siyaset olduğu kanısındalar. Fakat ABD yanlısı Allavi’nin seçimleri kaybetmesini, ABD’nin Irak siyasetindeki etkinliğini kaybetmesi olarak yorumlamak için henüz çok erken. Şii İttifakı’nda yer alan parti liderlerinin bir buçuk-iki senedir ABD yetkilileriyle birçok konuda işbirliği yaptığını göz önünde bulundurursak, ABD ile Şii liderleri arasında bazı anlaşmaların mevcut olduğunu tahmin edebiliriz.
Şu anda Irak, tam anlamıyla siyasî oyunlara sahne olmaya hazır. Şii siyaset adamları arasında, başbakanlık koltuğu rekabetinin yanı sıra, Şii koalisyonunun Milli Meclis’teki konumu merkezli tartışmalar da yer almaya başladı. Birleşik İttifak’ın en güçlü partisi, onu bir hizip haline dönüştürme önerisini ileri sürünce, koalisyonun bağımsız mensupları buna şiddetli tepki gösterdi. Aynı zamanda koalisyonun içinde çetin bir başbakanlık mücadelesi de söz konusu. Irak Dava Partisi’nin lideri İbrahim el-Caferi, Maliye Bakanı Adel Abdulmehdi ve Irak Milli Kongresi lideri Ahmed Çelebi, başbakanlık koltuğu için ciddi bir rekabet içindeler. Bunun Birleşik İttifak için parçalanma tehlikesi oluşturduğuna dair görüşler de mevcut. Bu durum göz önünde bulundurularak, Şii koalisyonunu temsil edecek bir başbakan adayını gizli bir oylama ile belirleme kararı alındı. Bu konuda uzlaşmaya varıp tek bir aday gösteremediği takdirde, Şii koalisyonu, başbakanlık koltuğunu Kürt blokuna ve hatta Allavi’ye kaptırma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Çoğu uzmanın tahminine göre Allavi, bakanlar kurulunda bir göreve getirilse de, başkanlığı başkalarına bırakmak zorunda kalacak. Bu durumu göz önünde bulunduran geçici hükümet başkanı, Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı Celal Talabani ile yaptığı görüşme sırasında, Kürt siyasetçilerin “herhangi bir yüksek makama” yerleştirilmesini destekleyeceği vaadinde bulundu. Mevcut bakanlar kurulunu oluşturanların yüzde sekseni görevden alınacak gibi görünüyor. Savunma, içişleri, milli güvenlik, petrol, iş, yüksek öğretim ve ulaşım bakanları görevlerine veda etmek zorunda kalacak. Uzmanlara göre, yeni atanmalar yalnızca seçimlerin sonuçları değil, ülkenin genel durumu ve mevcut şartlar da nazara alınarak yapılacak. Dikkat edilmesi gereken hususlardan biri, Sünni kesimin seçimlere katılma oranının düşük olması. Yeni hükümetin ana hedefleri arasında yeni anayasanın kabulü de yer alıyor. Bu durumda Sünni siyasetçiler devre dışı bırakıldığı takdirde, anayasa konusunda fikir birliğine varmanın mümkün olmayacağı ortada.

Tavsiye Et
Şaron’un planı gerçekleşmek üzere / Gabriel Volfson, İzvestiya, 22 Şubat 2005
Rus Basını
Çeviri: Enise Smirnova
İsrail cezaevlerinde bulunan 500 Filistinli dün serbest bırakıldı. Filistin lideri Ebu Mazen’e destek vermek amacıyla alınan bu karar, İsrail vatandaşları arasında şiddetli bir tepkiyle karşılandı. Bir terör kurbanları teşkilatı olan Almagor, İsrail Yüksek Mahkemesi’ne, kısa süre önce terör suçundan tutuklanan mahkumların serbest bırakılmasını veto etme talebiyle başvurdu. Fakat mahkeme yetkilileri, hükümetin aldığı kararı eleştirmekle yetinip, daha ileriye gitmekten çekindiler.
Ariel Şaron liderliğindeki hükümetin aldığı asıl karar ise, 20 Şubat’ta kesin olarak onaylanan Gazze bölgesi ve Ürdün’ün batı kıyısından çekilme planıdır. İsrail bakanlarının 17’si ‘evet’ oyu verirken, yalnızca 5’i ‘hayır’ oyu kullandı. İsrail başbakanı, bunun hayatındaki en zor kararlardan biri olduğunu dile getirdi. 20 Temmuz’da başlayacak olan çekilme hareketinin yaklaşık sekiz hafta süreceği düşünülüyor. Bu süre içerisinde, askerî üsler kaldırılacak, ordu tamamen geri çekilecek ve işin en zor tarafı olan İsrail yerleşim birimlerinin ortadan kaldırılması tamamlanacak.
Gazze ve batı kıyı bölgelerinden çekilme kararının bir benzeri, yaklaşık 30 sene evvel alınmıştı. Bu tür bir hadise, İsrail Başbakanı Menahem Begin ile Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın barış antlaşması imzalamasıyla yaşanmıştı. O zaman Sina yarımadasından çekilen İsrail, bütün sivil yerleşim birimlerini terk etmek zorunda kaldı.
İleri sürdüğü planın onaylanmasına rağmen, Şaron’un durumu oldukça istikrarsız. ‘Hayır’ oyu kullanan Maliye Bakanı Netanyahu, İsrail halkının tepkisini azaltmak ve iç savaş tehlikesini önlemek için bir referandum yapılması gerektiğini savundu. Likud’un içinde yer alan muhalefet güçleri, İsrail bütçesiyle ilgili yapılacak oylamaya hazırlanıyor. Şaron’un bütçe konusunda kesin bir ekseriyete sahip olmadığı biliniyor. 31 Mart tarihine kadar bütçenin onaylanmamış olması, parlamentonun görevden azledileceği ve erken seçime gidileceği anlamına geliyor. Bütçe, Şaron’un Filistin’den ayrılma planının önündeki tek engeldir.

Tavsiye Et
Birlikte sürüklenmek / The Guardian, 22 Şubat 2005
İngiliz Basını
Çeviri: Ebru Afat
Bütün hükümetlerin şimdilerde kullandıkları peşin politikanın rizikolarından birisi de, bir olay vuku bulduğunda verilen mesajın bayat kalma eğilimi göstermesinin çoğu zaman insafsızca izlenmesidir. Onun içindir ki, son iki yılın kargaşa ve suistimalinden sonra dün Brüksel’de “transatlantik birliğinde yeni bir dönem” taahhüt ettiğinde, George Bush’un konuşmasının ana fikrinin başına da aynı şey geldi. Bush’un Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Şubat başında Avrupa ve Orta Doğu’ya gerçekleştirdiği ziyaret sırasında bu ılımlı tonu pazarlamıştı. Başkanın kendisi de Washington’dan ayrılmadan önce birkaç uzlaştırıcı röportaj verdi. Buna rağmen Bush’un ne söyleyebileceğine dair büyük beklentiler yoktu.
Yine de Bush’un mesajı önemli bir yerdeki, önemli bir olaydı: Brüksel, şu an için 25 üyeyi ve 450 milyon insanı ihtiva eden Avrupa Birliği’nin evi olduğu kadar, darbelere rağmen hâlâ transatlantik bağının kurumsal cismi olan NATO ittifakının da karargahıdır.
Birçok Avrupalı, başkanın AB’ye ciddiyetle muamele etmek için kendi yolunun dışına çıktığını düşünecektir. Irak krizinin yıkıcı unsuru da ABD’nin uysal “yeni” Avrupalılar arasındaki “gönüllü müttefikleri” kiraz gibi toplamasaydı. Bush şimdi “güçlü bir Avrupa’yı” kendisi için değil, “dünyada özgürlüğü ilerletme gibi zor bir işte güçlü bir ortağa ihtiyaç duyduğu için” olumluyor.
Bush’un duygulara ve ortak değerlere başvuracağı tahmin edilen yegane şeydi; ancak o ara sıra güvenilirlik üzerinde de yoğunlaştı. “Dünya üzerindeki hiçbir gücün bizi bölemeyeceğini” söylemek, Bush’un konuşmalarında sık sık görülen İncil taklidi tınılar taşısa da, “ilerlemiş özgürlük” ve diğer büyük meselelere dair önemli farklılıkların ışığında aldatıcı görünüyor. Fransa ve Almanya’nın Bağdat ya da Basra’da yere postalla basmayı reddetmeleri, bir kısmı Brüksel merkezinin polis dolu sokaklarında gösteri yapan milyonlarca sıradan Avrupalının, başkanın “dünyanın en yeni demokrasisi” olarak adlandırdığı şeyi üretmiş olmasına rağmen, hâlâ savaşın yanlış olduğuna inandığı gerçeğini yansıtmaktadır.
Bush’un övgücü tonu, ABD-Avrupa anlaşmazlığının temel alanlarını gizleyemedi: İran’ın nükleer ihtiraslarının zapt edilmesi, terörizm, AB’nin Çin’e uygulanan silah ambargosunu kaldırma planları ve Amerika’nın Suriye’ye yönelik Lübnan’dan çekilme baskısı bu anlaşmazlık noktalarıdır. Avrupalılar bunların bazılarını, şimdiye kadar yaptıklarından daha dikkatli bir şekilde ele almak zorunda kalacaklardır. Bunun yanı sıra başkanın, küresel ısınmaya değinmek gibi yeni şeyler söyleyebileceği bazı alanlardan uzak durması da hayal kırıklığına yol açtı. Üzgün bir çevre eylemcisini hedef alan yorumları, “Brüksel’in havası kötü, ama çikolatası iyi demek” kadar ‘çığır’ açıcıydı.

Tavsiye Et
Irak’a başbakan seçmek / The New York Times, 23 Şubat 2005
Amerikan Basını
Çeviri: Ebru Afat
Dün, Irak’taki seçimlerde meclisteki sandalyelerin çoğunu kazanan Şii partilerin oluşturduğu blok, başbakan adayı olarak iki büyük İslamcı Şii partiden birinin lideri olan İbrahim el-Caferi’yi seçti. Böylelikle Caferi liderlik mücadelesine girdi. Ancak Caferi’nin destek üssü tehlikeli ölçüde dar kalıyor, Ulusal Meclis’te Şii blok tarafından tutulan 275 sandalyenin 140’ının ötesine ulaşmıyor. Haziran’dan beri geçici başbakanlık görevini yürüten İyad Allavi’nin de aralarında bulunduğu başka adaylar da yarışa katılıyor. Kağıt üzerinde hiçbir isim, zorlu zamanlarda Irak’a liderlik edecek ideal isim olarak gözükmüyor. Belki daha iyi bir alternatif ortaya çıkar. Ancak karmaşık bir demokrasiyi yönetmenin esaslı meydan okumalarının bu mükemmel olmayan siyasetçilerden birini, görevini layıkıyla başarmaya zorlayabileceğini ummak çok daha gerçekçidir.
Herhangi bir adayın başbakan olabilmesi için, meclisin en az üçte ikisi tarafından atanacak bir yürütme konseyi tarafından seçilmesi gerekiyor. Bu da belirlenen başbakanın teknik açıdan güven oyu almak için meclisin sadece basit çoğunluğunun oyuna ihtiyaç duymasına rağmen, Kürt, laik ve bağımsız kanun koyuculara anayasal dinî, bölgesel ve sivil haklarını garanti etmesini gerekli kılıyor.
Çatışmaların devam ettiği Sünni Arap bölgelerindeki seçimlere katılımın oldukça düşük olması yüzünden üçte iki yasal çoğunluk, Sünnilerin anlamlı ölçüde katılımı olmaksızın gerçekleşecek. Ne var ki bu feci bir hata olacaktır. Sünni Arap cemaatine mümkün olduğu kadar geniş oranda ulaşabilmek, mevcut isyanın bastırılması ve uygulanan demokrasinin kökleşmesi için yegane gerçekçi çözüm olarak görünmektedir.
Dr. Caferi ve partisi Dava, şimdilerde demokratik kapsayıcılığın diliyle konuşuyor. Ancak Dava ve onun liderleri sadece bir yıl öncesinde, Şii çoğunluğun gücünün üzerindeki denetimlere karşı çıktılar ve İslam’ın ulusal kanunun kaynağı olarak ihdas ettirilmesi için bastırdılar. 
Dr. Caferi kendisini bu parçalayıcı pozisyondan uzaklaştırmaya başlamışken, devletteki görevlerine yeniden dönmek için kısa süre önce aklanan düşük kademedeki Baasçıların tasfiyesi konusunda ısrar etmeyi sürdürüyor. Bu girişim, ideolojik değil de profesyonel nedenlerle partiye katılan insanları cezalandırmaktan başka bir işe yaramayacak ve hükümetin ölesiye kazanmak zorunda olduğu orta sınıf Sünnileri partiye daha da yabancılaştıracaktır.
Ocak’taki seçim her ne kadar kahramanca olsa da, Irak’a işlevsel bir demokrasi getirmek ya da birleşik bir ülke olarak geleceğini güvence altına almak için dahi yeterli olmayacaktır. Önümüzdeki birkaç hafta, Ocak’ta verilen oyların doğurduğu iyimserliğin sürüp sürmeyeceğini ortaya koyacaktır.

Tavsiye Et
Hariri suikasti kime yaradı? / Muhammed Salih El-Musaffer, El-Quds El-Arabi, 21 Şubat 2005
Arap Basını
Çeviri: Hatice Boynukalın
Herşeyden önce 14 Şubat’ın Arap alemi üzerinde kara bulutların dolaştığı bir gün olduğunu itiraf etmek zorundayız. Hariri’nin Arap ve Lübnan siyasî arenasından silinmesi, Arap aleminin asla menfaatine olmamıştır.
Kendi kendimize soruyoruz. Hariri’yi kim öldürdü ve bundan kimin çıkarı var? Özellikle ABD ve Fransa’nın Suriye’yi hedef alan suçlamalarının suikast daha aydınlanmadan yapılmasının amacı neydi? Halbuki görüşlerine katılsak da katılmasak da, büyük bir siyasî şahsiyet olduğunu kabul ettiğimiz Hariri suikasta uğrayan tek Lübnanlı siyasetçi değildi. Lübnan’ın kendisi dahi birkaç kez saldırıya uğradı. Ne Arap dünyası, ne ABD ve ne de Avrupa Lübnan’ın tarihine ve egemenliğine yapılan bu suikastlara tepki verdiler. Oysa daha Hariri’nin cesedi yerden kaldırılmadan bütün suçlamalar Suriye’ye yöneldi. Kanaatime göre Suriye bu korkunç olaydan en uzak olandır. Suriye, içinde bulunduğu durumdan dolayı bu olayla bağlantısı olamayacak kadar çaresizdir. Zira Suriye hükümeti içeride yolsuzluklar ve kargaşa, dışarıda ise ABD baskısıyla yerinden edilmek üzeredir. Beşar Esad hükümeti bütün bu güçlerin kendisine son vermek için bahaneler aradığını bilmekte. Yine Esad hükümeti, Hariri’nin Fransa, ABD ve Arap ülkeleri nezdindeki öneminin, İsrail’in Nil’den Fırat’a kadar bir devlet kurma peşinde olduğunun ve bunun için son olarak Suriye engelini ortadan kaldırmayı amaçladığının farkındadır. Tüm bunlardan sonra Suriye’nin bu olayın arkasında olduğundan şüphelenmek ne derece doğrudur?
Asıl korkum Irak’taki muhaliflerin oynadığı rolün bir benzerinin Suriye’de de oynanmasıdır. Nitekim Irak’taki muhalefet dış müdahaleler için kapıları sonuna kadar aralamıştı. En korkulan durum ise, dış yönlendirme ve kışkırtmalarla Suriye toplumunun devlete karşı ayaklanmasıdır.

Tavsiye Et
İran’da belirsizlik rüzgarları / Fehmi Huveydi, El-Ahram, 22 Şubat 2005
Arap Basını
Çeviri: Hatice Boynukalın
İran’ın içinde bulunduğu siyasî belirsizlik, kolay bir durum değil. Dört ay sonra yapılacak olan başkanlık seçimleri bu belirsizliği yok edecek mi? İslam Devrimi, ya reform sürecine devam edip ileri doğru adımlarını sıklaştıracak ya da kendisine karşı kurulan tuzağa düşerek geriye gidecek.
İçinde bulunduğumuz günlerde İran’da, muhafazakarlar tarafından peşleri bırakılmayan reformcuların kademeli olarak siyasî hayattan çekildiğini görüyoruz. Cumhurbaşkanı Hatemi’yle beraber çalışan diğer bakanlar ya da eski Şura Meclisi üyeleri, hatta kapatılan reformcu gazetelerin genel yayın yönetmenleri bile bu süreçten nasiplerini aldı. Reformcu proje sona mı erdi? İran’daki politik çevrelere yakın isimlerden Mahmut Şems ve Ali Hikmet reformcuların mağlup edildiklerini ve bölündüklerini söylüyor. Ancak daha fazla özgürlük vadeden ‘reformcu düşünce’ gücünden bir şey kaybetmedi. Muhafazakarlar reformcu gazetelerin çoğunun kapısına kilit vursa da, halk buna sivil toplum örgütlerinin sayısını artırarak ve etkisi günden güne artan internet siteleri kurarak cevap verdi. Bu kamplaşmanın en şiddetli şekilde ortaya çıktığı alan ise tabii ki başkanlık mücadelesi.
Peki niçin? Muhafazakarlar yasama ve yargı güçlerine el koyduktan sonra reformcuların elinde kalan devletin en temel kurumu bu. Bu yüzden de siyasî kulislerde süregelen tartışmaların ana konusu, önümüzdeki dönemde İran başkanlık koltuğuna oturacak kişinin kim olacağından çok hangi kamptan olacağı.
Geçtiğimiz sekiz yıl boyunca muhafazakarlar cumhurbaşkanlığı makamını geri almak için Muhammed Hatemi’yi kuşatmayı aralıksız sürdürdüler. Muhafazakar blok şimdiye dek halkın da desteğini alacak bir kişi üzerinde anlaşmaya varamadı. Bu çerçevede Hüccetü’l-İslam Haşimi Rafsancani’nin ismi ön plana çıkıyor. Her ne kadar reformcular tarafından çok fazla desteklenmese de bu isme itiraz edilememekte. Siyasî dehası ve İran ekonomisine getirdiği seviye ile arkasında büyük bir destekçi kitlesi olan Rafsancani’nin tekrar cumhurbaşkanı seçilmesini, 1997 öncesine geriye gidiş olarak yorumlayanlar da var. Ve bunun halk tarafından kabul görecek yeni bir yüzün ortaya çıkmasına karşı, İran siyasî hayatının kısırlığını ispat edecek bir durum olacağı korkusunu taşıyanlar da bulunmakta.

Tavsiye Et
Irak: Demokrasi karşıtları seslerini duyuruyor / Libération, 14 Şubat 2005
Fransız Basını
Çeviri: Adem Yılmaz
“Yeni öncü adıma politik geçişte” geleneksel selamların (AB Komisyonu) veya demokratik bir Irak’ın doğuşuna bağlı ümitlerin (Japonya) ötesinde, Şii Ayetullah Ali Sistani’nin zaferiyle sonuçlanan 30 Ocak Irak seçimleri bazı ülkelerde şüphe, kaygı ve ihtiyat doğurdu.
Türkiye: Komşu ülke, seçimlerin gerçek anlamda temsilî bir meclis oluşturmadığına inanıyor. Çünkü Ankara’ya göre katılım cılız kalmış ve bazı bölgelerde manipülasyonlar görülmüştür. Türk otoriteleri özellikle oyların çoğunu alan Şii Sistani’nin Irak ittifakından hemen sonra oyların %25,7’sini alan Kürt partilerin başarılı ittifakının sonuçlarıyla ilgileniyor. Ankara aynı zamanda Irak Türkmenlerinin seçime katılım oranlarının düşük olmasından yakınıyor. Mesela Türkmen şehri Kerkük’te, Kürtler oyların %59’unu aldı. Türk hükümeti, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurma talepleri süren, Kürtlerin 800 bin kişilik Kerkük şehrinin kontrolünü sağlayamayacağını düşünüyor. Ankara’ya göre bu durum Türkiye’nin güneydoğusundaki Kürtlerde bölücülüğü ateşleyecektir.
Mısır: Mısır’da hükümet taraftarı gazeteler, Washington’ın, Şii zaferini kazananların İran’a bağlı İslamî bir hükümeti iktidara getirme riskini kontrol edip edemeyeceğini sorguluyor. Günlük El-Cumhuriyye gazetesi yazı işleri müdürü “ABD, Ayetullah Ali Sistani tarafından kutsanmış ve ona dayanan bir iktidarın doğması için mi Irak’ı işgal etti?” diye soruyor. “Bu Şiiler İranlı kardeşleri ile Körfez bölgesinde daha önemli bir güç inşa ediyorlar ki, bu da ABD’nin çıkarlarıyla çelişiyor. Ali Sistani zaten Iraklı değil, aslen İranlıdır.
Irak:Iraklı gazeteler bile 1953’ten beri ilk defa yapılan Irak’ın demokratik seçimlerinin sonuçlarını, politik sürecin geleceğini ve parlamentoda doğan ittifakları sorguladı. Başbakan İyad Allavi’ye yakın günlük Bağdat gazetesi “ zor durum cesur bir liderin ellerinde güçlü bir iktidarı zorunlu kılmaktadır” şeklinde yorumda bulundu.

Tavsiye Et
UMP Partisi Milletvekili Pierre Lellouche ile röportaj ABD-AB ilişkileri / Le Monde, 21 Şubat 2005
Fransız Basını
Çeviri: Adem Yılmaz
Garinol: George W. Bush Avrupa’da ne yapacak?
Pierre Lellouche: Irak Amerikalılara, siyasal düzlemde müttefiklere ihtiyaçları olduğunu, her yerde güçlü olmalarına rağmen her şeye muktedir olamadıklarını ve Amerikan askerî gücünün sınırları olduğunu öğretti. Bush işte bunun için Avrupa’da.
Cookie: Bush’un ziyareti AB ve Fransa-Amerika ilişkileri için ne anlama geliyor?
Pierre Lellouche: AB için ziyaretin anlamı, gerçek bir tanınma demektir. İlk defa ABD başkanı ile AB’nin en yüksek mercii arasında gerçek bir zirveye şahit oluyoruz. Altını çizdiğim tanınma, geçen hafta sonu Alman Başbakanı Schröder tarafından ilk defa tasdik edildi. Bir Alman başbakanı NATO’nun transatlantik ilişkilerde merkezi bir yerinin olmadığını kabul etti. Buradan AB’nin transatlantik ilişkinin diğer büyük ayağı olma niyetinde olduğunu çıkarmak mümkün.
Julien: Bu transatlantik ilişkide AB’nin BM Güvenlik Konseyi’nde bir sandalyeye sahip olacağını ve bunun neticesinde Fransa’nın kendisininkini kaybedeceğini düşünebilir miyiz?
Pierre Lellouche: Özellikle Almanya’da bazı kimseler bunu şimdiden talep ediyor. Bu tartışma bugün yarın Fransa’ya da taşınacak. Fransızlar bu soruyu kendilerine soracaklar. Fransa’nın Avrupa angajmanı BM’deki daimî üyelik hakkından Avrupa Birliği lehine feragat etmeye kadar gitmeli mi? İtiraf ediyorum ki, bu durum beni oldukça rahatsız ediyor.
Zaf: Niçin Avrupa’nın ABD ile özel bir ilişkisi olmak zorunda?
Pierre Lellouche: Çünkü bu kendi çıkarınadır. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmemesi durumunda kıtamızın ya Naziler ya da Sovyetler tarafından işgal edilebileceği gerçeğini her zaman hafızalarımızda canlı tutmalıyız. Ben, her ne kadar çıkarlarımız her zaman örtüşmese de, transatlantik ittifakın dünya barışının temel bir şartı olduğunu düşünüyorum.
Staybehind: Kyoto, Uluslararası Ceza Mahkemesi, İran, Suriye ve tabii ki Irak meselesi gibi temel sorunlarda bir sürü görüş ayrılığı mevcut değil mi?
Pierre Lellouche: Suriye ve Lübnan konusunda anlaşmazlık yok. Avrupa, Irak’ta Saddam Hüseyin’i korumaktan başka bir alternatif ileri süremedi. Kyoto ve Ceza Mahkemesi konusunda ise Avrupa şüphesiz haklıdır. Fakat Kongre’de güçlü bir direnç olduğunu biliyorsunuz.

Tavsiye Et
Irak Başbakanlığı: İbrahim el-Caferî favori / Der Spiegel, 15 Şubat 2005 Bağdat
Alman Basını
Çeviri: Haşim Koç
“Rekabet çok ciddiydi; ama şimdiye kadar Caferî hep Birleşik Irak cephesinin adayıymış gibi gözüktü” ifadesini bugün Bağdat’ta yüksek rütbeli bir Şii temsilcisi dile getirdi. Dava’nın yanında muzaffer seçim ittifakındaki ikinci büyük grup olan İslam Devrimi Yüksek Konseyi de bunu onayladı. Bunun için de kendi adayları Finans Bakanı Adel Abdül-Mehdi’yi aday göstermediler. Bunda amaç, “ittifakın birliğini korumaktı.” Yönetim başkanı en sonunda parlamentonun seçilecek başkanlığından çıkacak. 30 Ocak’taki seçimlerden sonra Ayetullah Ali es-Sistani’nin etrafında ittifak oluşturan grup oyların yaklaşık %48’ini aldı ama bu oy oranı salt çoğunluğa yetmedi. Gelecekteki yönetimde sorumluluk alacak muhtemel ortakları da, oyların %25’ini alan Kürtler olacak. Bu şartlar altında Şii bir başbakana karşılık, bir Kürt parlamento başkanı olabilir.
Seçimlerde ikinci sıraya yükselen Kürt İttifakı kendi adayları olarak başkanlık için Celal Talabani’yi seçtiler. Talabani Sünni bir Kürt ve Kürdistan Yurtsever Birliği’nin başkanı. Bağımsız seçim komisyonu, seçim sonuçlarına karşı şimdilik en azından altı şikayet aldığını savundu. Oyların kontrolünden sonra seçim sonuçları ve sandalye sayısı da resmen açıklanacak. Seçim komisyonundan gelen bilgilere göre, şimdiye değin tek bir parti oy sayımının tekrarını talep etti.
Türk Armatör Serbest
İki ay önce Irak’ta kaçırılan Türk armatör dün serbest bırakıldı. Kahraman Sadıkoğlu, Güney Irak’taki İngiliz üssüne geldi ve buradan Bağdat’a uçtu. Türk gazetelerine göre ailesi yüz binlerce dolar fidye ödemişti. Sadıkoğlu, merkezi İstanbul’da olan Tuzla-Shipyard firmasının başkanı. Kaçıranlar tarafından hazırlanan video bandında, UNESCO ve Irak rejimi için çalıştığını ve limandaki batık gemileri çıkarma çalışmalarını sürdürdüğünü bildirdi.

Tavsiye Et
Bush’un ziyareti: Bir erdem sorunu / Helmut Schmıdt, Die Zeit, 17 Şubat2005
Alman Basını
Çeviri: Haşim Koç
ABD Dışişleri Bakanı’nın Avrupa seyahati bize kurt ile yedi keçinin masalını anımsattı. Masalda kurt, sesini inceltmek ve dostane görünmek için tebeşir tozu yutmuş; ama aksine, olduğu gibi kalmıştı. Başkan Avrupa’ya geldiğinde güneyli sempatikliğini kullanıp “transatlantik ilişkilerinde yeni bir dönemi” mi başlatacak? Amerikan dış politikasındaki bu tutum esaslı bir değişim anlamına gelir miydi? Bush, yeniden seçilmesinin ardından değişti mi?
Başkan birçok kez özgürlük, demokrasi ve hukuktan bahsedecek, ama Guantanamo’dan hiç bahsetmeyecek. Aynı zamanda BM’nin yasağını dikkate almaksızın savaş çıkarmayı ve ABD’nin gelecekteki askerî hakimiyetine olan isteği belgeleyen 17 Eylül 2002’deki “ABD Güvenlik Stratejisi” konuşmasına da değinmeyecek. Başkan birçok kez sessizce bu prensipleri uyguladı. Ahlakî olarak meşru olduğuna ve Tanrı tarafından görevlendirildiğine inanıyordu. Peki yeni olan neydi?
Yeni olan şey, ABD’nin uzun menzilli silahların yardımıyla başka bir devleti işgal etse de, onu uzun süreli ele geçirip yönetemeyeceği gerçeğiydi. Bu gerçek Irak için olduğu kadar İran ve Kuzey Kore için de geçerliydi. Avrupa’nın diplomatik yardımı ve ‘istekli’ Avrupalı müttefiklerin adam desteği olmadan Amerikan birliklerinin geri çekilmesinin çok zor olduğu da yeni anlaşıldı.
Avrupalılar medeniyetler çatışmasını engellemek için çok çabalıyor. Böyle bir çatışmadan ABD’nin çok az zarar göreceğini ve bu nedenle Amerika’nın muhtemel dinî, kültürel ve siyasî sonuçlarla ilgilenmesinin beklenemeyeceğini biliyorlar. Bu yüzden Avrupalılar ilk işaretleri ortaya çıkan medeniyetler çatışmasına kaygıyla yaklaşıyor ve onu bertaraf etmenin yollarını arıyor.
Bush ayrıca, Avrupalı siyasetçilerde son dört yılda oluşmuş olan, Washington’ın bazı konularda tek taraflı davranıp uluslararası sistemi ve dokuyu dikkate almadığı yargısını da silemeyecek. 90’ların sonuna kadar çift taraflı anlaşma temelli yürüyen işler 90’lardan sonra hegemonya ilişkisine dönüştü. Bush bu imajı da silemeyecek. Avrupa seyahatinde kapalı kapılar ardında ciddi meselelerin konuşulacağını umuyoruz. Bütün farklılıklara rağmen Amerikalı ve Avrupalı uluslar birbirlerine diğer halk ve devletlerden daha yakınlar. Ahlakî mirasımızdan ve aydınlanmadan dolayı birbirimize bağlıyız. Biz Avrupalıların vassallığı değil, onurumuzu korumayı istediğimiz net olarak anlaşılmalı.

Tavsiye Et