Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (November 2004) > Dünya Siyaset > İşkence kâbusunda kaybolan Amerikan rüyası
Dünya Siyaset
İşkence kâbusunda kaybolan Amerikan rüyası
Fahrettin Altun
I.
İŞKENCE, modern dönem öncesi Batı toplumlarında çoğu zaman bir cezalandırma yöntemi, nadiren de enformasyon edinme aracı olarak kullanıldı. Modern dönemle birlikte işkence, teorik olarak gerek cezalandırma, gerek enformasyon edinme aracı olarak kapı dışarı edildiyse de, pratikte enformasyon edinme süreçlerinin gizli kahramanı, anlam kaybı içerisindeki otoriter kişiliklerin haz arayışlarının sığınağı ve devrimci (yenilikçi) güçler başta olmak üzere iktidar yapılarının sistematik çerçeve kazandırdığı bir cezalandırma yöntemi olageldi. Batı toplumlarında modern dönem öncesinde toplumsal alanda görünen bir unsur olan işkence, modern dönemle birlikte mahrem bir boyut kazandı. Ne var ki Amerika’nın Afganistan’a ve Irak’a yaptığı saldırıların ardından artık işkencenin mahremiyeti yerine onun nasıl bir gösteri aracına dönüşebileceği meselesini konuşmaya başladık. Afganistan ve Irak saldırıları neticesinde oluşturulan Amerikan hapishanelerindeki işkence sahneleri, modern işkence kavramına yeni vecheler kazandıracak nitelikteydi.
ABD’nin 11 Eylül sonrasında dünya siyasetini yeniden şekillendirdirmesiyle, yüreklerimizi burkan işkence görüntüleri, beynimizde uğuldayan işkence hikayeleri hiç bitmiyor. Ne yazık ki, şahit olunan her bir işkence olayı kendi içinde değerlendiriliyor, bu olayın onu ortaya koyan siyasî kültürle ilişkisi kurulmuyor. Oysa bu, yapısal ve tarihsel boyutu olan bir durum. ABD, işkenceyi bir siyasete dönüştürüyor, modern işkence pratiklerine kendi damgasını vuruyor. Unutmamak gerekir ki, faşizmin insanlık tarihinde açtığı her bir yara da kendi döneminde müstakil olaylar olarak değerlendiriliyordu.
Ekim ayı içerisinde Guantanamo’daki akıl almaz işkence yöntemlerine ilişkin yeni haberler aldık. Guantanamo’da yaklaşık üç yıl önce oluşturulan esir kampının kuruluş felsefesi işkenceyi hem bir cezalandırma ve yıldırma yöntemi, hem de bir enformasyon edinme aracı olarak kullanmayı meşru kılar nitelikteydi. Ebu Garib’teki işkence görüntülerinin ardından ABD’nin işkence uygulamalarının haber değeri azaldığı, bu konuyu tartışmak popülerliğini yitirdiği için midir bilinmez, Guantanamo’daki söz konusu işkence haberleri üzerinde maalesef pek durulmadı. Oysa, Amerikan tarzının ne denli olgunlaşmış olduğunu ve işkence mekanizmalarının kurumsal düzlemde nasıl oluşturulduğunu gösteriyordu bu yeni işkence haberleri.
Guantanamo’da esirlere yapılan işkencenin çok ilginç iki unsuru var: Işık ve müzik. (Las Vegas’ın iki önemli simgesi.) Bir tutukluya günde ortalama on dört saat boyunca uygulanan bu işkence bakın nasıl yapılıyor: Önce odadaki soğutucunun ayarı en son kademeye getiriliyor. Daha sonra odaya getirilen tutuklu iç çamaşırlarına kadar soyuluyor. Tutuklunun ellerini ve ayaklarını saran zincirlerin bir ucu da zemine tutturuluyor. Tutuklu bu halde duvarları beyaza boyanmış odanın ortasındaki sandalyeye bağlanıyor ve bir yandan sürekli yanıp sönen çok güçlü bir ışığa muhatap ediliyor, diğer yandan da kendisine aşırı gürültülü bir biçimde rock ya da rap müziği dinletiliyor. 
Müzikle yapılıyor bu işkence ama, hani “Sivas Sivas olalı böyle zulüm görmedi” türünden bir işkence değil; sistematik ve gerçek bir işkence. Çin işkencesi kavramının yanına yazılabilecek cinsten. New York Times’ın haberine göre, görgü tanıkları, bu işkenceye uzun süre muhatap kalanların akıl sağlıklarını kaybetme emareleri gösterdiklerini ifade ediyorlar. Tarihinde müziğin bir şifa dağıtma aracı olarak kullanıldığına şahitlik eden insanlık, Amerika sayesinde onun doğrudan akıl sağlığına müdahele etmeyi amaçlayan bir işkence aracına dönüşmesine de şahitlik ediyor.
 
II.
Peki Pentagon ne diyor bu duruma? Guantanamo’daki işkence suçlamaları ile ilgili olarak yaptığı savunma konuşmasında General Alvin Plexico, “Amerikan ordusunun Guantanamo’da güvenli, insanî ve profesyonel bir alıkoyma operasyonu gerçekleştirdiğini ve böylelikle teröre karşı girişilen savaşta mühim bilgiler elde edildiği”ni öne sürdü. Plexico’ya göre, Amerikan askerlerinin mahkumlarla aralarında kurdukları ilişki, korku değil karşılıklı güven ilişkisidir. Pentagon, yaptığı açıklamada, Guantanamo’daki tutuklulardan toplanan bilgilerin Amerika’dakiler başta olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki masum sivillerin ve Amerikan askerlerinin hayatını kurtardığını iddia etti. Yine Pentagon kaynaklı bir açıklamada, Guantanamo’da kendileri ile işbirliği yapan tutukluların, zaman zaman, içerisinde bir televizyonun, bir videonun, bazı erotik filmlerin, gazete ve dergilerin bulunduğu bir odaya alındıkları ve orada kendilerine milkshake, hamburger vb. ikramlarda bulunulduğu ifade edildi.
Elbette manzara bu kadar net değil. Guantanamo’da halihazırda 590 civarında tutuklu kalıyor. Ve işin garibi burada tutulan insanların çok büyük bir kısmı el-Kaide ile bir bağlantıları bulunmayan, iç savaş esnasında Kuzey İttifakı’na karşı Taliban saflarında savaşmış insanlar. Bu insanların buraya toplanma amaçları ABD için gerekli enformasyonu sağlamak değil. Zaten ellerinde paylaşabilecekleri stratejik enformasyonlar da mevcut değil. Onlar, ABD’nin sahneye koyduğu tiyatro oyununda rol alan figüranlar. Üstelik maaş almayan, karın tokluğuna dahi çalıştırılmayan, bir de üstüne korku psikolojisini muhkemleştirmek amacıyla kendilerine işkence edilen figüranlar bunlar.
Gösteri dünyasının iki önemli bileşeni olan ışık ve müziğin, siyasî bir gösteri sahası (tiyatro sahnesi) olan Guantanamo’da da karşımıza çıkması ilginç bir tesadüf değil mi?
Guantanamo, ABD dış politikasının tüm dünyada yaratmak istediği korku psikolojisinin somutlaştığı bir mekan. Tam da bu nedenle o, 11 Eylül sonrası Amerikan yayılmacılığının tipik bir simgesi, Amerika’nın vahşi yüzünün bir yansıması adeta. Yine bu nedenle Guantanamo, Fatma Sel Turhan’ın ifadesiyle “dünyanın unuttuğu [bir] cehennem”. “Guantanamo cehennemi”nin oluşturulma amacı dünya kamuoyu önünde bir gösteri yapmak aslında.
Amerika, 11 Eylül’den sonra yürürlüğe koyduğu işgal politikasını başından beri “teröre karşı savaş” sloganı ile meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu slogan, ABD dış politika geleneğinin sahip olduğu savaş ahlakını çok iyi özetliyor. Amerikan savaş tasavvuruna göre, Amerika’nın işgal ettiği bölgelerde dahi, savaş yalnızca ABD’nin kullandığı şiddeti meşrulaştıran bir kavramdır. Bir başka deyişle, şiddet kullanımını tek bir tarafa hasreden bir kavramdır savaş. Bu anlayışa göre, söz konusu bölgelerde Amerikan işgaline karşı ortaya konan silahlı direniş, savaş kavramı ile değil, terör kavramı ile açıklanır. Amerika, hiçbir ülke ile savaşa girmez. O, siyasal bir aktör değil, evrensel değerlerin savunucusu, bir hakikat timsalidir. Bu söylem, Amerikan yayılmacı felsefesinin temelini oluşturuyor ve son derece trajik vakaların karşımıza çıkmasına yol açıyor. Son zamanlarda sıklıkla karşımıza çıkmaya başlayan akıl almaz işkence sahnelerini yönetenler bu ruh halini içselleştirmiş insanlar. Amerika savaştığını kabul etmiyor. Kendisinin savaşılamaz olduğunu düşünüyor. Bu, klasik sömürgeciliğin de en önemli iddiası değil miydi?

Paylaş Tavsiye Et