Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2004) > İş Dünyası > Sabancı’nın bıraktığı yer
İş Dünyası
Sabancı’nın bıraktığı yer
M. Necati Aybatar
ÖNEMLİ kişilerin anıları, geçmiş (ve gelecek) başarıların anlaşılmasında en vazgeçilmez kaynaklardan biridir. Sakıp Sabancı da hiç kuşkusuz Türkiye’nin en önemli girişimcilerinden biriydi. Onun ağzından iş hayatındaki başarıların kimi nedenlerini dinlemek hem ilginç, hem de öğretici. İlk baskısı 1985’te yapılan “İşte Hayatım” başlıklı anıların genişletilmiş 7. baskısı 2004 yılında yapılmış: “Bıraktığım Yerden Hayatım”.
Sabancı karakterinin ilk maddesi, başarı iradesinin paradan önemli olduğudur. “Hayatta doyamadığım bir şey varsa, o da para değil, çalışmaktır. Çalışmak, bir işi başarmak, paradan farklı şeylerdir. Futbolcunun gol atması, bestekârın eserini tamamlaması gibi bir şey.”
İkinci madde, rekabet aşkı. “Dünyanın her köşesinde rekabet büyük kamçıdır. Bu kamçı, ifrata kaçmayacak şekilde, insanlar üzerinde dolaşmalıdır ki, insan daha ileriye koşma arayışında olsun. Yarışma duygusu insanları daima dinamik tutar.”
Nimet Arzık, Hacı Ömer Sabancı’nın hayatını anlattığı “Ak Altının Ağası” başlıklı kitabında Kayserililerin kendi aralarındaki çekişmelerin (18 km ötedeki) Boğazlıyan’a kadar sürdüğünü, bundan sonra işbirliğinin başladığını belirtir: “Boğazlıyan’dan sonra savaş durur ve Kayserililer ellerine düşen fırsatları destekleşe destekleşe değerlendirirler. Yoksul bölge insanları olduklarından, zora dara dirençleri fazlacadır. Başarıları bir de göçmenlikte aranmalıdır. Rızk için göçen, zaten uyanık olmaya kararlıdır. En uyuşuk insan bile ev değiştirirken, hiç olmazsa üç gün için canlanır, insan memleket değiştirirken daha da gergin olur. Hem suyun üstünde yüzmek, hem kök salmak için.”
Max Weber 100 yıl önce kapitalizmin ruhunu Protestan ahlakına dayandırıyordu. Werner Sombart ise, Yahudi ahlakına. Onlardan yarım yüzyıl sonra yazan Trevor-Roper sanırım daha isabetli düşünüyor: Weber’in örnek olarak gösterdiği Protestan girişimcilerden hiçbiri kendi ülkesinin Protestanı değildir. Başka bir ülkeden göç edip gelenlerdir. Dolayısıyla, kapitalist ruhun asıl dayanağı şu veya bu din değil, göçmenliktir! Türkiye’de Kayseri, Gürün, Darende, Akseki ve benzeri “göç veren” yerlerin büyük şehirlerdeki ekonomik başarısı bu tezi güçlendirmektedir.
 
Yöneticilik, Adam Bulma Sanatıdır
Merhum Sakıp Sabancı’dan öğrendiğimiz en önemli gerçeklerden biri, iş hayatında başarının her kademede ve her iş için “uygun adam bulmak”tan geçtiğidir. Gerek tekstil gerek bankacılık işinde, ancak yüksek yetenek ve ileri deneyim sahibi yöneticilerle beraber oldukça ‘sıçrama’ yapılabildiğini son derece açık bir dille ifade ediyor. Tekstilde Nedim Kasado, Avandis Kazancıyan, Elyafim Kandiyoti gibi işinin ustası gayrimüslimler; bankacılık ve holding yönetiminde Ahmet Dallı, Bülent Yazıcı, Naim Talu, Turgut Özal gibi önemli bürokrat ve devlet adamları Sabancı topluluğuna hem sınıf atlatmış, hem de yönetim bilinci aşılamışlardır.
Önce tekstilde adam bulma işini gözden geçirelim. Şöyle diyor Sakıp Bey: “Bossa belli bir seviyeye geldikten sonra, İstanbul’a gelip Aşirefendi Caddesi’nde bir yazıhane tuttum. Adana’dan bırakınız diğer şehirlere, Adana’daki dükkanlara bile mal satmak için muamele Aşirefendi Caddesi’nden geçiyordu. Gördüm ki pazarı yönlendiren Mensucat Santral’dır. Orada Nedim Kasado isimli bir Musevî çalışıyor. Tahsili olmayan, çekirdekten yetişme bir adam. Hangi malın hangi renkte çıkacağına ve ne kadar yapılacağına o karar veriyor. Onun söylediği yapıldığında da, malın tamamı satılıyor. Kendisinde Musevî kıvraklığı var. Piyasa koşullarını çok iyi biliyor.”
Tahmin edebileceğiniz gibi, Sakıp Bey, Nedim Kasado’ya kancayı takıyor. O günlerde bir yöneticiyi İstanbul’dan Adana’ya götürmek çok zor. Nedim Bey hem çok yüksek bir para talep ediyor, hem de uygun çevre istiyor. “Parayla her şey olmaz, muhitim ne olacak, kızlar Adana’da nasıl koca bulacak?” diye endişelerini dile getiriyor. Sabancı bütün sorunları çözüyor. Bay Kasado’ya yüksek bir maaşa ilaveten 400 metre karelik bir daire tutuyor; Adana’daki Musevî dostlarıyla tanıştırıyor. Sonuç: “Nedim Kasado’yu Adana’ya götürmemiz, manifatura piyasasında bu işi bizim de kıvırabileceğimiz inancının doğmasına sebep oldu. Bizim mallar birden bire daha fazla ilgi görmeye başladı. Bu tecrübe bana insan psikolojisinin önemini ve işin başına iyi isim yapmış kişileri getirmekle sağlanacak menfaatleri öğretti.”
Ardından Avandis Kazancıyan ve Elyafim Kandiyoti’yi gruba kazandırıyor. Bu adamların yetenekleri neydi? “Bunların ne yaptığını, ne becerileri olduğunu, sırlarını göremezdik, bilemezdik, ama sonuç ortadaydı. Bunlar fabrikaya gelir, ‘Şu desenden şu kadar, bu desenden bu kadar yapın, şu malı şöyle çıkarın, bu hatayı sakın yapmayın!’ dediler mi, bir de bakarsınız ki ne yapıyorsanız satılıyor.”
Benzer bir gelişmeyi Akbank’ta Ahmet Dallı yönetiminde gözlüyoruz. İş Bankası’nda genel müdür yardımcılığı ve sonra genel müdürlük yapan bu aile dostunu 1962 yılında ikna edip Adana’ya götürüyorlar. Ve Akbank şaha kalkıyor. “Banka aynı banka, sermaye aynı sermaye, personel aynı personel, piyasa aynı piyasa. Ama Ahmet Dallı geldi, Akbank şahlanmaya başladı. Kasada paralar artıyor, krediler büyüyor. O zaman düşünürdüm: Bu ne iştir? Adamcağız gece odasında para basıp bankanın kasasına koymuyor. Ne yaptı da bu banka birden şahlandı? İşte, işini bilen bir yöneticinin, müesseseleri nasıl geliştireceğini Ahmet Dallı olayında çok iyi anladım.”
Aslında Sabancı topluluğu bankacıların önemini daha Hacı Ömer döneminde çok iyi kavramış bulunuyordu. Şöyle diyor Sakıp Bey: “Askerlerden sonra, babamın en fazla önem verdiği meslek mensupları bankacılardı. Sanayicilik faaliyetinin yarıdan azı üretmek, yarıdan fazlası para işini idare etmekti. Bunun için babamdan, öncelikle bankacılarla iyi ilişkiler kurmayı, daha sonra da işlerimizde tecrübeli bankacıları yönetici olarak görevlendirmeyi öğrendik.”
Tabii, burada sorulması gereken kritik bir soru var: Ahmet Dallı gibi devlet umuru görmüş kişiler, yeni yeni palazlanan bu Anadolu zenginlerinin patronajında sadece yüksek maaş uğruna mı bu kadar çaba göstermişler? Buna inanmak zor. Aradaki ilişkinin nezihliğini yine Sabancı’dan öğreniyoruz: “Biz hiçbir zaman Ahmet Dallı’ya patronluk taslamadık. Öyle saygın bir kişiliği vardı ki, odasına kapıyı vurmadan, gel dediğini duymadan giremez, ceketimizin önünü ilikler, otur demeden iskemleye ilişmezdik.”
Turgut Özal, Sabancı grubunu yerellikten ulusallığa ve oradan uluslararasılığa taşıyan adamdır. Onun sayesinde kurumsallaştılar, modern teknolojide ölçek sorununu kavradılar ve ikinci şahlanış dönemi başladı.
 
Aile Şirketleri Nasıl Kurumsallaşır?
Son olarak Sabancı grubunun kurumsallaşması üzerinde duralım. Sakıp Bey’in Baron Velge’den naklettiği şu söz ne kadar önemli: “Aile işletmeleri kurumsallaşmak istiyorlarsa, aile fertleri icra noktalarından, yönetim ve denetim noktalarına çekilmelidir. Çünkü aile fertlerinin hem sorumluluk taşımaları, hem de kendilerini denetlemeleri zordur.” İşte Sabancı Grubu için birer ilke haline gelen tavsiyeler:
1. Şirket her şeyin önünde gelir. Aile yararı şirket yararının önüne geçemez. Ailenin menfaati diye bir şey olamaz. Sadece ve sadece şirketin menfaati vardır.
2. Ailenin herhangi bir üyesi, kurumsallaşmakta olan şirkette görev alıyor ise, şunu bilmelidir ki vazifesi şirkete hizmet etmektir. Aileye değil, şirkete hizmet için görev almıştır.
3. Kurumsallaşmakta olan aile şirketinde, aileyi tek bir lider temsil eder. Bu lider, en iyilerin birincisi olmak zorundadır. Bu liderin liderlik gücü iyi günlerde değil, kriz dönemlerinde işe hakim olmasıyla ortaya çıkar. Bu lider ilkelerden ödün vermemek, hatır gönül dinlememek, şirket yararını aile bağlarının üzerinde tutmak zorundadır.
4. Kurumsallaşan şirket yönetim kurullarında sadece iş konuşulur. Aile meseleleri, aile ilişkileri hiç konuşulmaz; işlerin aile bağlarına veya fertlerine etkisi hiçbir şekilde tartışılmaz.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
M. Necati Aybatar
İş Dünyası
DİĞER YAZILAR