Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2004) > Hatırlıyorum > Ali Ulvi Kurucu’nun hatıraları-I
Hatırlıyorum
Ali Ulvi Kurucu’nun hatıraları-I
Bölüm I
Hazırlayan: Coşkun Yılmaz
Zamanı inşa eden bir mimar, gönül imarcısı, ümit aşçısı, heyecan abidesi, gençlik sevdalısı, Peygamber aşığı olan ve çağımızda “Akif-i Sâni” olarak anılan merhum Ali Ulvi Kurucu’nun hatıralarından oluşan bu notların önemli bir kısmı kendisiyle yaptığımız konuşmalardan, bir kısmı da ailesinden temin edilen özel dosyasından derlendi. Merhumun özel arşivini istifademize sunan aile mensuplarına, bu iletişimin sağlanmasında büyük yardımlarını gördüğüm Şükrü Argıt’a ve Doç. Dr. Mustafa Küçükaşçı’ya teşekkür ederim.
 
Çocukluğum
3 Mart 1922’de babamın imamlık yaptığı, Konya’nın merkez köylerinden Sakyatan’da doğmuşum. Babaannemin arzusuyla adımı Ali koymuşlar. Ulvi’yi sonradan ben ilave ettim. Konya’da, “Ali Ulvi” isminde bir züccaciye dükkanı vardı. Bu kelimeyi onun levhasında görmüştüm. On beş yaşlarımdan itibaren ismi Ali Ulvi diye yazmaya başladım. Daha sonra bu kelime şiirlerimde mahlas gibi oldu.
Kurucu soyadını da kanun çıkınca amcazadem almış; biz de benimsedik. Önce, dini koruyan anlamında “Korucu” adını almak istemişler; fakat bu ismi daha önce başka bir aile almış. Amcam Hacı Mustafa Efendi de, “Kurucu deyin, tesis eden, müessis manasına” demiş.
 
Ailem
Babam İbrahim Efendi, Konya’nın meşhur alimlerinden Hacı Veyis Efendi’nin küçük oğludur. Büyük oğlu, Konya’nın ünlü simalarından Veyiszâde Mustafa Efendi’dir. O nesil başka bir nesildir. Üç halam da okuma yazma bilir ve mahallenin kızlarını okuturdu. Dedem, babam, amcam... Hepsi dini ilimleri tahsil etmiş; alim, abid, zahid hizmet ehli kimselerdi. Evimiz diğer evlerden farklıydı. Dini ve sosyal meseleler konuşulurdu. Çok yetiştirici bir ortamdı evimiz; bir akademi gibiydi.
Annem Konya’nın merkez köylerinden, Hacı Ali Ağa’nın kızı Sâre Hanım’dır. Ben 1,5 yaşında iken küçük kardeşim Mustafa doğmuş. Annem lohusalığı sırasında 20 yaşında iken vefat etmiş. Bir sene sonra da Mustafa... Ben annemi hatırlamıyorum. Kendisinin güzel maniler yazdığını, güzel sesiyle ilahiler, kasideler okuduğunu söylerlerdi. Beni asıl büyüten, ikinci annem, Aliye Hanım’dır. Çok isabetli bir kararla babamın, annemden sonra Aliye teyzemle evlenmesi bana öksüzlük hayatı yaşatmadı. Aliye annem beni kendi yavrusu gibi büyüttü, okumama sebep oldu. Bana bir öz anne gibi iyi davranmıştır.
İlkokul Günlerim
Babam annemin köyü Göçü’de imamlık yapıyordu. İlk mektebe gitme zamanım geldiğinde ailem bu köyde idi. Okumak için Konya’ya gittim. 1928 yılının ilk aylarıydı. Köprübaşı’ndaki ilkokula kaydımı yaptılar. Hatice halamdan Osmanlıca okuyup yazmayı öğrenmiştim. İlk gün yazıdan imtihan ettiler. Tahtaya, “manada pederim, kemalde rehberim, aziz ve muhterem üstad-ı ekremim” yazınca mümeyyizler ikinci sınıftan başlamama karar verdiler. İki ay kadar eski yazımızla okuyup yazdık. Köprübaşı’ndaki mektep binasının yıkılma tehlikesi olduğu için şimdi yerinde park olan Mahmut Şevket Paşa Mektebi’ne geçtik. Bu arada Harf İnkılâbı oldu. O sene altı ay kadar da Latin harfleriyle okuyup yazdık.
 
Hafızlığa Başlıyorum
Burada okurken, bir gün beni görmeye gelen Veyis dedem, kız oğlan karışık, beşinci sınıf öğrencileriyle -o zaman beşinci sınıfta okuyanlar bir hayli büyüklerdi- hanım muallimlerin voleybol oynadığını görmüş. Eve geldiğimde “Programınız nedir?” diye sordu. Derslerin ismini saydığımda “Kur’an yok mu?” dedi. Dördüncü ve beşinci sınıfta olduğunu söyledim. Ben çıktıktan sonra dedem, “bu çocuk pınarın başında susuz ölecek... Yazık... Ben Ali’nin Hafız olmasını, alim olmasını isterdim” demiş. Babama mektup yazarak hemen hafızlığa başlatılmamı, okulu da dışarıdan bitirmemi istemiş.
O sırada, ana baba hasreti gönlümü yakıyor. Hacı Ali dedemlerde kalıyorum. Dayım anneannemle teyzemi köye götürecek; ben Konya’da kalacağım. Uyku arasında konuştuklarını duyuyorum; söylesem götürmeyecekler... Göçü 50 km uzaklıkta... Şafak vakti uyandılar, at arabasıyla gidecekler. Ben de kalktım, araba yürüyünce peşlerinden koşmaya başladım. Gözüm ne mektep görüyor, ne de başka bir şey. Ağlamıyorum, yalnızca koşuyorum... Önce görmediler, Konya’dan çıktık, köyün yoluna girdik. 10 km koşmuşum. Baktılar olmayacak; beni de arabaya aldılar. Köye varınca babamın ilk sözü şu oldu: “Oğlum dedenin duası kabul oldu, gel hafızlığa başlayalım.”
Hafızlığa cüzün son sayfasından başlanırdı. Hıfza başlayacağımız zaman babam dedi ki, “Oğlum geçenlerde Konya’ya gittiğimde, Cebbarzade Şükrü Efendi ile görüşüyorduk. Şükrü Efendi, ‘Neden cüzün sonundan başlanır da başından başlanmaz ki?’ dedi. Bu zat mülhemdir, güzel fikirleri vardır; biz sana baştan başlayalım.” 
Bakara suresinin ilk ayetlerinden hıfza başladım. Babamın o gün bir ferahlaması, bir sevinci var; “Hafız babası olacağım” diye. “Mahşer yerinde oğlum, ‘Ey Hafız-ı Kur’an, oku ve okudukça yüksel’ denenlerden olursa” diye... Beni teşvik ediyor, hafızlığı, dedemi sevdiriyor...
Köyde hafızlığa başladıktan bir süre sonra, âlemler, gezmeler, oyunlar, süslü, püslü cıvıl cıvıl kızlar sık sık aklıma geldi; rüyalarıma girdi... Beni hayırdan çevirmek için Şeytan da vazifesini yapıyordu. Diğer taraftan babam teşviklerine devam ediyordu.
“İstanbul Okuyuşu”: Aşkım
Kara Hasan diye yetim bir çocuk vardı. Bir türkü söylemesi vardı ki, herkes susar, yalnız o dinlenirdi. Bende güzel ses merakı uyanmıştı. Babam, ona özenmemem için “Hasan insanların güftesini; Ali’m Allah’ın Kur’an’ını okur” diye iltifat ederdi. Konya’daki, İstanbul’daki meşhur hafızlardan, Özellikle de Zekai Hoca’dan ve Hafız Sami’den bahsederdi. Ben de bir Hafız Sami aşkı, bir de “İstanbul Okuyuşu” aşkı başladı. Her şeyin iyisi, güzeli İstanbul’da... O zamanlar İstanbul’a gidilemez; radyo, teyp yok; ancak oradan birisi gelirse onu dinleyebiliriz...
1930’da babamla birlikte on günlüğüne Konya’ya geldiğimizde, ne göreyim, Hafız Sami’nin yeğeni Hafız Cevdet Soydanses Konya’da. Ben on yaşlarındayım. Kapı Camii’nde onu dinledik. O Akşam da, Hafız Zekai’nin delaletiyle Pastırmacı Tahsin Bey’in bahçesinde yine kendisini dinledik. Tabii ben makam bilmiyorum. Cevdet Bey kasideler okumaya başladı. Birisini okurken ben ağladım; onu yazıp bana verdi: “Keşfolunmaz görmeyince sırr-ı Hak Kâşânesin/ Per açar mı bilmeyen Anka-yı Kuds’ün lânesin...” Sonra da, “Yavrum bu okuyuş, Hafız Sami’nin ancak onda biridir” dedi...

Paylaş Tavsiye Et