Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2004) > Dosya > Irak’ta İran etkisi
Dosya
Irak’ta İran etkisi
Rüstem Kale
II. KÖRFEZ Savaşı’ndan önce Iraklı muhalif grupları bir araya getirmeye çalışan ABD’nin Şiiler konusunda nasıl bir tutum sergileyeceği merak ediliyordu. Birçok Şii liderin yaklaşık 25 yıldır İran’da yaşaması ve Necef ulemasının ABD’ye pek sıcak bakmaması zihinlerde soru işareti doğuruyordu. Zira birçok Iraklı Şii, Saddam’ın 25 yıl boyunca kendilerine karşı gerçekleştirdiği katliamların arkasında ABD’nin olduğuna inanıyor ve özellikle 1991’deki I. Körfez Savaşı’ndan sonra ABD’nin yeşil ışığıyla Irak savaş uçaklarının güneydeki uçuşa kapalı alanda binlerce Şii muhalifi nasıl öldürdüğünü unutamıyordu. Iraklı muhaliflerin İntifada olarak adlandırdıkları bu ayaklanmada Irak’ın 18 kentinden 15’inde muhalifler kontrolü ele geçirmiş; ancak son anda Irak hava kuvvetlerinin devreye girmesiyle ayaklanma başarısızlığa uğramıştı.
Bu nedenle Şiiler arasında ABD’nin toplamayı düşündüğü Geçici Konsey’le ilgili ciddi görüş ayrılıkları bulunuyordu. Daha sonraları Necef’te, Hz. Ali türbesinde kıldırdığı Cuma Namazı çıkışında bombalı saldırıya uğrayarak hayatını kaybedecek olan Ayetullah Muhammed Bakır el-Hekim İran Televizyonu’ndaki bir programa katılarak konseyle ilgili bazı çekinceleri bulunmakla birlikte genel olarak konseye olumlu baktığını açıkladı. Ancak özellikle yıllardır İran’da yaşamak zorunda kalan Iraklı halk için durum biraz farklıydı. Nitekim Kum’da yaşayan Iraklılara bir camide konuşma yapan Hekim’in sözleri sık sık protestolarla kesilmiş ve Hekim konuşmasını tamamlayamadan camiden ayrılmak zorunda kalmıştı. Bu itirazların temel sebebi, Saddam’ın cinayetlerinin arkasında ABD’nin bulunduğuna dair olan güçlü inançtı. Iraklı Şiilerin bu görüş farklılıkları İran’da okuyan Iraklı öğrenciler içinde de belirgin bir şekilde hissedilmekteydi. Bazı öğrenciler asıl mücadelenin yeni başladığını söylerken, bazıları ise odalarının duvarlarına George Bush’un resmini asacak kadar gelişmelerden ve ABD’nin hareketinden memnunluk duyuyordu.
Diğer yandan İran makamları da bu hususta çok net bir tutum içinde değildiler. Savaş öncesinde Rehber Ali Hamaney sert ifadelerle Amerika’yı eleştirmeye devam ederken, İran aktif tarafsızlık politikası izlediğini ilan ediyor; Dışişleri Bakanı Kemal Harazi ise Saddam’ı kurtaracak ve savaşı önleyecek planlar ortaya atıyordu. Ancak yine de İran’daki genel kanı Ayetullah Hekim’in İranlı üst düzey makamların onayını almadan konseye katılmayı kabul etmeyeceğiydi. İran genel olarak bu savaşa da Afganistan savaşı gibi bakıyor ve düşmanlar arasındaki savaş olarak yorumluyordu. Bununla birlikte ABD ile paralel çizgide görünmemek için azami gayret sarf ediliyordu.
 
Irak’ta Sistani’nin Rolü
Irak’taki Şii toplumun içinde en güçlü isim kuşkusuz Ayetullah Uzma Seyyit Ali Sistani’dir. 1991 yılında Ayetullah Hoi’nin vefatından sonra Taklit Mercii olan Sistani’nin bütün dünyada 50 milyona yakın mukallidi olduğu tahmin edilmektedir. Saddam dönemindeki siyasî baskılar nedeniyle adı pek gündeme gelmeyen Sistani’nin önemini Amerikalılar son derece iyi bildiklerinden, Irak’ı ele geçirir geçirmez Amerikan askerlerinin koruma altına aldıkları ilk yerlerden biri Ayetullah Sistani’nin evi olmuştu.
Sistani’nin tavrı özellikle Iraklı Şiiler için büyük önem taşıyor. Geleneksel düşünce yapısına sahip ve İran’ın aksine seküler hayat tarzıyla çok geç tanışan Iraklı Şiiler için Sistani’nin fetvaları büyük bir kesinlik arz ediyor. Sistani, ABD yönetimi ile doğrudan karşı karşıya gelmemeye özen gösterse de, atanmışların mı yoksa seçilmişlerin mi yeni anayasanın hazırlanmasında daha etkin olacağı hususunda tavrını açıkça ortaya koymaktan çekinmedi. Sistani, Irak’ın Amerikalı yöneticisi Paul Bremer’in defalarca yaptığı randevu talebini geri çevirmesiyle de dikkat çekiyordu.
Aslen İran’ın Sistan eyaletinden olan, ancak çok uzun süredir Necef’te yaşayan Sistani’nin önemi, Şia ulema hiyerarşisi içinde en üst düzeyde bulunmasından kaynaklanıyor. Dinî ilim tahsiline yeni başlamış genç bir talebeden en üst düzey müçtehide kadar bütün talebe ve alimleri kapsayan bu ulema hiyerarşisi Şiiliğin temel gücünü oluşturuyor. Şiilerin yaşadığı ülkelerde geniş vakıf arazilerine ve büyük malî imkanlara sahip bu ulema, dinsel bağlılıklarını akrabalık ilişkileriyle güçlendirmiş ve daha da etkin bir duruma gelmiştir. Öyle ki bugün Şii bir alimin nereli olduğunu kesin bir şekilde söylemek oldukça zordur. Aslen Keşmirli olan ve uzun yıllar Necef’te yaşayan İmam Humeyni bu durumdaki sayısız alimlere iyi bir örnektir. Bu durum özellikle yaşlı alimlerin kullandıkları dilde kendini belli etmektedir. Elli yıldır Kum’da yaşadığı halde Farsça konuşmakta zorlanan alimler veya Arapçayı hâlâ Fars veya Azeri aksanıyla konuşan Necefli alimler vardır.
Bu konuya değinmemizin nedeni, bazıları tarafından daha çok bir temenni olarak dile getirilen Arap-Fars, Irak-İran Şiiliğinin farklı olduğu şeklindeki ifadelerin pek bir gerçeklik taşımadığıdır. Ulema içinde milliyetçilik duygusu gelişmemiştir; birçoğu Arapça, Farsça ve Azerice’yi bilir ve gerektiğinde konuşur. Diğer yandan İran gibi ciddi manada ulus-devlet olan ve yabancılara pek hoş gözle bakılmayan bir ülkede dahi Iraklı şahsiyetler en üst düzey askerî ve sivil bürokraside yer alabilmektedir. Bu kimselere en iyi örnek birkaç yıl önce ismi Ali Hamaney’den sonra Devrim Liderliği makamı için gündeme gelen Ayetullah Şahrudi’dir. Şahrudi önceleri Irak Yüksek İslam Devrimi Konseyi’nde Ayetullah Hekim’in yardımcısıyken sonraları İranlı olduğu hatırlanmış ve yaklaşık 4 yıl önce İran yargı erkinin başına getirilmiştir. Ayetullah Tahiri ulemadan olan Irak kökenli üst düzey bürokratlara diğer bir örnekken, Musa Sadr’ın akrabası olan Dr. Sadr Dışişleri Bakan Yardımcılığı görevini yürütmektedir. Devrim Muhafızları içinde de çok sayıda Irak asıllı yüksek rütbeli subaylar bulunduğu bilinmektedir.
 
Şiilik Bilincinin İkili İlişkilere Yansıması
Şiiler içinde Arap-Fars ayrımının oluşmasını engelleyen en önemli etkenlerden biri Şiilerin İslam dünyası içinde bulunduğu azınlık psikolojisidir. Altmışa yakın İslam ülkesi içinde Şiilerin yalnızca üç ülkede çoğunluğu oluşturması ve Şii nüfus oranının yalnızca İran’da %85’lere ulaşması Şiilerde “Etrafı Düşmanlarla Kaplı” psikolojisinin doğmasına sebep olmuştur. Son dönemlerde güçlenen Selefi akım Şiilerdeki bu duyguyu daha da pekiştirmiştir. Mesela Pakistan’da her gün kayıplar veren Şiilerin, tek dayanak noktaları olan İranlı Şiilerle aralarındaki farkları düşünecek fırsat ve vakitleri yoktur.
Şiilik ve yol açtığı kimlik bilincinin İran dış politikasına yansımasının ilginç bir örneği olarak, Batı yanlısı laik Şahlık rejimi döneminde Lübnan’daki İsrail karşıtı İslamî Emel teşkilatının kurucusu İmam Sadr’a Şah tarafından yapılan maddi yardımları hatırlamak yerinde olacaktır. Yine geçtiğimiz günlerde Iraklı laik bir Şii ve Londra-Washington hatlı Irak Ulusal Kongresi Başkanı olan Ahmed Çelebi’nin ABD makamlarınca İran’a casusluk yapmakla suçlanması ve evi ile ofisindeki belgelere el konulması, İran’ın Iraklı dindar Şiiler üzerinde olduğu kadar seküler düşünce yapısına sahip Şiiler üzerinde de etkili olduğunu göstermektedir. Çelebi’nin bu davranışı -eğer doğruysa- son derece anlaşılır kaygılardan kaynaklanmaktadır. Zira Irak’taki Şiilerin ve dolayısıyla Irak’ın liderliğine oynamanın en önemli şartlarından biri İran ile iyi ilişkiler içinde olmaktır. Nitekim Geçici Konsey’deki bazı Şii liderler İran’ın Irak’tan savaş tazminatı alması gerektiğini dahi söylemekten çekinmemektedirler.
 
İran’ın Diğer Bir Kozu: Kürtler
İran’ın Irakla ilgili diğer bir kozu da bu ülkede yaşayan Kürtlerdir. Türkiye ve Arap ülkeleriyle araları özellikle son dönemde pek iyi olmayan Barzani ve Talabani liderliğindeki Kürt gruplar İran’ı bölgedeki tarihî doğal müttefikleri olarak görmekte, zaman zaman bunu açıklamaktan çekinmemektedir. Kürtler siyasî varlıklarını sürdürebilmek için şiddetle yerel bir güce ihtiyaç duymaktadırlar. Şah-Musa Sadr ilişkisinde laiklik-dindarlık bir sorun yaratmadığı gibi İslam Cumhuriyeti-Kürtler arasındaki ilişkide de Şiilik-Sünnilik ayrımı unutulmuşa benzemektedir. İran’da Kürtçe günlük bir gazetenin yayına başlamasının bu döneme denk gelmesi de ayrıca ilginç bir gelişme.
 
İran, Irak’ta Ne Kadar Etkili Olabilir?
Irak’ta oldukça karışık, bir o kadar da zor bir satranç oyunu oynanmakta. Genel hatlarıyla ortaya koymaya çalıştığımız dinamikler nedeniyle İran bu satrançta ABD’den sonraki en etkili güç olarak değerlendirilebilir. Nitekim bu durum, İranlı makamların başta Avrupa ülkeleri ve Irak’ta asker bulunduran ülkeler olmak üzere yabancı ülkelerle olan diplomatik görüşmelerinde sürekli olarak gündeme gelmektedir. Irak’taki olaylar İran-ABD ilişkilerini etkileyeceği gibi bunun tersi de doğrudur. Örneğin İran’ın nükleer faaliyetleri ile ilgili Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın vereceği İran karşıtı bir karar Irak’ın karışmasına yol açabilecektir. ABD Başkanı George Bush’un yeniden seçilmesinde Irak’ın önemli bir rol oynaması da oyunu iyice karmaşık hale getiren unsurlardandır. Son aylarda Türk dış politikasında etkili unsurların Irak’la ilgili olarak İran’la yakın temaslara girdiği müşahade edilmektedir. Bu durumun Türkiye’nin Irak’taki manevra alanını genişleteceği kuşkusuzdur.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Rüstem Kale