Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (July 2004) > Ekonomide Gündem
Ekonomide Gündem
Dünya ekonomisi / Temmuz 2004
1960’lı yıllarda, başlıca gelişmiş ülkelerde %2-3 oranlarında seyreden enflasyon, petrol krizinin ardından 1974’te %13’e fırlamış, izleyen sekiz yıl içerisinde %7-12 seviyelerinde seyretmişti. Son aylarda dünyanın önde gelen ekonomilerinde enflasyon oranlarında gözlenen eş zamanlı artış 1970’lerdeki gibi yüksek enflasyonlu bir dönemin tekrar kapıda olduğu endişesini uyandırdı. Tüketici fiyatlarındaki yıllık enflasyon, ABD’de Şubat’taki %1,7’den Mayıs’ta %3,1’e yükselirken, euro bölgesinde ise Mayıs ayında, Avrupa Merkez Bankası’nın hedefi olan %2’yi aşarak %2,5’e ulaştı. Asya’nın önde gelen ekonomilerinden Çin ve Japonya’da da durum farklı değil. Çin’de geçen yıl %1’in altında bulunan enflasyon oranı, ekonominin fazla ısınmasının da etkisiyle %4,4’e tırmanırken, son altı yıldır fiyatlardaki gerilemeyle mücadele eden Japonya ekonomisinde deflasyonist baskılar giderek azalıyor.
Enflasyondaki artışın bir kısmı petrol fiyatlarının yükselmesinden kaynaklanıyor. Ne var ki, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC)’nün 1 Temmuz’dan itibaren günlük petrol üretim miktarını %8 artırarak 25,5 milyon varile çıkarma kararı almasıyla bu etki zayıflamaya başladı. Diğer yandan enflasyon, ham madde ve gıda fiyatlarında da ciddi şekilde hissediliyor. Uzmanlar, ABD, Avrupa ve Japonya’daki düşük faiz oranlarının likidite fazlası yaratarak enflasyona yol açtığını belirtiyorlar. Diğer yandan 2003’ün ikinci yarısından itibaren birçok ülkede yakalanan yüksek büyüme oranlarının, firmaların kapasite kullanım oranlarını üst seviyelere taşıması da fiyat artışlarının nedenlerinden birisi olarak belirtiliyor.
2004 yılının ilk çeyreğinde büyüme oranının beklentilerin üzerine çıkarak %5,6’ya ulaştığı Japonya ekonomisinde, 1993’ten beri etkili olan durgunluğun geride bırakılmaya başlandığına dair kanı güçleniyor. Japonya’nın son iki çeyrekte yakaladığı bu yüksek büyüme oranlarında Asya ülkelerine yapılan ihracatta yaşanan patlama önemli rol oynuyor. Japonya’nın sadece Çin’le olan ticaret hacmi 2003 yılında %30 artarak 132 milyar dolara yükseldi. Güneydoğu Asya’ya yapılan ihracat ise aynı dönemde %10 artışla 60 milyar dolar olarak gerçekleşti. Japonya’da iç talepte de gözle görülür bir iyileşme var. 1998’den bu yana gerileyen tüketici fiyatlarında ibrenin yukarıya dönmesi, fazla tüketim yapmamalarıyla tanınan Japon halkının bu alışkanlığını terk etmeye başladığına işaret ediyor.
Çin’de, 2004’ün ilk çeyreğinde %9,1 olarak gerçekleşen ve ikinci çeyrekte %11’e ulaşması beklenen büyüme oranı, hükümeti ekonominin fazla ısınması tehdidine karşı bir dizi önlem almaya itti. Nisan’da %19,5 oranında artan sanayi üretiminin Mayıs ayında beklentilerin altında kalarak %17,5 oranında artış göstermesi, hükümetin ekonomiyi soğutmak için aldığı önlemlerin etkili olmaya başladığı şeklinde değerlendirildi.
ABD ekonomisi 2004’ün ikinci çeyreğinde beklentilerin altında kalarak %3,9 oranında büyüdü. Büyüme oranının beklentilerin altında kalmasında ticaret açığında peş peşe gelen rekor artışların etkili olduğu kaydediliyor.

Tavsiye Et
Türkiye ekonomisi / Temmuz 2004
İMF ile yürütülen mevcut stand-by anlaşması 2005 Şubat’ında sona eriyor. Devlet Bakanı Ali Babacan, bu tarihten sonra sosyal yönü ağır basan 3 yıllık bir ekonomi programı ile yola devam edileceğini açıkladı. Mali yapıdaki kırılganlıklar ve yüksek miktardaki borçlar göz önünde bulundurulursa, Türkiye’nin ulusal ve uluslararası piyasalarda kredibilitesini koruyabilmek için yeni programda İMF’ye yer vermesi kaçınılmaz olarak görülüyor. Fakat yeni dönemde bu ilişkinin ne şekilde olacağı henüz netlik kazanmış değil.
Hükümetin, İMF ile yürüttüğü mevcut ekonomik programın iki temel göstergesi var. Bunlardan ilki faiz dışı fazla, diğeri ise enflasyon. Borç ödemelerinin sürdürülebilirliğine ilişkin olan faiz dışı fazlada %6,5 olan yıl sonu hedefine ulaşabilmek için hükümet sıkı mali politikalar takip ediyor. Bu çerçevede, başta sosyal güvenlik alanında olmak üzere bütçedeki pek çok zorunlu harcamaya kısıtlamalar getiriliyor. Enflasyonda ise, 2003 yılında %20 olan hedefin altına inilirken, hükümet 2004 yılında çıtayı daha ileriye taşıdı ve hedefi hem TEFE, hem de TÜFE’de %12 olarak belirledi. TEFE’de henüz 2004 Şubatında tek haneli rakamlara ulaşılması enflasyonla mücadelede önemli bir kilometre taşı olarak yorumlanırken, Mayıs ayı itibarıyla TÜFE’de de tek haneli rakamlar yakalandı. DİE’nin açıkladığı Mayıs ayı enflasyon rakamlarına göre, TEFE %0,03 gerilerken, TÜFE %0,38 oranında artış gösterdi. Bu sonuçlarla Mayıs ayında yıllık enflasyon rakamları TEFE’de %9,56, TÜFE’de ise %8,88 olarak gerçekleşti.
Ancak, hükümet enflasyonla mücadelede yakalanan başarıyı büyük ölçüde iç talepteki yetersizliğe borçlu. İMF’ye göre, memur ve işçi ücretlerine yapılacak zam, iç talebi artıracağından mali istikrar açısından sakıncalar taşıyor. TÜSİAD gibi işveren örgütleri de krizin etkilerinin hâlâ hissedildiği bir dönemde işçi ücretlerine yapılacak zammın maliyetleri artırarak üretimi ve yatırımı baltalayacağı görüşündeler. Böyle bir çerçevede çalışmalarını yürüten Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2004 yılının ikinci yarısı için 16 yaşından büyüklere uygulanan brüt asgari ücreti %5’lik bir artışla, 423 milyon liradan 444 milyon liraya yükseltti. Net asgari ücret ise, 303 milyon liradan 318 milyon liraya çıktı. İkinci yarıdaki %5’lik zam işçi temsilcilerini memnun etmese de, 2004 yılı genelinde %40,8’e ulaşan asgari ücretteki reel artış hükümetin ekonomi karnesi için iyi bir performans olarak değerlendirilebilir.
Grafikten de görüleceği üzere reel asgari ücrette 2001 yılından sonra gözle görülür bir toparlanma var. Enflasyondaki düşüş, reel asgari ücrette görülen toparlanmanın başlıca müsebbibi. Ne var ki, ortalama yıllık enflasyonun %77 civarında olduğu 1990’lı yıllar, ücretli kesim açısından tam anlamıyla kayıp bir dönem. 1991=100 olarak hazırlanan reel asgari ücret endeksi aradan tam 10 yıl geçtikten sonra, yani 2001 yılında tekrar 100 seviyesini gösteriyor. 1990’lı yıllar aynı zamanda, finans kapitale kapıların ardına kadar açıldığı, Türkiye’nin kaynaklarını büyük ölçüde borç faizine yatırdığı ve krizlerin eksik olmadığı bir dönem olarak hatırlarda yer ediyor.

Tavsiye Et