Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (June 2004) > Türkiye Siyaset > Düğümden çözüme Kıbrıs
Türkiye Siyaset
Düğümden çözüme Kıbrıs
Muzaffer Şenel
KIBRIS sorunu, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın adıyla özdeşleşen plan ile de jure bir çözüme doğru evriliyor. Nihai statünün belirlenmesi için 10 Şubat’ta New York’ta başlayan ısınma turları sonucu varılan mutabakat temelinde, müzakere görüşmeleri 19 Şubat’ta adada başladı.
Müzakerelerin başlaması için 4 Şubat’ta Annan’ın taraflara gönderdiği, diplomatik nezaketten yoksun olan davetiye mektubuna rağmen başlayan görüşmeler, BM Kıbrıs Özel Temsilcisi Alvaro de Soto gözetiminde Lefkoşa’da devam ediyor. Kıbrıs’ı bir anlamda dünya siyasetinin merkezine iten gelişmeler, Soğuk Savaş sonrası yapılandırılmaya çalışılan yeni dünya düzeninin ilk sorun çözme ayağını teşkil etmesi açısından önemli. Soğuk Savaş’tan devralınan Filistin, Keşmir ve Kıbrıs sorunları çözülmeden ne BM yeniden yapılanabilir, ne de küresel anlamda uzlaşma sağlanabilir.
İdealist öğretinin uluslararası siyasete en önemli katkısı durumundaki BM, iki savaş arası dönemin uluslararası örgütü Cemiyet-i Akvam’ın mirasını devralarak, onun külleri üzerinde kurgulanmıştı. I. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin isteği ile kurulan ve İtilaf Devletleri’nin çıkarlarını koruma işlevi gören Cemiyet-i Akvam, bu devletlerin Osmanlı topraklarında giriştikleri “özgürleştirme” hareketlerine meşru temel sağlıyordu. Küresel bir örgüt olmaktan çok Avrupalı güçlerin etkin olduğu yapısıyla bugünkü AB’yi andıran Cemiyet-i Akvam sistemi, II. Dünya Savaşının başlamasıyla fiilen çökmüştü. Yerine kurgulanan BM sistemi ise savaşın galiplerine tanıdığı veto hakkı ile adaletin düzenini değil, düzenin adaletini kuruyordu. İki kutuplu dünyanın jeopolitik ve stratejik çıkarlarını temsil eden BM, 1990 sonrası dönemin yeni konjonktürüne ayak uydurmakta zorlanıyor. 90’lı yılların ilk günlerindeki iyimserlik havası Bosna’da yaşanan trajedi ile adeta bir kâbusa dönüştü. Bu süreçte ortaya çıkan tüm sorunlar, küresel sistem yeniden yapılandırılırken hesaplaşma alanı olarak kullanılmak üzere çözüme kavuşturulmadan donduruldu. Bu sürecin çözülmeye başladığının göstergelerinden biri de Annan Planı. İşe Kıbrıs’tan başlanması önemli. Keşmir, Filistin veya başka herhangi bir sorun değil de, neden ve niçin Kıbrıs? Soruna taraf olan ülkeler, Türkiye ve Yunanistan neyi temsil ediyor? Kurgulanmaya çalışılan küresel sistemin ilk ciddi hesaplaşması Kıbrıs üzerinden mi yapılıyor? Bu sorular cevap bekliyor.
 
Kıbrıs Üzerinden Küresel Sistem Yeniden Yapılandırılıyor
Irak’ın işgali ile onuru ayaklar altına alınan BM, Kıbrıs üzerinden siyaset üreterek yıkılan onurunu kurtarma çabasında. Annan’ın şahsıyla özdeşleşen bu aşağılanmışlık hissi, BM’ye avını beklemek için pusuya yatmış imajı veriyor. ABD’nin BM’yi by-pass ederek Irak’ı işgal edişine rağmen BM’ye ihtiyacı olduğunun farkında olan ve uluslararası siyasette nispî ağırlığını artırma arayışındaki AB’nin de, Soğuk Savaş’tan devralınan üç önemli sorundan, öncelikli olarak siyaseten en güçlü pozisyonda olduğu Kıbrıs’ı seçmesi manidar. Kıbrıslı Rumların tüm Kıbrıs adına AB’ye tam üyeliğe kabul edilmesi hem BM’nin üstlendiği misyonu yerine getiremediğinin, hem de politik bir satranca dönüşen bu büyük küresel oyunda Kıbrıs üzerinden yapılan hesaplaşmanın bir göstergesi. AB, ABD ve BM Güvenlik Konseyi’nin diğer üyelerinin de destek verdiği Annan Planı temelinde çözüm sağlanması aynı metodun başka sorunlarda da izlenmesi için örnek olabilir. Bu noktada Türk diplomasisinin vereceği sınav küresel barış ve istikrar için hayati önem taşıyor. Kıbrıs’ta inisiyatifin AB lehine kayma olasılığı belirince, başta ABD olmak üzere tüm uluslararası kamuoyu BM temelinde bir çözüme ulaşılması için yoğun bir çaba içine girmişti. Küresel barış ve istikrar için türlü zafiyetlerine rağmen BM’ye duyulan ihtiyaca binaen Türkiye’nin BM’yi önceleyen tavrının bir göstergesi olarak Annan Planı temelinde çözüm arayışına gitmesi uluslararası kamuoyunda şimdiye kadar varolan Türkiye karşıtı havayı değiştirmiş durumda. AB çatısı altında ulaşılacak çözümün Girit ya da Musul tecrübelerinin tekrarı anlamına geleceğini fark eden Ankara, sorunu BM çatısı altında çözme arayışında. 1 Mayıs’tan sonra, Ankara olası bir çözümsüzlük durumunda, sorumluluğun yeniden kendi üzerine kalmaması için çalışıyor ve çözümün önündeki engelin Türkiye olmadığını uluslararası kamuoyuna ispatlamak için yoğun çaba harcıyor.
 
New York Görüşmeleri
10 Şubat’ta New York’ta başlayan görüşmelerde hem Denktaş, hem de Papadopulos, planın boşluklarının Annan tarafından doldurulmasına karşı çıktı. 11 Şubat’ta ise Denktaş’ın masaya koyduğu, müzakerelerin üç aşama içinde sonuçlandırılmasını öngören plana ne Rumlar, ne de Annan hayır diyebildi. Plan, iki tarafın anlaşamaması halinde müzakerelere Türkiye ve Yunanistan’ın da dahil olmasını ve yine uzlaşma sağlanamazsa Annan’ın hakemliğinin kabul edilmesini öneriyordu. Rumların AB’yi de müzakere sürecine sokma girişimleri Ankara’nın tepkisine neden oldu. Gelişmeler üzerine Yunanistan’ın yoğun diplomatik girişimlerine rağmen, Brüksel de taraf olmak niyetinde olmadığını açıklamak zorunda kaldı. Soruna BM temelinde bir çözüm bulma arayışında olan Ankara, çözüm zemininin, üyesi olmadığı AB’ye kayma olasılığına karşı son hamlesini yaptı ve görüşmelere AB’nin bir taraf olarak katılmasının önünü kesti.
AB’yi sürecin dışında tutan üç aşamalı plan girişimini, Türk diplomasisinin Girit ve Musul olaylarından olumlu dersler çıkardığının bir göstergesi olarak yorumlayabiliriz. Zira Türkiye, Musul olayında üyesi olamadığı Cemiyet-i Akvam’ın aldığı kararı kabul etmek zorunda kalmıştı. Girit’te ise 1897’de Dömeke’de savaşı kazanmasına rağmen uluslararası kamuoyunun adadaki Türk-Müslüman varlığını koruyacakları sözü ve adanın hiçbir zaman Yunanistan’a bağlanmayacağı güvencesi karşılığında, Girit’e özerklik vermek durumunda kalmıştı. Özerklik adanın Yunanistan’a ilhakına yol açarken uluslararası kamuoyu verdiği sözü unuttuğu gibi ilhaka destek de vermişti.
 
Lefkoşa Görüşmeleri
41 yıllık sorununun çözülmesi için tanınan 41 günlük süre 19 Şubat’ta Lefkoşa’da başladı. Oldukça yoğun geçen müzakerelerde hem Türk tarafı, hem de Rum tarafı değişiklik önerileriyle masaya oturdu. Varılacak anlaşmanın AB müktesebatı ile uyumlu hale getirilip getirilmeyeceği müzakerelerin gidişatını etkileyebilecek, hatta tıkayabilecek bir konu. Zira Kıbrıs’ta tarihin ve siyasi-stratejik şartların belirlediği istisnalar (derogasyonlar) içeren Annan Planı temelinde ulaşılacak anlaşma AB müktesebatına uyumlu hale getirilecekse, müzakerelerin Annan Planı temelinde yapılmasının bir önemi de kalmıyor. Çünkü bu durumda Annan Planı temelinde ulaşılacak anlaşmanın sürdürülebilir olmasının yolu AB müktesebatının bir parçası olmaktan geçiyor. AB müktesebatına uyum, sorun çözmekten ziyade yeni sorunlar yaratacak ve aynı zamanda sorunu içinden çıkılmaz bir kaosa sürükleyecektir.

Paylaş Tavsiye Et