Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (July 2003) > Hatırlıyorum > Hayatımın Bir Kısmı / Gençlik yıllarım
Hatırlıyorum
Hayatımın Bir Kısmı / Gençlik yıllarım
Aliya İzzetbegoviç
Bölüm II
 
1943 YAZINDA II. Dünya Savaşı’nın ortasında mezun oldum. Stalingrad ve El-Alamein çoktan yaşanmıştı. Sicilya ve İtalya çıkarmaları başlamak üzereydi. Bu savaşa, tehlike ve kıtlıklarla dolu bu zor yıllara ilişkin hatıralarım canlı. Örneğin 1941’deki büyük kıtlığı hatırlıyorum. Evde tok olduğumuz zamanlar aç olduğumuz zamanlardan çok daha azdı. Sonraları işler daha iyiye gitti; bunu da esasen gümrükten büyük miktarlarda gıda kaçıran karaborsacılara borçluyduk. Her şey durmuş, sadece karaborsa çalışıyordu; bu da onu hiç olmadığı kadar kârlı hale getiriyordu.
Saraybosna’da Nazi yanlısı Ustaşa rejimi iktidardaydı. Lise diploma sınavlarını verdikten sonra orduya yazılmam gerekiyordu, ama bunu yapmadım. Asker kaçağı oldum ve 1944 yılı boyunca evde kalarak gizlenmeyi başardım. Bir gün askeri makamların beni aradığını öğrendim ve yerlisi olduğum Posevina bölgesine kaçtım. Bu başlı başına bir hikayedir; o tarihte savaş olaylarının oluşturduğu bağlantı zinciri içindeki özel bir deneyimdir. Çeşitli grupları eylem üzerinde gördüm: Çetnikleri, Ustaşaları, Partizanları ve hatta Müslümanları (Kuzey Bosna’daki olaylara müdahil olan silahlı Müslüman milis grupları).
Ama çocukluğumda harika zamanlarımız da oldu. Annemin ailesinden bize, Saraybosna’dan fazla uzak olmayan Stup’daki Aziçi köyünde küçük bir mülk kalmıştı. Son savaşta tahrip edilmiş olan meşhur Dabijina Kula, dört yanındaki çivit mavisi pencereleriyle uzaktan seçilebilen kutu gibi beyaz bir ev. Bahçesinde Saraybosna platosunun en büyüğü olan bir dişbudak ağacı ve bir Roma çeşmesi vardı. Yazları okullar kapanınca mülkümüze giderdik. Bu 1932’den 1940’a kadar 7-8 yıl boyunca böyle devam etti. Annemin sağlığı bozulmadan önceki ilk beş yıl boyunca oraya anne ve babamla giderdik. Sonraları onlar Saraybosna’da kalmaya başlayacak, biz de mülkümüze annemin kız kardeşi olan dul teyzemle birlikte gidecektik. Kırda geçen bu yaz günleri kuşkusuz hayatımın en güzel günleriydi. Sonbahar özellikle güzeldir. Son savaş sırasında burası cephe hattıydı; fakat çocukluğumu geçirdiğim bu küçük toprak parçası ilk siperlerin 50 ila 100 metre gerisine ve cephe hattının bizde kalan tarafına düştü.
Aziçi hem din hem de ulusal aidiyet bakımından çok karışık bir köydü. İki Müslüman aile vardı, gerisi Ortodoks ya da Katolikti. Son savaşta tahrip olmuş olan bir Katolik kilisesi bile vardı. Yazları bu kilisenin çevresinde halk festivalleri düzenlenirdi. Ne zaman bu son savaşın nedenlerini anlamaya çalışsam, Aziçi’ye ve bu dinsel bakımdan karma nüfusa ilişkin hatıralar zihnime doluşurlar. Hatırlayabildiğim kadarıyla, farklı gruplar arasında hatırı sayılır bir karşılıklı saygı da mevcuttu. Yaşlı bir Sırp aile reisi olan komşumuz Risto Berjan ne zaman köyden geçse, bahçesinde gördüğü her kadını selamlar, fakat Müslüman örfünü ihlal etmeme hassasiyetiyle yüzünü öteye çevirirdi. Halk arasında durum böyleydi. Fakat üst tabakada, yönetimde çok farklıydı.
İki dünya savaşı arasında ban’ların, benim şimdi Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı’nın bir mensubu olarak kullandığım binada kendilerine tahsis edilmiş resmi makamları vardı. 1929’dan itibaren bu, sözde Drinska Banovina’sıydı. Başkenti Saraybosna idi ve ban istisnasız olarak Sırptı. İlki Velimir Popoviç idi, onu Ljuba Davidoviç izledi, onu da Velimir ya da Ljuba, farketmiyordu, o daima asıl Sırbistan’dan bir Sırp oluyordu. Bu bağlamda bir şey daha hatırlıyorum. İlkokul öğretmenlerimin hemen tamamı Sırptı. Birinci ve ikinci sınıflarda öğretmenim, kendisini çok sevdiğim yaşlı Sırp bayan Şuşliç’ti. Üçüncü ve dördüncü sınıf öğretmenlerim ise, ikisi de birer Sırp olan Biliçar ve Krstiç idi. Sadece kısa bir süre için Muhiç adlı Müslüman bir hocamız olmuştu. Ve Bosna’nın tamamında durum aynıydı. Bu, Müslümanları Sırplaştırmak yönündeki kararlı bir girişimdi. Ben ilkokulun dördüncü sınıfındayken, 1934’de Marsilya’da bir suikaste kurban giden Kral Alexandr’den haberdar olduk. Kral öldürüldüğünde, kentteki her ev siyah bir bayrak takmak zorunda bırakılmıştı. Siyah bayrak evimizde Ekim’den Nisan’a dek kaldı: Altı ay boyunca kentler siyah bostan korkulukları gibi göründü. Dahası, bazı okullarda Sırp azizi Sava ile ilgili şarkılar söylendi; farklı inançlardan çocuklar bunları öğrenmeye zorlandılar. Bu adet daha sonra kaldırıldı ama bundan sonra dahi, Ocağın 27’si halkın aydınlatıcısı olan Aziz Sava’nın bayramı olarak kutlanmaya devam etti.
Hemen tüm kent belediye başkanları ve nahiye reisleri Sırptı. Bu, II. Dünya Savaşı’ndan hemen önce Bosna’yı taksim eden ve ülkenin bazı kısımlarını sözde Hırvat Banovina’sı içine dahil eden Cvetkoviç-Macek Antlaşması’na dek böylece sürdü. Bunu, Polonya’nın işgali ve savaşın Yugoslavya’ya yayılması izledi, taksimin hiçbir anlamı kalmamıştı.
Sırp hegemonyası komünist rejim altında da devam etti. Başlangıçta bu hegemonya, komünist (bir anlamda ulus-dışı) zihniyet tarafından bastırıldıysa da, Sırplar tedricen ve bizzat KP’ye katılmanın da aralarında bulunduğu başka araçları kullanarak iktidarı ele geçirdiler. Yugoslavya’daki ulusal dengesizlik, daha doğrusu devletin bütün kurumlarındaki Sırp hakimiyeti Slovaklar ile Hırvatların ayaklanmasına ve Yugoslavya’nın dağılmasına yol açtı. Bosnalı Müslümanlar bölündüler, çünkü onlar Müslüman ya da Boşnak değildiler; “Gayret” adındaki kültürel derneklerine sahip Müslüman Sırplar ve “Narodna Uzdanica”ları ile Müslüman Hırvatlar idiler. Bu da yine, Bosna’yı Sırplar ve Hırvatlar arasında bölme yönünde bir girişimdi. Bu girişim ileride kanlı bir boyut kazanacaktı.
Genç Müslümanlar olarak bilinen grupla ilk kez Yugoslavya’nın düşmesinden birkaç ay önce temasa geçtim. Bunların çoğu Zagrep ve Belgrad Üniversitelerinde okuyan öğrencilerdi. Onlarla birlikte Saraybosna’daki Birinci ve İkinci Liseler’den bazı öğrenciler de vardı. Ormancılık öğrencisi Tarık Muftiç, 1945’de komünistlerce öldürülen tıbbiye öğrencisi Esad Karatozoviç, mühendislik okuyan Emin Granov ve sivil mühendislik öğrencisi olup 1951’de Yugoslavya’yı bir daha geri dönmemek üzere terk etmiş olan Husref Başagiç tarafından bir grup oluşturulmuştu. Aralarında, 1944 sonunda yine komünistler tarafından öldürülen genç bir fenni ziraatçi olan Asaf Serdareviç de bulunuyordu. Onlar, dinimle ilgili duymak istediklerimle aynı paralelde olan bazı yeni fikirlerin ana hatlarını oluşturdular. Bunlar bizim mekteplerde öğrendiklerimizden, okulda almış olduğumuz dini eğitimden, katıldığımız konferanslardan, ya da o günün dergilerinde okuduğumuz makalelerden çok farklıydılar. Bunu öz ile biçim arasındaki ilişkiye dair bir mesele olarak görüyorum. Bizim nazarımızda hoca’lar, yani İslam dinini öğreten öğretmenler, İslam’ın ritüellerini ya da dışsal formlarını yorumlamaya ve özü göz ardı etmeye daha fazla eğilimliydiler.
Mart 1941’de, bir Genç Müslümanlar derneği kurmayı ve o tarihte yürürlükte olan düzenlemeler temelinde tescil ettirmeyi denedik. Kendisine bir nevi yönetim kurulu atadığımız bir kurucu meclis topladık. Ancak Nisan’da Almanlar Yugoslavya’yı işgal ettiler ve dernek asla tescil ettirilemedi.
Genç Müslümanlar hareketinin genel odağını belirleyen, İslam ile ona muhalif mahiyetteki iki referans noktası -anti-faşizm ve anti-komünizm- idi. Hitler ve Stalin’in şahsında cisimleşen iki sistem, faşizm ve komünizm, o günün dünya düzenini karakterize ediyorlardı. Batı da görünüşte sahnenin bir parçasıydı, fakat bunlar eski dünyayı tahrip etmeyi ya da değiştirmeyi arzulayan yeni eğilimlerdi. Defedildiğinde ise, bir yanılsamadan başka bir şey olmadığı görüldü. Sözde eski dünya varolmaya devam etti ve kendisini değiştirdi.
1940’ların başlarında, Genç Müslümanlar hareketi ortaya çıktığında, Müslüman dünya çok kötü bir yoldaydı. Bağımsız olan sadece birkaç Müslüman ülke vardı. Biz bunu kabul edilemez bir durum ve İslam’ı da, özünü muhafaza ederek kendisini güncele taşıyabilmesi gereken canlı bir fikir olarak görüyorduk. Müslüman dünyada olanlardan, yabancıların askerleri ya da sermayeleri yoluyla kurduğu hakimiyetten rahatsızdık.
Örgüt, gençlik arasında, özellikle de lise ve üniversite öğrencileri arasında hızla yayıldı. Bosna-Hersek’teki hemen her şehirde yüzlerce taraftarımız vardı. 1941-1945 Savaşı sırasında, dönemin yetkilileri ile aramızda dillendirilmemiş bir çeşit saldırmazlık anlaşması vardı.

Paylaş Tavsiye Et