Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (November 2004) > Asılıyorum > İnanç Geni
Asılıyorum
İnanç Geni
Ali Cengiz Tuğrul
“Biliyordum demekten hiç hazzetmem” diye lafa girecek olsam, biliyorum çok kimse yutmayacak.
Oysa senelerdir bu tür girişlerle yazımıza başlardık.
O zamanlar altın yıllarımızdı.
“Ben demiştim demek kulağa hiç hoş gelmese de, maalesef yine dediğim çıktı.
Keşke haksız çıksaydım da memleket bu hallerde kalmasaydı” türünden çok bilmiş cümleler ile yazıya başlamak her zaman tumturaklı olurdu.
Çok bilmişliğin, görmüş geçirmişliğin yanında bir tevazu abidesi gibi de gösterebiliyordu sizi bu girişler.
Koskoca Ali Cengiz Tuğrul’un abidevî bir basın şahsiyeti olduğunu, takdir edersiniz ki ben zaten biliyordum.
Ama bunun başkaları tarafından da bilinmesi gerekiyordu.
Bilinmek de yetmiyordu pek tabii!
Memleket ve hükümetin sadece ve sadece Ali’nin, Cengiz’in, Tuğrul’un işaret ettiği aydınlık ufuklara doğru yürümesi gerekiyordu.
Zaten öyle de oluyordu.
Uzun zaman buna ne hükümetler bozuldu, ne de pijama giyenler gocundu.
Sonra ne olduysa oldu, oyun bozuldu.
Bush’un teki babasının izinden gitmeye kalkınca biz de üzerimize düşeni yine yaptık.
Aydınlık ufuklara işaret ettik.
Aydınlık ufuklar Bush’un ellerinin altında, Blair’in omuzlarında, süngülerin hemen ucundaydı.
Şuracıktaydı.
Ayaklarımızın altındaydı.
Komşunun toprağındaydı.
Tek yapacağımız ‘Tam Gaz Bağdat’ manşetinin gazına kapılmaktı.
O kervana katılmaktı.
Ali Cengiz Tuğrul olarak o kadar uğraştık, ama memleket gaza gelmedi.
Hiç öngörmediğimiz kadar kısa süre içinde kervanın da gazı kaçtı.
Tıpkı kolanın gazının kaçtığı gibi.
O kervan hâlâ yolda düzelmeye çalışıyor.
Belki düzelecek. Belki düzelemeyecek.
Onu bilemiyorum.
 
BİLİYORDUM
Ama “ben biliyordum” diyeceğim bir konu daha var orta yerde.
Biliyorsunuz inanç geni bulundu.
Bu genin bulunacağından adım gibi emindim.
Adınız kadar bildiğiniz şeyi kesin biliyorsunuz demektir.
Onun için tevazu gösterir gibi de yapmayacağım.
Biliyorsunuz obezite geni de bulundu.
Obezite geniniz varsa, şişman olmak sizin kaderiniz.
Kader ağlarını DNA’nızda öyle örmüş.
Suça eğilim geninin de bulunduğunu hatırlıyorum.
Hatta katillik geninin bulunduğunu bile iddia edenler var.
“Evet katilim ama suç bende değil genimde hakim bey” diyebilme hakkınız var yani.
Düşünebiliyor musunuz?
“Genimi annem babam iptal ettirmemiş benim ne suçum var!” diyebilecek kadar ilerledi teknoloji.
 
FEN NE DİYORDU?
Kainatın şifrelerinin matematik dille yazılmış olduğunu anladığımız zaman girmiştik zaten bu mecraya.
Şifreler az biraz kırılınca dişlilerle, zembereklerle üç beş makine yaptı önce insanoğlu.
Baktı, makine tıkır tıkır çalışıyordu.
E âlem de tıkır tıkır çalışmıyor muydu!
“Mekanik olmasın yoksa üstümdeki yıldızlı gökyüzü!” diye düşündü.
Koskoca âlem mekanikse, elâlem haydi haydi mekanikti.
Tezgahtan bir saat aldılar, açıp içini bir masaya dağıttılar.
İşte ne bileyim pinler, zemberekler, bir takım yaylar.
Varlar vardı, yoklar yoktu.
Fen böyle söylüyordu.
Masaya dağıttıklarını tekrar toplayıp bir araya koydular.
Tıkır tıkır çalışmıyorsa eğer, bunda saatin hiçbir suçu yoktu.
Açıp içine bakarsın.
Neyi kırıksa onu tamir edip takarsın.
Her şey bu kadar basitti.
Âlemi ve elâlemi böylece kurulmuş bir saat saydılar.
Böylelikle saat icat olundu, metafizik bozuldu.
Tüfengin icat edilip mertliğin bozulması da bu sürecin devamıdır.
Adamın biri çabuk uyandı.
Adı Immanuel Kant’dı.
Yaşı uygun olanlar Emmanuel adında bir bayanı hatırlayacaklardır.
Kant bu bayanın tam zıddıydı.
“Saatin içinde bulunamayacak şeyler vardır baylar!” diye haykırdı.
‘Sorumluluk, ödev duygusu ve ahlak!
Bunlar beynimize ve gönlümüze çizik!
Bahsetmiyorsa da hiç fizik, böyle buyuruyor metafizik!’
Sonradan gelenler adamcağızı takmadılar.
Emmanuel nam bayanın da Kant’ı takmaması işte bu gelişmeler yüzündendir.
Eski zaman tabii, kolunda bir saat takıyordu belki.
Ama bütün taktığı hatırladığım kadarıyla işte sadece o kadardı.
 
BUNLARI NEDEN SÖYLEDİM?
Fen böyle söylüyordu.
Ben de böyle söylüyordum, hâlâ da söylüyorum.
Yaşadığımız dünya değerden bağımsızdır.
Değerden bağımsızdır dediysek, paradan da bağımsızdır demedik.
O kadar da değil!
Nitekim hatırlarsanız, saatin içinden bir değer çıkmamıştı.
Çıkmaz da!
Saatin değeri onun metalinde, pırlantasında ve markasındadır.
İçimizde olduğu iddia edilen ahlak duygusu da metafizik bir kurgu olmaktan ileri gitmez.
Kant ‘millet zaten ahlak duygusunun aslî menbaı olan dini kaale almıyor, bari ben bunu felsefe bilimi adı altında temellendireyim de,- ilim böyle söylüyor- diye belki sözümü dinlerler’ çabası içinde olan bir Almandı.
Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı eseri işte böyle bir çabanın ürünüdür.
Başlıkta ahlakın metafizik olduğu zaten görülür.
Fiziğin yanında metafizik indimizde hor görülür.
Temellendirmeye gelince;
O döneme kadar temeli sağlamlaştırılamamış bir konuyu ömrü boyunca küçücük kasabasından çıkamamış bir taşralının temellendirebileceğini sanmak akla ziyandır.
Haydi, kocaman köşesi olan kabiliyetli bir köşe yazarı olsa neyse.
Bu yüzden Ali Cengiz Tuğrul olarak aydınlık ufukları işaret ederken konumumu belirlediğim bu zaviyeden yaklaşıyordum olaylara.
Fen zaviyesinden.
O fen ki, koskoca atom bombasını icat etti.
Saatin içinde zemberekten başka bir şey olmadığından o bombayı, teslim olmuş olmalarına rağmen Japonların kafasına boca etti.
Bomba reeldi.
Japonlar çok direnmişlerdi; onlara bir ders vermek gerekiyordu.
Bu da politika idi.
İşte reel politika denen vakıa budur.
 
ROMANTİK GÜRUH
Karşı tarafta da haktan, hukuktan, adaletten kısacası ahlaktan dem vuran romantik bir güruh her zaman olagelmiştir.
Bunlar alt tarafı H2O olan kimyasal sıvıya bakıp iç geçirirler.
Dünya adını verdiğimiz gök cisminin etrafında dolanıp duran uyduya bakıp hislenirler.
İrreeldirler.
1 Mart tezkeresi öncesini hatırlayın bir.
İkide bir “tamam reel politika diyorsunuz anladık da, işin meşruiyeti meselesini pas mı geçeceğiz, nerede hukuk, adalet?” nevinden bir takım metafizik sorular soran Mert bir bayan vardı.
Bayanlar ne kadar sert ve mert görünseler de, tabiatları icabı romantiktirler.
O da bir romantikti.
O sorulara kalsa Amerikalılar sittin sene atom bombasını Japonların kafasında deneyemezlerdi.
Yine o sorulara kalsa sittin sene Irak’a da giremezlerdi.
Halbuki bilimin deneyle ilerleyeceğini cümle alemin biliyor olması gerekir.
Üç beş kuşak kolsuz, kafasız, bacaksız doğduysa da, işte her şey unutuldu gitti.
Filistin’i nasıl unuttuysak, Irak da öylece unutulacaktır.
Şöyle bakamaz mıyız konuya?
Öyle deneyler olmasa idi, bugün belki inanç geni bulunamazdı.
 
İNANÇSIZLIK GENİ
İnançlı insanların inançlı olmaları genlerinden kaynaklanıyorsa, inançsız insanların da bir geni yok mudur?
Ne bileyim, inanç geninin biraz altına, yanına ya da karşısına dikkatlice baksalar araştırmacılar.
Reel politikacıların karşısında romantiklerin bulunması da genlerinden kaynaklanıyor olamaz mı?
Bir insanın mert olup olmaması da genlerinden kaynaklanıyordur olsa olsa.
Birilerinin vicdan geni gelişmişse diğerlerinin de cüzdan geni gelişmiştir belki.
Fen böyle söylüyorsa birbirimize kızmamızın, sövüp saymamızın, dalaşmamızın bir alemi var mı?
Köpeklerin barış güvercini olmalarını beklemek makûl mü sizce?
Köpeğin köpekliği, güvercinin güvercinliği DNA sarmalına bağlıysa kime ne diyebiliriz?
Hukuka ihtiyaç duyulmayan ütopyalar yazıldığını biliyoruz.
Belki bu ütopya genlerimizde yazılı duruyor.
Bize de genlerin altını kaldırıp bakmak kalıyor.
Fizikten sonra biyoloji de hiçbir tutumumuzdan sorumlu olmadığımıza işaret ediyor.
 
ALKIŞLIYORUM
“Savaş baltalarımızı toprağa gömdük.”
28 Şubat sonrası aynen böyle söylemişti Sn. Recai Kutan.
Kendisine o aklı veren teorisyene, arkadaşları ‘şef’ derlermiş gençken üniversitede.
Böyle bir cümle de kendisini Kızılderili şefi zanneden birinden sadır olabilirdi ancak.
Artık ‘Gamsız Baykuş’ mudur, ‘Şaşkın Akbaba’ mıdır onu bilemiyoruz.
“‘Eskiden de böyle miydin?’ diye sorarlardı bana” diyor Cem Yılmaz.
“Ben de ‘hayır böyle değildim, bir doksandım ve yeşil gözlüydüm.
Sanayide sonradan getirdiler beni bu hale’ diye cevap veriyorum” diyor.
Teorisyenimiz de kendisinin sanayiden geçme macerasını anlatıyor yeni yayımlanan kitabında.
Kapkara Aldırmazlık-Simsiyah Vurdumduymazlık
Gıpgri İrfan-Alacalı bulacalı İnsan
Kıpkırmızı Yanak-Mosmor Surat
Bunlar da yazarımızdan beklediğimiz seri.
Hararetle bekliyorum.
Avuçlarımı patlatıncaya kadar bu arkadaşı alkışlıyorum.
 
SON SÖZ
Fen, sorumlu olmadığımızı söylüyor.
Sorunlu olmadığımızı söylemiyor.

Paylaş Tavsiye Et