Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (October 2004) > Hatırlıyorum > Alâeddin Yavaşça’nın hatıraları - Bölüm III
Hatırlıyorum
Alâeddin Yavaşça’nın hatıraları - Bölüm III
Hazırlayan: Coşkun Yılmaz
 
Hekimlik Hayatım
1990 yılına kadar, 40 yıl değişik hastanelerde hekimlik yaptım. İhtisasımı Kazancı’nın yanında yaptıktan sonra askerlik geldi. O sırada Kasımpaşa Deniz Hastanesi’ndeki Mansur Sayın, askerlikten ayrılmış. Dolayısıyla Kadın Doğum Bölümü münhaldi. Oraya, yedek subaylığımı yapmak üzere atandım. Bir buçuk sene sürdü askerlik. Tek başıma o klinikteydim. Uzun süre ameliyatları, doğumları, polikliniği, viziteleri yapan bendim. Düşününüz!
Ve ameliyatlar artık günlük mesainin içine giremeyecek hal alınca bu sefer geceye aldım ameliyatları. Zaten iptidai şartlar. 1956-57 yılları. O zaman pansumancıyı da ben temin ediyordum. Kim nöbetçi? Dahiliyeci mesela. “Geç benim karşıma, beni asiste et” diyordum. Hekimdim nihayet. Ve o arkadaş beni asiste ediyordu. Dünyanın ameliyatını yaptım. Bir gün Fahri Ata Bey geldi; çok severdi beni. Ben asistanlık devresinde iken o doçentti. Ona vakaları çıkartmakta yardım ederdim. Mansur Sayın da geldi bir gün. Ne yapıp ettiğimi sordu. Defterleri açtı, baktı. Dünyanın ameliyatını yapmışız. Poliklinik var, diğer işler var. “Senin elinde başka adam yok; nasıl sığdırıyorsun bu kadar işi?” dedi. Yanımda da üç, dört ebe var. Anlattım kendisine gece yaptıklarımı. Bana Zeynep Kamil’e gelmek isteyip istemediğimi sordu. Askerlikten sonra, istediğimi söyledim.
 
Bayar’ın Davetini Kabul Etmedim
İhtisas bitirme tezini bitirmek üzereyim, çok yoğun çalışıyorum… Gece kapı çalındı. Polisler Reis-i Cumhur’un, hanım öğretmenler için verilen bir yemeğe katılmamı istediğini söylediler. “Kendisini severim, bana hürmeti vardır, gelir” demiş. “Kendilerine söyleyin; hastaymış, gelemeyecekmiş dersiniz” dedim. Biraz sonra polisler yine, “Reis-i Cumhurumuz gelmenizi rica ediyor” dediler. Ben yeni mazeret beyan ederek gitmedim…
Bir gün Mesut Cemil Bey’in korosunun programı vardı; büyük bir telaşla, “Reis-i Cumhur gelecek hazırlıklı olalım” dedi. Celal Bayar geldi, biz dizildik, teftiş eder gibi koronun önünden yürüyor. Bana geldiğinde, “Sana kırgınım, nazımız geçiyor diye çağırdık gelmedin” dedi. Hemen, “yemeğe davet edilenler arasında olmak isterdim, siz sonradan çağırdınız, bu işi profesyonel yapmıyorum” der demez “Doktor, Reis-i Cumhurlar da hata yapıyorlar demek. Kusura bakma, seni şimdi daha çok sevdim” dedi.
 
Menderes’in Nezaketi
1950’nin başları… Zamanın Ziraat Bankası Genel Müdürü Mithat Dülger’in evindeki bir toplantıdayım. Cevdet Çağla, Yorgo Bacanos ve Vecihe Daryal da orada. Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan, bazı bakanlar ve milletvekilleri de vardı. Birkaç eser okuduk; rahmetli Adnan Menderes kalktı gidiyor. “Bir ihtiyacı vardır her halde” diye düşündüm ama biraz da burkuldum. Çok kısa bir süre sonra kulağımın dibinde bir ses, “Doktor, ‘Bu imtidat-ı cevre bir bahtın şitabı var’ şarkısı repertuarınızda var mı” diye fısıldadı. Baktım, Adnan Menderes. Hemen ayağa kalkarak “var efendim” dedim. “O zaman yerime geçip yüksek sesle rica edeyim” dedi. Yerine geçip şarkıyı okumamızı istedi. Lemi Atlı’nın bu şarkısı İstiklal Mahkemeleri kararlarının infaz edildiği günlerden beri hiç okunmazmış, bir bakıma yasaklıymış. Şarkıyı okuduktan sonra teşekkür etti, “Bu eseri radyo programlarınızda okuyup beni haberdar ederseniz çok sevinirim” dedi.
Kısa bir süre sonra, canlı solo programına şarkıyı koyup özel kalem aracılığı ile haberdar ettim. Program bittikten sonra radyoda bir telaş… Adnan Menderes telefonda. “Doktorum gözlerini öperim, o güzel sesinden bu şarkıyı dinlemek bana büyük bir haz verdi. Sanatta yasak olmaz, olmamalı” dedi ve teşekkür ederek telefonu kapattı.
 
Film Teklifi
1957… Muayenehanemi yeni açtım. Donanım masraflarını Salih Binbay isminde bir işadamı yaptı, o günün parasıyla 35 bin lira tuttu; Salih Bey “kazandıkça ödersin” dedi. O yıllarda çok tutulan bir sanatçıyım. Ben böyle borç harç içinde hasta gelsin diye beklerken melankolik genç kızlar geliyor, fotoğraf istiyorlar. Ben de fotoğraf vermediğimi söylüyor, çay ikram edip gönderiyorum. İçimden de “yavrum siz gidin de, muayene olmak için anneniz gelsin biraz para kazanalım” diyorum. Bir gün Cahide Sonku ile birlikte Muzaffer Aslan geldi, “Doktor, bir bestekar doktoru anlatan film çevireceğiz. Senaryoyu yazdırdıktan sonra senin beğenmediğin yerleri istediğin gibi düzelteceğiz, senin oynamanı istiyoruz. Sana 35 bin lira peşin vereceğiz, filmin kârına da ortaksın” dedi. 35 bin lira, tam benim borcum kadar… “Kabul edemem” dedim. “Niye?” “Ben haddimi bilirim, doktorluk yaparım, konser derseniz veririm; fakat oyuncu değilim. Herkes bildiği işi yapmalı”. Çok ısrar ettiler ama kabul etmedim…
 
Gazinolarda Şarkı Söylemem
1956’da, Zeynep Kamil’deyim; “başhekim çağırıyor” dediler, gittim. İçerisi çok kalabalık. Salih Binbay da orada. “Bir teklifim var” dedi. Mahmut Alnar diye bir gazino patronu Zeki Müren’le prensipte anlaşmış. Fakat imza atılmadan önce Zeki Müren rakip gazinoya geçmiş. Mahmut Anlar çok zor durumda, her şeyini bu işe yatırmış, başka parası da yok. Adam intihar edecek neredeyse. Salih Binbay da “ben birisini bulacağım, dükkan senden, para benden” demiş. O sırada Müzeyyen Senar 1500 lira, Zeki Müren de 1200 lira alıyor gecede. Salih Binbay ekonomik sıkıntımı da biliyor, bana; “Doktor sana gecede 3000 lira. İster bir yıllık ücreti peşin vereyim, istersen sana iki üç apartman alalım beğendiğin yerde, son model bir araba alalım, geri kalanı da istediğin gibi kullan” dedi. Herkes büyük bir şaşkınlıkla bana bakıyor, çok büyük bir para… Dedim ki, “İdealim doktor olmak. Müziği zevkim, aziz bildiğim için yapıyorum, paraya satamam, gazinolarda sarhoşlara meze yapamam, sarhoş eğlendiremem, böyle bir yerde müzik icra etmem…”
Daha sonra da benzer teklifler çok geldi ama kabul etmedim. Para kazanmayı murat etseydim çok param olurdu. Para vasıtadır, yeterince olması faydalıdır, fazlası karakteri değiştirebilir. 35 yıl klinikte hekimlik hayatım oldu. Mutluyum ve onur duyuyorum...
 
Konservatuar’a Geçişim
1990 yılında YÖK, Teknik Üniversite’de münhal olan profesörlük kadrosunu konservatuara tahsis ederek buraya beni atadı. Böylece aktif hekimliğe nokta koyduk. Yaklaşık 40 yıl geceli gündüzlü bir meslek hayatı yaşadım. Bu meslek hayatının dinlenmesini musikide buldum.
 
Evliliğim
Ben evlenebilir miydim, evlenemez miydim? Çünkü zaten iki evliliğim vardı; biri doktorluk, diğeri de musiki. Bu üçüncü bir evlilik. Huyu huyuma denk, beni anlayacak ve benimle birlikte yaşayıp hayatı paylaşabilecek, benim hissiyatıma ayak uydurabilecek, yani beni mutlu edebilecek bir kişi kolay bulunmaz. İşte bütün bu vasıfları taşıyan Ayten Hanım ile izdivacımız 1980 yılında tahakkuk etti. Böylece hayatım çok düzene girdi. Eğer ben bu yaşta böyle görünebiliyorsam, daha hâlâ okuyabiliyorsam, bunu onun bana sağladığı muntazam hayata borçluyum.

Paylaş Tavsiye Et